16 Haziran 2015 Salı

3. İHTİYAR*

İÇİNDEKİLER

İCARE (KİRAYA) VERME
REHİN 
Muhâye'e / Menfaati Bölüşme
Bir Hâkimin Kararının Arz Olunması
--------

Diğer Fakihlerden Bazılarının  Görüşleri İçin Kullanılan Simgeler

 

Ebu Yusuf: (S)

Muhammed: (M)
İkisi: İmameyn: (S-M)
Züfer: (Z)
Şafi:  (F)


"Allah kime hayır dilerse, onu dinde fakîh kılar”. Hadis (Tecrîd - i Sarih)

ALIŞ-VERİŞ [1]   

 1 - Alış-veriş "sattım" ve "satın aldım" gibi, geçmiş zamanı gösteren icap ve kabulden ibaret iki sözle meydana gelir. Ayrıca "sattım" ve "satın aldım" anlamında her söz ve karşılıklı alıp-verme (F) ile de akit yapılmış olur.

2 - Satıcı ve alıcıdan biri alış-veriş için icapta bulunsa diğeri,  ister­se kabul eder, isterse ret eder. İkisinden herhangi biri kabulden önce meclisten kalkıp giderse icap bâtıl olur.
3 - İcap ve kabul bulununca ikisi için de hıyar-ı meclis (muhay­yerlik, tek taraflı cayma) olmadan (P) alış-veriş kesinleşir.
4 - Satılan eşyanın, hakkındaki bilgisizliği giderecek derecede ta­nınması gerekir. Zimmette olan, yani ödenecek olan paranın da miktar ve cinsinin bilinmesi şarttır. Mutlak bir para sözü edilmişse bu, o memleket parasının revaçta olanına yorumlanır.
5 - Ölçülen ve tartılan şeylerin, ölçerek, tartarak ve toptan satışları caizdir.
6 - Yiyecek yığının her kafîzi [2] bir dirheme satılırsa bu sadece bir kafîz için muteber olur (SM).
7 - Koyun sürüsünün, her koyunu bir dirheme satılırsa (farklılıkla­rından dolayı) bu satış, koyunlardan hiçbiri hakkında caiz olmaz (SMF). Elbiseler de koyunlar gibidir. Fakat kafîz'lerin, arşınların ve koyunla­rın hepsini söyleyerek satış yaparsa caizdir.
8 - Bir hane satılınca anahtarlar ve bina da, bu satışa dâhil olur. Arazi satımında üzerindeki ağaçlar araziye dâhildir.
9 - Meyveleri (yenilmekle bir fayda temin edilebilecek durumda iseler) tam olgunlaşmadan satmak caizdir. Meyve satılınca onu hemen toplamak gerekir. Ağaç üstünde kalması şart koşulursa alış-veriş hükümsüz olur.
10 - Ağacın meyvesini satıp da belli birkaç ntıl (bir ölçü aleti) istis­na etmek caiz olmaz.
11 - Buğdayı (sararmışsa) başak üzerinde, baklayı kabuğu içinde satmak caiz olur[3]. 
12 - Yolun satılması ve hibe edilmesi caiz, suyolunun satılması caiz değildir [4]. 13 - Kim bir ticaret malını para karşılığında satarsa, veresiye olmadıkça paranın maldan önce teslim edilmesi gerekir. Eğer mal, mal karşılığında veya para, diğer bir para karşılığında satılırsa, alan ve satan aynı anda beraberce teslim ederler.
14 - Menkul malı (taşınabilen malı), kabz etmeden önce satmak caiz değildir. Akar ise kabzdan önce satılabilir (M) olmaz.
15 - Ele geçirilmesinden önce parada tasarruf yapılabilir. Parayı (Z) ve malı (Z) artırmak ve parada indirim yapmak caizdir ve bu değişik­lik akdin aslına dâhil olur (Z).
16 - Önce peşin paraya satıp da, sonra veresiyeye çevirmek sahih olur.
17 - Cariye alana, hayızdan temizleninceye kadar yahut bir aydan önce veya hâmile ise doğumunu müteakip nifastan önce, onunla cinsî temasta bulunması ve sevişmesi helâl olmaz.
18 - Terbiye edilmiş olsun olmasın, yırtıcı hayvanların, pars ve kö­peğin satılması da helâldir.
19 - Zimmîler (Müslümanların idaresi altındaki gayri Müslimler) alışverişte Müslümanlar gibidir. Onlara fazla olarak; içki ve domuz satmak da serbesttir.
20 - Dilsizin anlaşılan işaretleri ile alış-verişi ve diğer akitleri mu­teberdir. Âmânın da satışı ve satın alması caizdir. Amanın görme mu­hayyerliği de vardır. Aldığı şeyi yoklamak, koklamak ve tutmakla bu muhayyerlik kalkar.

İkale

(Yapılan Alış-Verişi Fesh Etmek)  

21 - Karşılıklı olarak alış-veriş akdini fesh etmek caizdir. Bu aynı meclisteki kabule dayanır. İkale; akdi yapanların haklarından vazgeçmelerinden ibarettir (SM) ve üçüncü bir kimse ile olan yeni bir alışveriş akdidir (Z).
22 - Söz konusu eşyanın helaki, İkalenin sıhhatine mânidir. Bir kısmının helaki kendi miktarınca engel teşkil eder.
Satıcıya geçen paranın, elinde kaybolması, akdi fesh etmeğe mâni olmaz.

Alış-Verişte Muhayyerlik    

23 - Alış-veriş akdini yapanların, muhayyer kalmayı şart koşmala­rı caizdir. Tarafların, üç gün muhayyer kalma süreleri vardır. Bu süre, üç günden az da olabilir. Fakat üç günden çok olması caiz değil­dir (SM).
24 - Muhayyer olan, akdi, ancak diğerinin huzurunda (yani ona bil­direrek) bozar (S). Fakat huzurunda da, gıyabında da, akdi geçerli kılabi­lir.
25 - Muhayyerlik hakkı vârislere geçmez.
26 - Fırıncı diye bir köle satın alan, köle fırıncı çıkmadığında, ister­se paranın hepsini ödeyip köleyi alır, isterse de köleyi ret eder.
27 - Satıcının muhayyer olması malını mülkünden çıkartmaz. Fa­kat müşterinin muhayyerliği, satılan malı, mal sahibinin mülkünden çı­kartır, müşterinin mülküne de dâhil etmez (SM).
28 - Bir kimse muhayyerliği, kendi adına, başkasına verebilir (Z). Fakat bu hak, her ikisi için de sabit olur ve ikisinden birinin, akdi geçerli kılması ile alış-veriş kesinleşir, fesh etmesi ile de akit bozulur.
29 - Müddetin geçmesi, azat etmek, cariye ile cinsî temasta bu­lunmak ve binmek gibi rızayı gösteren her şey ile muhayyerlik kalkar.

Malı Görme Muhayyerliği ve Hükümleri       

30 - Bir kimsenin, görmediği bir malı satın alması caizdir ve malı gördüğü zaman muhayyerlik hakkı vardır.
31 - Satıcının ise görmediği malını satmasından dolayı muhayyer­lik hakkı yoktur.
İnsanın yüzünü, hayvanın yüzünü ve kaba etini, elbise ve elbiseye benzer şeyleri katlı olarak görmekle gaye bilineceğinden muhayyerlik düşer.
32 - Bir kimse aldığı malda akdi kesinleştiren bir tasarrufta bulunur yahut elinde ona bir kusur getirir veya bir kısmını geri iade etmek mümkün olmaz yahut ölürse muhayyerlik hakkı kalkar.
33 - Aldığının bir kısmını gören diğer kısmını gördüğünde muhay­yerlik hakkına sahip olur.
34 - Numunesi gösterilen şeyin bir kısmını görmek tamamını gör­mek gibidir.
35 - Bir kimse başkasının malını satarsa; satılan mal, satıcı ve müşteri durumlarını muhafaza ediyorlarsa mal sahibi, isterse alış-verişi kabul etmez, isterse de geçerli sayar.

 Mutlak Alış – Veriş          

36 - Mutlak bir alış-veriş, satılan malın her türlü kusurdan uzak olmasını gerektirir.

37 - Tüccar âdetine göre, malın değerini noksanlaştıran her şey ku­surdur.
38 - Müşteri, malın kusurunu öğrendiği zaman, dilerse onu tam be­deli karşılığında kabul eder, dilerse de ret eder.
39 - Akil olmayan küçük (köle veya cariye) için; kaçmak, hırsızlık, yatağa işemek kusur değilken, bunlar akil için kusurdur. Bulûğa erdik­ten sonra müşteri yanında meydana gelen kusur hariç,  yukarıdaki kusurları yüzünden iade edilir,
Hayızdan kesilmek kusur olduğu gibi istihaze de kusurdur. Cariye­de, ağız ve koltuk altı kokusu, zina, kusur iken, kölede kusur sayılmaz.
İhtiyarlık, Müslüman olmamak ve delilik, hem cariye ve hem de kö­le için kusur sayılır.
40 - Müşteri, satın aldığı malda bir kusur bulsa, diğer bir kusur da yanında iken meydana gelse satanın rızası olmadıkça o malı geri vere­mez. Ancak kusurun verdiği bedel noksanlığını satandan alır.
41 -  Satın aldığı kumaşı boyatır yahut diker veya kavuta yağ koyar sonra da kusurlarının farkına varırsa, bu kusurların doğurduğu kıymet noksanlığını satıcıdan alır. Köle, ölür veya köleyi azat ederse kusurun vermiş olduğu noksanlığı satıcıdan alır.
42 - Müşteri aldığını öldürür veya gıda maddesini yerse (SM) kusurlarından dolayı, satandan kıymet noksanlığını isteyemez.
43 - Satıcı malını, kendisinin her kusur davasından berî (uzak) ol­ması şartı ile satarsa, müşterinin o malı asla geri vermeye hakkı yoktur.
44 - Müşteri aldığı malı bir başkasına sattıktan sonra, bir kusur yüzünden mal kendisine iade edilmek istenir de mahkeme kararı ile malı geri alırsa, onu kendisine satana iade eder. Eğer mahkeme kararı olmadan kabul ederse iade edemez.
45 - Muhayyerliği ortadan kaldıran şey geri verme hakkını da orta­dan kaldırır.

Fasid Alış – Veriş     

46 - Fasit alış-veriş malı, Kabz ile mülkiyet ifade eder. Bu alışveri­şi, alan ve satandan her birinin bozmaya hakları vardır

47 - Akdi fesh ederken satılan malın mevcut olması şarttır.

48 - Müşterinin teslim almadan önce, malı satması, azad etmesi, başkasına bağışlaması caiz olur. Bu durumda müşteri malı teslim aldığı zamandaki kıymeti [5] ile satılan cinsten ise, kıymetini ve -misliyle [6] satılan cinsten ise- mislini satıcıya öder.
49 - Batıl alışveriş, mülkiyet ifade etmez. Bu alışverişle alınan mal müşteri yanında emanet olarak bulunur (SM).
50 - Leş, kan, içki, domuz, hür insan, ümmü velet ve müdebber köleyi [7] satmak, hür ile köleyi, leş ile temiz eti (SM) birlikte satmak batıldır. Mükâteb (Hürriyetini para karşılığında efendisinden satın almak için onunla anlaşma yapan köle)’in satılması da batıldır. Ancak Mükâteb satılmasına izin verirse caiz olur.
51 - Balıkları ve kuşları avlamadan, firarda olan köleyi yakalama­dan satmak caiz değildir.
52 - Cariyenin karnındaki cenin (çocuk)’i ve hayvanın karnındaki yavruyu, daha henüz sağılmamış memedeki sütü, hayvanın sırtındaki yünü, koyundaki eti, tavandaki kirişi, iki elbiseden herhangi birini (be­lirtmeden) satmak caiz değildir.
53 - Müzabene ve Muhakale [8] satışı caiz değildir.
54 - Bir malın aybaşında teslim edilmek üzere satışı caiz olmaz [9].
55 - Karnındaki çocuk ayrı tutularak cariye satılamaz.
56- Cariye; satın alanın hâmile bırakması yahut azad etmesi veya satıcının hizmetçi olarak kullanması kaydı ile satılamaz.
57 - Müşterinin parayı satıcıya borç vermesi veya satıcının sattığı kumaşı dikmesi üzere yapılan satışlar da caiz değildir.
58 - Arılar kovansız (M), ipek böceği de ipeksiz satılmaz (M).
59 - Taraftarlarca bilinmediği zaman nevruz, mehrican, Hıristiyan perhizi ve Yahudi Fıtır gününe kadar veresiye satışlar caiz değildir.
60 - Hasat, meyve toplama, harman ve hacıların gelme zamanına kadar olan veresiye satışlar da (zamanlarının seneden seneye değişiklik göstereceğinden) caiz olmaz. Ancak daha önceden veresiyeyi kaldırırlarsa bu alış-veriş caiz olur.
61 - Bir kimse,  müdebber kölesi ile müdebber olmayan kölesini veya kendi kölesi ile başkasının kölesini birlikte satarsa bu satış kölesine dü­şen hissede caiz olur.
62 - Cumanın ilk ezanı okunurken alış-veriş yapmak mekruhtur.
63 - Şehirlinin taşradaki [10] için satış yapması mekruhtur.
64 - Bir fiyat üzerinden alışverişi bitiren iki kimsenin, fazla fiyat ve­rerek aralarına girmek mekruhtur.
65 - Alıcısı olmadığı halde, alıcı gibi görünerek başkasını teşvik için malın değerini artırmak mekruhtur.
66 - Şehre mal getirmekte olan kafileyi yolda karşılayıp, şehre girmeden mallarını almak (hem şehir halkına yüksek fiyatla satılacağın­dan ve hem de kafilenin, mevcut fiyatları bilemeyeceklerinden dolayı za­rara uğramaları düşünüleceğinden) mekruhtur. Fakat bununla bera­ber bu türlü alışverişler caizdir.

67 - Bir kimsenin, birbirlerinin mahremi olan iki küçük kölesi veya biri büyük, diğeri küçük iki kölesi varsa bunları birbirinden ayırması mekruh olur. Fakat her ikisi de büyükse mekruh olmaz.

68 - Satış Çeşitleri                       

 1.Tevliye: Bir malı mal oluş fiyatının altında satmaktır.

2) Murabaha: Alış fiyatından noksan fiyata satmaktır. Bu satış mua­meleleri, ilk bedel misliyattan olmadıkça veya kıyemiyattan [11]olup müşteri elinde bulunmadıkça sahih olmaz.
69 - Boyama, dikiş, gıda maddelerini bir yerden diğer yere naklet­me, simsar, hayvan sevk etme masrafları da ilk alış fiyatına ilâve edilir. Bu durumda satıcı "bana şu kadara mal oldu" demelidir.
70 - Satıcı kendi nafaka parasını, çoban, tabip, terbiyeci ve mual­lim ücretlerini, firarda olan kölesi için yaptığı masrafları ve kira parası­nı, ilk alış fiyatına ilâve edemez.
71 - Müşteri, mal oluş fiyatına aldığı bir malda, aldatıldığını anlarsa ücretini, mal oluş fiyatından öder (M).
72 - Kârla satışta aldatıldığını; yani kendisine söylenenden fazla kâr alındığını anlarsa, ya tam fiyata malı kabul eder (S) ve yahut ta malı ret eder.

RİBA / FAİZ [12]  

73 - Bize göre faizin haram oluşunun illeti; cins ile beraber ölçü veya tartı (F)'dır. Cins ile beraber ölçü veya tartıdan birisi bulununca, ziyadelikle satış haram olduğu gibi, bu durumda veresiye satış yapmak da ha­ramdır. İkisinden hiçbiri yoksa hem fazlasına ve hem de veresiye satış helâl olur.
Eğer; iki illetten (cins ile ölçü veya tartı) yalnız biri bulunursa fazla­lıkla satış helâldir. Fakat veresiye satış yine haramdır (F).
74 - Faize giren malların, yenisi ile eskisini cinsi cinsine mübadele (değiştirmek) etmek de aynı şekilde faize girer.
75 - Ayet ve hadislerde keylî olarak bildirilen maddeler ebediyen keylîdîr. Vezni olarak bildirilen maddelerde ebediyen veznidir [13].
76 - Sarf (parayı para karşılığında değiştirmek) akdinde alınan ve verilen paraların aynı akit meclisinde alınıp verilmesi şarttır. Sarf akdinden başka diğer ribevî maddelerin mübadelesinde ise tayin et­mekle akit gerçekleşir.
77 - Maddeleri aynı bir felsi, iki fels karşılığında satmak caizdir.
78.  a) Buğdayın; buğday unu, kavut ve kepek karşılığında satılma­sı caiz değildir. Unu da kavut karşılığında satmak caiz olmaz (SM).
b) Yaş hurmanın, kuru (SM) ve yaş hurma karşılığında aynı ağırlık­ta satılmaları caizdir.
c) Etin, hayvan karşılığında (M), pamuklu bezin de pamuk karşılı­ğında satışları caizdir.
d) Zeytinyağının zeytin, susamın susam yağı, karşılığında satışı (fa­izli muamele şüphesinden sakınmak bakımından) caiz değildir. Ancak itibar yolu ile olursa caiz olur.
79 - Dâr-ı harpte, (Müslümanların hâkimiyeti altında olmayan bir ülke) Müslüman ile Müslüman olmayan arasında faiz yasağı yoktur.
80 - Yol korkusundan emin olmak için tüccara uzaktaki bir yere götürmesi için borç şeklinde para vermek mekruhtur.

SELEM [14]     

81 - Vasıflarını tespit etmek ve miktarını bilmek mümkün olan her yerde selem satışı caizdir. Eğer malın vasıfları ve miktarı bilinmezse se­lem satışı yapmak caiz olmaz.

82 - Selem akdi ile satışın sahih olması için şartlar
1) Malın cinsini belli etmek (Buğday, hurma gibi),
2) Malın nevini belli etmek (ova mahsulü veya lor mahsulü mü ol­duğu),
3) Vasıflarını belirtmek, (Eski veya yeni, taze gibi),
4) Malın vadesini, yani teslim edileceği zamanı tayin etmek,
5) Malın miktarını belli etmek (ölçüsünü veya kilosunu belirtmek),
6) Eğer nakledilmesi gereken yük ve meşakkat var ise, malın teslim edileceği yeri bildirmek (SM),
7) Sayı, ölçü ve tartı ile satılan malların karşılığında verilen para miktarını belirtmek,
8) Selem satışı yapılan yerden ayrılmadan parayı peşinen almak.
83 - Mevsimi geçmiş ve piyasadan çekilmiş mallar (meyveler vs.)’da ve (aralarında büyük farklılıklar olacağından) mücevheratta selem akdi yapmak sahih değildir.
84 - Hayvanlarda, etlerinde (SM), baş ve ayaklarında ve derilerin­de (hayvandan hayvana bunlar farklılıklar göstereceğinden) selem yolu ile alış-veriş yapılmaz.
Tuzlu balıkların, tartılarak selem sureti ile satışları caizdir.
85 - Miktarı bilinmeyen, muayyen bir ölçü kabı ile selem akdinde bulunmak sahih olmadığı gibi; muayyen bir köyün yemeğinde de selem yolu ile alış-veriş olmaz.
86 - Elbisenin uzunluğu, genişliği, yaması, kerpicin kerpiç kalabilmesi belirtilince bunlarda selem akdi yapmak caiz olur.
87 -Teslim edilmeden önce selem ile satılan eşyada tasarruf caiz olmadığı gibi, bu malın bedelinde de tesliminden önce tasarruf caiz de­ğildir.
88 - Bir sanatkâra siparişte bulunmak istihsan deliline göre caiz olmuştur (Z). Müşteri sipariş ettiği malı görünce alıp almamakla mu­hayyer olur. Müşteri görmeden önce, sanatkârın o malı satmaya hakkı vardır. Eğer malın teslimi için bir müddet tayin edilmişse artık selem meydana gelir (SM).


SARF    

89 – Sarf; para cinslerinin birbiri ile satışı demektir. Birbiri ile satı­lan, yani mübadele (değişim, değişme, değiş tokuş) edilen bu iki paranın basılmış, dövülmüş ve külçe halinde olmaları farksızdır.
90 - Gümüş, gümüş karşılığında, altın da altın karşılığında satıla­cağı zaman eşit ağılıkta ve peşin olarak alınıp verilirler. Altın ve gü­müşte yenilik ile kuyumculuk işine itibar edilmez.
91 -Altın; altın karşılığında, gümüş de gümüş karşılığında toptan satılır ve aynı mecliste bunların eşit ağırlıkta oldukları anlaşılırsa, alışveriş akdi geçerli olur. Alınan ve satılan birbirinden farklı ağırlıkta iseler, bu akit muteber olmaz.
92 - Altın ile gümüşün birbiri ile değişimi, aynı mecliste teslim alınmaları şartı ile fazlalıklı olarak ve toptan caiz olur.
2 dirhem 1 dinarın, 2 dinar 1 dirheme, 11 dirhemin de 10 dirhem 1 dinara (Z) satışı caizdir.
93 - Bir kimse süslü bir kılıcını onun süsünden daha çok bir bedel karşılığında satarsa caizdir. Yalnız ayrılmadan önce, süs miktarınca pa­ranın alınması gerekir.
94 - Gümüş bir kap yahut bir külçe altın satan, parasının bir kısmı­nı müşteriden alıp ayrılınca aralarında ortaklık meydana gelir. Eğer ka­bın bir kısmının başka bir sahibi meydana çıkarsa, müşteri isterse hisse­sine göre kabın geriye kalan kısmını da alır. İsterse de, kabı geri verir. Fakat külçenin bir kısmının başka bir sahibi ortaya çıkarsa, hissesine göre külçenin geri kalanını da alır. Bunda muhayyer değildir.

95 - Altın ve gümüş olmayan paralarla da alışveriş caizdir. Eğer bu paralara revaç (geçerli ve değerli olma, sürüm.) az ise, alışveriş yapılırken bu parayı belirtmek lâzımdır. Bu paralar revaçta ise, belirtmeye lüzum yoktur.
Altın ve gümüş olmayan paralara alışverişten sonra revaç azalırsa satış akdi bozulur (SM).
96 - Bir kimse, sarrafa bir dirhem verip: "Bununla bana bir fulûs (altın ve gümüş olmayan para)  ve bir habbesi müstesna yarım ver" derse caiz olur. ("Bir habbesi müstesna yarım"   [15] ifadesi dirheme, geriye kalan da fulûse yorumlanır.)

ŞUF'A [16]                  


97 – Şuf’a işlemi, ancak akar olan mülklerde olur. Akarın taksim edilebilir veya taksim edilemez olması arasında fark yoktur.
98 - Şuf’a; akarı, mal sayılan bir bedel karşılığında başkasına mülk edindirmekle icab eder.
99 – Şuf’a hakkı, ancak satıştan sonra olur ve şefî'in (Şuf’a hakkı olan), satılan yerin şefî'i olduğunu söylemesi ve o yeri istediğine ait şahit tutması ile kararlaşır.
100  - Şuf’a hakkı olan, satılan akarı (müşterinin rızası veya hâkimin hükmüne dayanarak) almakla mülkiyetine geçirir.
101  - Şuf’ada, Müslüman, zimnıî, ticaret yapmasına izin verilen mükâteb   köle ve bir kısmı azad edilmiş köle eşittirler.

102 – Şuf’ a hakkı, sırası ile şu kimselerindir
1) Satılmış olan malda ortaklığı olan,
2) Satılmış olan malda (su hakkı, yol hakkı gibi) bir hakkı olan,
3) Satılmış olan yere bitişik komşu olan.
103 – Şuf’a davasını geri bırakmakla bu hak düşmez.
104 – Şuf’a hakkı olan, hâkim, huzurunda bu hakkını talep edince hâkim davalıya (muddea aleyh) sorar. Davalı, şefî'n, şuf’aya sebep olan mülkünü itiraf ederse veya davalı aleyhine delil getirilirse yahut davalı kendisine verilen yeminden bilmediği gerekçesi ile çekinirse şefî'in  mülkü sabit olur.
105 – Şuf’a hakkı olanlar birden fazla olunca; meşfû' (Şuf’a konusu olan mülk) onların (hisselerine göre değil) sayılarına göre taksim edilir.
106 - Şefî', satışı öğrendiği zaman hemen o meclisle, satılan akarı istediğine şahit tutmalıdır. Mümkün iken şahit tutmayanın Şuf’a hakkı kaybolur.
107 - Satılan akar daha henüz mal sahibinin elinde bulunuyorsa şefî', mal sahibine karşı yahut müşteriye karşı veya akarın yanında şa­hit tutar.
108 - Akar satıcının elinde olduğu zaman şefî ona karşı hasım (davacı) olur. Fakat hâkim ileriye sürülen delilleri ancak müşteri huzu­runda dinler ve sonra da satışı fesh eder, zararı da satıcıya pit kılar.
109 -Şefi', parayı hazırlayamayınca da yine davacı olmaya hakkı vardır. Fakat mahkemece lehine hüküm verildiğinde parayı hazır bu­lundurması gerekir.
110 - Bir malı satın almaya vekil olan onu müvekkiline teslim edinceye kadar şuf’ada davacı olur.
111 - Şefı'in, akara verilmiş olan bedel misliyattan ise mislini, kıyemiyattan ise kıymetini ödemesi borcu olur.
112  - Satıcı, müşteriden fiyatın bir kısmını indirmişse bu miktar şefî'den de düşer. Fiyatın yarısını indirmiş ve arkasından diğer yarısını da bağışlamışsa şefî, son yarısı karşılığında satın alır.
113 - Müşterinin fiyat artırması şuf’adar  (şefi')a lâzım gelmez.
114 - Fiyat konusunda anlaşmazlığa düşüldüğünde söz müşterinindir. Delil getirmek de şefî'a ait olur.


Şuf’a Hakkının Kalkması 

115 -Şuf‘a hakkı aşağıdaki sebepler yüzünden kalkar
1) Şuf’adarın ölümü, 
2) Şuf’adarın, şuf’a hakkının tamamından veya bir kısmından vaz geçmesi,
3) Şuf’adarın bir bedel karşılığında müşteri ile sulh olması,
4) Şuf’adarın mahkemece şuf’aya hüküm verilmeden önce malını satması ile 
5) Satılan akarın zararını satın alana tazmin etmesi,
6) Satın alandan o akarın satışını veya kirasını pazarlık etmesi ile.
116 – Şuf’a hakkı, müşterinin ölümü ile kalkmaz.
117 - Satıcının vekilinin şuf’a hakkı yoktur. Fakat müşterinin veki­linin şuf’a hakkı vardır.
118 - "Müşteri falan kimsedir" denilip şefî’ o kimse için şuf’a hak­kından vaz geçse ve sonra da başkası olduğu anlaşılırsa şefî'in şuf’a hakkı devam eder.
119 - "Akar 1000 liraya satıldı" denilip şefi' hakkından vaz geçse, sonra daha az bir fiyata yahut ölçülen veya tartılan mallar karşılığında satıldığı ortaya çıkarsa, şuf’a hakkı baki kalır.
120 – Şuf’a hakkı gerçekleşmeden önce müşterinin, şuf’ayı düşür­mek için hile yapması kötü görülmez (M). Hissesinin bir kısmını satan sonra geriye kalan hissesini de satarsa, şuf’a ilk hissede olur, başkasında olmaz.
121 - Müşteri akarı veresiye almışsa, şefi' isterse parasını hemen verir, isterse de vadesi dolduktan sonra verir ve sonra evi teslim alır.
122 - Müşteri arsaya bina yapmış olduğu halde mahkeme; şefi' le­hine karar verince, şefi' dilerse binayı kıymeti karşılığında satın alır, di­lerse de binayı müşteriye yıktırır.
123 – Şefî’,  şuf’a hakkı ile aldığı arsaya bir ev yapar da; sonra o yerin gerçek hak sahibi ortaya çıkarsa, ancak verdiği parayı geri alabilir.
124 - Ev harap olur yahut ağaçlar kurursa şefî' dilerse akarı tam fiyat karşılığında alır, dilerse de hakkından vazgeçer.
125 - Müşteri binayı aldıktan sonra yıkarsa; şefî' dilerse arsasını ona isabet eden paraya satın alır, isterse de hakkından vazgeçer.
126  - Satın alınan hurma ağaçları üzerindeki meyve şefi’nindir, müşteri onları topladığı zaman hisselerine düşen para asıl fiyattan düşürülür.

İCARE / KİRAYA VERME 

127 -  Kira; menfaatlerin satışından ibarettir. Kıyasa aykırı ola­rak insanların ihtiyacı yüzünden meşru olmuştur [17].
128 - Kirada menfaatlerin ve ücretin belli olması şarttır.
129 - Alış-verişte bedel olmaya elverişli olan mallar kira ücreti ol­maya da elverişlidir.
130 -  Kira şartlarla fasid olur.
131 -  Alış-verişte olduğu gibi,  kirada da:
1) Görme Muhayyerliği,
2) Muhayyerlik şartı,
3) Ayıp Muhayyerliği, olmak üzere üç muhayyerlik vardır.
132 - Kiradan da karşılıklı vaz geçilebilir ve fesh edilebilir.
133 - Menfaatler; belli bir müddet araziyi ekmek ve yine belli bir müddet evde oturmak gibi müddet tayin etmekle yahut elbisesinin bo­yanacağını ve dikileceğini belirtmekle ve hayvan kiralarken taşınacak yükü veya binilecek mesafeyi belli etmekle bilinir. Menfaatler işaretle de tayin edilir: "Şu gıda maddelerini taşımak için" gibi.
134 - Bir ev yahut dükkân kiralayan kimsenin orada oturma hakkı olduğu gibi istediğini de oturtmaya hakkı vardır ve dükkânda da diledi­ği işi yapmak hakkına sahiptir. Ancak (eğer baştan söylenmemişse) de­mircilik, değirmencilik ve çamaşır temizleyiciliği gibi işler kira akdinde dâhil sayılmazlar.
135 - Ziraat için kiralanan bir araziye, ekilecek şeyin beyan edilmesi yahut dilenen şeyin ekileceğinin bildirilmesi şarttır. Binmek için hayvan, giymek için elbise kiralanırken kimin binip giyeceği de belirtil­melidir. Şu kadar var ki, birisi elbiseyi giydiği veya hayvana bindiği za­man bu belli olmuş olur.
136 - Bina yapmak yahut ağaç dikmek için bir yer kiralayan, müd­detin bitiminde o yeri aldığı gibi boş teslim etmesi borcudur. Yonca (mera) da (uzun müddet arazide kalması bakımından) ağaç gibi işlem görür.
137 - Arazi, binayı yıkmakla, ağaçları sökmekle kıymetinden düşe­cek olursa mal sahibi bunların yıkılmış ve sökülmüş durumdaki kıymet­lerini kiracıya borçlanır ve onları mülkiyetine geçirir. Arazi, bunların sökülmesiyle kıymetinden bir şey kaybetmeyecekse, sahibi dilerse kira­cıya kıymetlerini ödeyip mülkiyetine geçirir. Bu, kiracının rızası ile mal sahibinin olur. Yahut kiracı ile arazi sahibinin karşılıklı rızaları ile ara­zi birinin, bina da diğerinin olur.
138 - Hayvan kiralayan ona yükleyeceği yükü, (meselâ "şu kadar öl­çek buğday" diye) belli ederse; onun gibisini veya arpa gibi daha hafifini yüklemeğe hakkı vardır. Tuz gibi daha ağır şeyi yükleyemez. Kira mukavelesinde belirtilen miktardan fazlasını yükleyip hayvan ölürse; hayvanı, o fazlalığa isabet eden kıymeti ile tazmin eder [18].
Miktarı belirtilen pamuğu yüklemek için kiralanan hayvana aynı ağırlıkta demir (hayvanın tek bir yerine ağırlık yapacağından) yüklene­mez.
139 - Binmek için hayvan kiralayan, arkasına başka birisini bindi­rip hayvanın ölümüne sebep olsa hayvanın yarı kıymetini öder.
Hayvana vurarak ölümüne sebep olan, onun tüm kıymetini öder (SM).  

 İşçi Çeşitleri ve Hükümleri    

140 – Ecir / işçi

1) Müşterek olur: Çamaşırcı ve boyacı gibi. Müşterek olan işçi ken­disinden istenen işi yapmadıkça ücreti hak edemez. Kendisine bırakı­lan mal da emanet hükmünde olur. (Kendi kusur ve ameli sebebiyle ol­madıkça telef olmaları yüzünden kıymetlerini ödemez). Ancak, kendi ameli yüzünden bu mallar telef olursa onların kıymetlerini öder: Çama­şırı ufalarken yırtmak, hamalın ayağının kayması, bağlarken ipi kopar­mak vs. gibi. Ancak gemiyi seyir ettirirken gemideki boğulan adamın ya­hut hayvanın yedeğinde veya önünde götürürken üzerinden düşüp ölen adamın diyetini vermez.
141 - Adet olan yerin dışına çıkmadıkça baytar ve kan alıcı üzerine de tazmin gerekmez.
142 –
 2) İşçi, özel olur:
Bir hizmeti görmek gibi. Koyun otlatmak için bir aylığına ücretle ça­lıştırılan kimseler gibi. Özel işçi, iş yapmasa bile kendisini teslim et­mekle ücrete hak kazanır.
143 - Özel işçi, elinde telef olan malları tazmin etmediği gibi, kasıt olmadan kendi ameli ile telef olan malları da tazmin etmez.
Ücretle köle çalıştıran mukavelede şart koşulmadı ise onunla yol­culuğa çıkamaz.


Ücrete Hak Kazanmak  


144 - Kiralanan maldan menfaat sağlanınca ve istenen iş yapılınca, mal sahibi veya işçi ücrete hak kazanırlar.
145 - Kira mukavelesinde, ücretin peşin verilmesi şart koşulunca ücretin peşin verilmesi gerekir. Peşin şartı olmadan peşin verilmişse yi­ne ücrete hak kazanılmış olur.
146 - Kiralanan mal teslim alınınca, (belirtilen müddet zarfında) ondan faydalanılmasa bile yine kira ücretini vermek gerekir.
147 - Kiracıdan mal gasp edilince kira ücreti düşer.
148 - Ev sahibi, her günün ve deveci her merhalenin ücretini iste­mek hakkına
149 - Ekmeğin tamam olması fırından çıkarılmasıdır. Yemeğin piş­mesinin tamamlanması da tabaklara konulması ile olur [19]. Kerpiç yapımı da, onun ayakta durması (SM) ile tamamlanır.
150 -  Boyacı, terzi, çamaşırcı gibi işlerinin tesirleri işledikleri mal­larda görülen kimseler, ücretlerini alıncaya kadar o malları alıkoyabilirler.  Alıkoyulan bu mallar zayi olursa kıymetlerinin ödenme­si de gerekmez (SM). Fakat kendilerine ücretleri de verilmez.
Yapılan işlerin sonucunda, ücretlerini alıncaya kadar o eşyaları yanlarında alıkoymaya hakları yoktur. Hamallar ve cenaze yıkayanlar gibi.
151 - Sanatkâr, kendisinin yapması şart koşulan bir işi başkasına yaptıramaz.
152 - Mal sahibinin kiracıya "bu dükkânda attarlık yapacaksan, ay­lığı bir dirhem, demircilik yapacaksan aylık, iki dirhemdir" demesi caiz­dir (SM). Kiracı bu ikisinden hangisini yaparsa ona göre kira ücreti öder.

Kiranın Fasid Olması ile Gereken Durum

 153 - Kira fasit olduğu zaman (kira mukavelesinde belirtilen ücret değil de) emsal ücret vermek gerekir. Bu ücret; ecr-i müsemma (akit yapılırken tayin edilen ücret)'dan fazla olamaz.

154 - Kaç aylık olduğu söylenmeden "her aylığı şu kadar liraya" ol­mak üzere bir ev kiraya verilse bu, bir ay için sahih, diğer aylar için ise, fasit olur. Ancak belirli aylar zikrederse caiz olur. Bu durumda bir ay tamamlanınca taraflardan her birinin kiraya son vermeğe hakları olur. Fakat kiracı ikinci aydan bir müddet evde oturursa, o ay için de kira ge­çerli olur. Böylece her ayın ilk gününde oturmak, akdi, o ay için sahih kı­lar.
155 - Bir kimsenin yük yükleyip Mekke'ye götürmesi için deve kiralaması caizdir. Bu kimse, yükün miktarında, âdete göre hareket eder. Devesini, gıda maddesinin yüklenmesi için kiraya veren, bu yiye­ceklerden yerse yediklerinin bedelini öder.
156 - Belli bir ücret karşılığında sütanası kiralamak caizdir. Bu sütanasının, yedirilmesi ve giyiminin de akde dâhil edilmesi caiz olur (SM). Sütanası kiralayan, kocasının,  bunun ailesi ile cinsî münasebette bu­lunmasına engel olamaz.
157. a) Fıkıh ve Kur'an öğretmek, imamlık yapmak, ezan okumak ve hac etmek gibi bir takım farz olan ibadetleri yapmaya karşılık ücret vermek caiz değildir. Sonradan gelen fıkıhçı arkadaşlarımızın bir kısmı "zamanımızda, imamlık yapması ve Kur'an öğretmesi için ücretle biri­nin tutulması caizdir" derler. Fetva da buna göre verilmiştir.
b) Günah olan işleri yapması için ücretle birini tutmak caiz olmaz. Örnek:
Şarkıcılık, ölü arkasından sayıp dökmek vb. şeyler gibi.
158 - Döl yapsın diye kiralanan teke için ücret almak helâl deği­ldir [20].
159 - Hamamcının ve kan alan kimsenin ücret alması helâldir.
160 - Yiyecek maddesini yüklemek için ondan bir ölçek karşılığında hayvan kiralamakla akit fasit olur.
161 - Terziye, boy palto dikmesini söylediğini iddia edene karşı, ter­zi de "yelek yapmamı istedin" derse söz elbise sahibinindir ve kendisine yemin verilir. Yemin ederse terzi kumaşın kıymetini öder.
162 - Elbise sahibi, terziye, ücretsiz diktiğini söyler, terzi de ücret karşılığında diktiğini iddia eder ve bu anlaşmazlıkları elbise dikilme­den önce olursa evvelâ elbise sahibi, sonra da terzi olmak üzere her ikisi de yeminleşirler. Elbise dikildikten sonra anlaşmazlık başlamışsa söz elbise yaptıranındır.
163 - Ev harap olduğu, arazinin ve değirmenin suyu kesildiği za­man kira akdi bozulur.
164 - Taraflardan biri, kira akdini kendisi için yapınca, öldüğü za­man akit fesh olur. Akdi başkası adına yaptıysa (vâsi, veli, vakfın kayyumu ve vekil gibi), ölümü ile akit fesh olmaz.

Kirayı Fesh Eden Özürler


165 - Özür sebebi ile kira akdi fesh olur. Şöyle ki: Ticaret yapmak için dükkân kiralayan iflâs ederse yahut bir malını kiraya verenin üzerine borç lâzım gelip başka da malı bulunmasa kira akdi fesh olur.
166 - Yolculuk için bir hayvan kiraladıktan sonra yolculuğa gerek kalmazsa yine kira akdi fesh olur. Fakat mal sahibinin bir işi çıkarsa bu özür sayılmaz.

REHİN [21]  

167 - Rehin; bir alacağı, bizzat tazmini gereken ve alacağın (gerek­tiğinde) ondan alınması mümkün olan bir mal ile teminat altına alma sözleşmesidir.
168 - Rehin akdi ancak merhûnu (rehin verilen mal) ele geçirmek yahut tahliye [22] ile tamamlanır. Kabz ve tahliyeden önce râhin isterse malını teslim eder, isterse de rehin vermekten vaz geçebilir.
169 - Rehinin sahih olabilmesi için
a) Rehine verilen malın belli ve elde edilmesi mümkün olması,
b) Başkası ile ilişkisi olmaması,
c) Başkası ile ortak ise, taksim edilmiş olması gereklidir.
170 - Rehin, onu kabz eden alacaklının kefaleti altına girer.
171 - Rehin, borçlunun mülkü olarak helak olur ve hatta tekfin masrafları da borçlu üzerine düşer. Alacaklı, helak olan rehinin maliye­tinden alacağı kadarını hükmen almış sayılır. Alacağından fazla olan kısım yine yanında emanet olarak kalır. Eğer rehin olan mal alacağın­dan az ise, onun miktarı kadar borç düşer.
172 - Rehinin, alacaklı tarafından kabz edildiği gündeki, kıymeti­ne itibar edilir.
173 -Alacaklı rehini
a)  Bir başkasına emanet olarak verirse,
b) Ya­hut satarsa,
c)  Kiraya verirse,
d)  Başkasına ödünç verirse,
e)  Borcuna karşılık, ayrıca başkasına rehin verir ve bunlara benzer tasarruflarda bulunursa bütün kıymeti ile onu tazmin (zararı öder) eder.
174 - Rehin olarak verilen malın nafakası ve çoban ücreti borçluya aittir.
175 - Rehindeki herhangi bir artma ve çoğalma [23]da borçlunundur. Bu artış asılla beraber rehin olur. Ancak bu artış helak olursa onu elinde bulunduran alacaklının tazmin (ödemesi) etmesi gerekmez.
Eğer artış kalıp, asıl rehin helak olursa; alacaklı, alacağının artışa düşen miktarı karşılığında onu elinden çıkartır. Bu durumda borç, asıl rehinin alındığı gündeki, kıymeti ile artışın iade edildiği gündeki kıy­meti arasında taksim edilir ve asıla isabet eden borç düşer.
176 - Rehini ziyade etmek (başka bir malı da rehin olarak ilâve et­mek) caiz (Z), fakat borcu arttırmak caiz değildir (S).
177 - Bir rehin, her iki borç karşılığında rehin olamaz.
178 - Rehinin korunmasına ait yer kirası alacaklıya aittir. Rehini korumak alacaklının vazifesidir. Bizzat kendisi koruduğu gibi, ailesi, çocuğu ve evinin hizmetçisi de koruyabilir.
179 - Alacaklının, rehinden faydalanmak hakkı yoktur.
180 - Borçlu, alacaklıya rehini kullanması için izin verir ve o da kul­lanırken zayi olursa, tazmini (zararın ödenmesi) gerekmez.

Dirhem ve Dinar Paraların Rehin Verilmesi 

181 - Dirhem ve dinar paraların rehin olarak verilmesi caizdir.
182 - Bu paralar kendi cinslerinden olan borç karşılığında rehin ve­rilip mürtehin  (alacaklı) elinde zayi olsalar (kıymetlerince değil de) miktarlarınca borç düşer. Yenilik ve eskilik, yani kıymet bakımından, alacak ile rehin mal arasında fark da olsa bütün ölçü ve tartı ile verilen mallarda hüküm miktarlarına göredir.
183 - Sarf akdinin bedeli ve selemin sermayesi karşılığında rehin verilmesi sahihtir. Akit meclisinden ayrılmadan önce rehin verilen mal zayi olursa selem ve sarf akitleri tamam olur ve borç da verilmiş sayılır. Taraflar birbirinden ayrıldıktan sonra zayi olursa rehin durur, fakat sarf ve selem akitleri iptal olur.
184 - Vaat edilmiş bir borç karşılığında rehin almak sahihtir. Eğer verilecek olan borç karşılığında konulan rehin, mürtehin elinde zayi olursa; mürtehin, vaat ettiğini borçlusuna vermek mecburiyetindedir.
185 - Bir kimse bir malı ona karşılık muayyen bir şeyi rehin bırak­mak üzere satın alır ve sonra onu rehin olarak bırakmaktan vaz geçerse zorlanamaz. Bu durumda satıcı isterse rehinden vazgeçer, isterse de satmaktan vazgeçer. Müşteri hemen parasını öder veya birinci rehin kıymetinde başka bir şeyi rehin olarak bırakırsa satıcının vazgeçme hakkı kalmaz.
186 - Borcuna karşılık rehin olarak, iki köle veren, verdiği kölelerden biri­ne düşen borç miktarını ödese, geri kalan borcunu da ödemedikçe kölelerden hiç birini alamaz.
187 - Bir malın iki alacaklıya birden rehin verilmesi caizdir. Bu re­hin her ikisinin de hissesini içine alır. Birine olan borç ödenince tümüyle diğeri yanında rehin olarak kalır.
188 - Mürtehinin, borçludan alacağını istemeğe ve (vadesini uzat­masından dolayı) hapsettirmeğe hakkı vardır.
189 - Mürtehin, alacağının ödenmesini sağlamak için rehini sata­maz.

Borçlunun Rehin Verdiği Malı Satması 

190 - Borçlu, rehin verdiği malı satarsa bu akit alacaklının iznine yahut alacağının ödenmesine bağlı kalır.
191 - Borçlu, rehinde olan kölesini azat ederse azadı geçerli olur. Borcun hemen ödenmesi gerekiyorsa alacaklı alacağını ister. Tehirli bir borç ise kölenin yerine, onun kıymetinde bir mal rehin verilir.
Borçlu fakir ise; köle kıymetinden ve borçtan az olanını tedarik için kazanç sahasına atılır. Borçlu zengin ise; köle efendisine ödettirir.
192 - Rehindeki mal bir başkası tarafından zayi edilse; mürtehin, zayi olduğu gündeki kıymetini ona ödettirir. Onun bu rehinden faydalanmaya hakkı da yoktur.
193 - Alacaklı, yanında rehin olan malı sahibine ödünç verip o da bunu kabz ederse alacaklının zimmetinden çıkar. O mal, esas sahibi olan borçlunun elinde zayi olursa alacaklının bir şey ödemesi gerekmez.
194 - Taraflardan her ikisinin rehini yed-i adle (her ikisinin de güvendiği bir kimseye) bırakmaları caizdir. Akit yapılırken her iki taraf da rehinin yed-i adl'de kalmasını şart koştularsa bu malı hiç birisi ondan geri alamaz.
195 - Adl'in elinde zayi olan malı (kendi elinde zayi olmuş gibi) ala­caklı tazmin eder.
196 - Borçlu, rehindeki malının satımına alacaklıyı veya bir başka­sını vekil tayin edebilir. Rehin akdi yapılırken bu vekâlet şart koşulursa borçlunun ölümü veya vekilini azletmesi ile vekâlet ortadan kalkmaz.
197 - Borçlu ölünce vasisi rehindeki malı satıp borcunu öder. Vâsi yoksa hâkim tarafından bu iş için bir vâsi tayin edilir.
198 - Borçlunun rehin vermek için ödünç mal alması caizdir. Ödünç veren tarafından herhangi bir kayıt konulmamışsa, dilediği borcuna karşılık onu rehin verir. Kime, hangi çeşit ve ne miktar borç verilebilece­ği tayin edilmişse, borçlunun bunda artırma ve eksiltme hakkı yoktur.

KISMET / HİSSELERİN BÖLÜNMESİ [24]

199 - Birbirinden farklı olmayıp ölçü ve tartı ile satılan mallarda if­raz (hisseleri birbirinden ayırarak paylaştırma) yönü daha üstündür.
Akar ve hayvan gibi birinden diğerine farklılık gösteren malların taksiminde de mübadele [25] (bir hissenin diğer hisse ile değiştirilmesi) yönü üstün gelir.
200 - Aynı cins malların taksiminde, ortaklardan biri taksime ya­naşmazsa mecbur edilir. Taksim edilecek ortak mallar ayrı ayrı cinsler­den olunca taksime yanaşmayan ortak zorlanamaz.
201 - Ortakların kendi kendilerine taksim yapmaları caizdir. Çocu­ğun yerine velisi veya vasisi taksim yapar.
Mahkemeden taksim yapması istenince; hâkimin, âdil, güvenilir ve taksim işini bilen birisini bu iş için tayin etmesi gerekir. Bu kimsenin geçimi (yaptığı iş, hâkimin hükmü gibi çekişmeyi kaldırdığından) devlet hazinesinden sağlanır. Veya malları taksim edilenlerden alacağı bir üc­ret takdiri yapılır. Bu ücret hisse miktarlarına göre değil de kişi başına göre verilir (SM).
202 - Bir şehirdeki bütün halk bir tek taksim ediciyi tutmak için zorlanamaz. Müteaddit taksim edicilerin birbiri ile ortak olmasına mü­saade edilmez.
203 - Ortaklaşa ellerinde bir akar bulunduranlar, miras olduğunu iddia ederek mahkemeden taksim etmesini isteseler hâkim, mal sahibi­nin ölümünü (SM) ispat (F) ve mirasçıların adedini beyan etmedikleri müddetçe taksimi yapmaz. Varislerden iki kişi hâkimin huzuruna gele­rek, mal sahibinin öldüğüne ve mirasçıların sayısına ait beyyine ikame edip kendilerinden başka orada bulunmayan bir mirasçının daha bulun­duğunu ispatlasalar hâkim akarı taksim eder. Ancak akar, bulunmayan mirasçının elinde bulunuyorsa taksim yapılamaz. Satın alma işinde ise hepsi bulunmadıkça taksim yapılmaz. Eğer mirasçılardan biri bulunup beyyine de ikame etse yine taksim yapılamaz.

Ortaklardan Birinin Taksim İstemesi

204 - Bütün ortaklar kendi hisselerinden fayda temin edebiliyorlarsa onlardan biri isteyince taksim yapılır. Eğer ortaklar zarar görüyorlarsa taksim yapılmaz.
İki ortaktan biri taksimden sonra hissesinden fayda sağladığı halde, diğeri zarar görecekse; faydalananın isteği ile hâkim taksim yapar.
205 - Mücevher, köle (SMF), hamam, iki ev arasındaki kuyu, duvar ve değirmen ortakların rızası olmadıkça taksime tabi tutulmazlar [26].
206 - Müşterek olan konaklar, araziler ve dükkânlardan her biri ayrı ayrı taksim edilir. Her ev ise ayrı bir hisse olur[27].
Binanın üst katındaki iki hisseye karşılık alt kat bir hisse olur (SM) [28].
207 - Paralar, ortakların rızası olmadıkça taksime dâhil edilmezler.

Taksim Edenin Yapması Gereken İş


208 - Taksim edicinin, ortaklar arasında kur'a çekmesi gerekir. Kur'a da herkes kendi ismine çıkan hisseyi alır.
209 - Hâkim veya onun vekili taksim yaptığı zaman bundan hiçbir hissedarın dönmeğe hakkı yoktur.
210 - Ortaklardan birine düşen hissede, diğerine ait önceden şart koşulmayan suyolu veya yol bulunur ve bunları başka tarafa döndürme­nin de imkânı olmazsa taksim fesh edilir.
211 - Ortaklar, hisselerini aldıklarını ikrar ettikten sonra onlar­dan biri kendine düşen hissenin bir kısmının ortağının elinde olduğunu iddia etse delilsiz kabul olunmaz. Bölenlerin, ortaklar arasındaki anlaş­mazlıklarda şahitliği kabul edilir.
Hissedarlardan biri hissesini aldığını, fakat sonra ortağının kendi­sinden geri aldığını söylerse bu iddiasını ispat etmesi gerekir. Yahut hasmına yemin ettirilir. Eğer bu iddiasını, kendine düşen payı aldığını ikrar etmeden önce yaparsa davalı ve davacı her ikisi de yemin eder ve taksim de fesh edilir.
212 - Hissedarlardan birine düşen hissenin bir kısmına bir başkası sahip çıksa (taksim fesh edilmeyip) o yerden kendi payına düşeni ortak­larından alır.

Muhâye'e / Menfaati Bölüşme

213 - Menfaati bölüşmek "istihsal"i deliline göre caiz olmuştur. Ortaklardan birinin yahut hepsinin ölümü ile menfaati bölüşme akdi bozulmaz. Ortaklardan birinin taksim istemesi ile muhâye'e akdi bozulur.
214 - Bir konakta iki ortağın nöbetleşe oturmaları yahut alt katta birisinin üst katta diğerinin ikamet etmesi üzerine yapılan anlaşma ca­iz olur.
215 - Ortaklardan her birinin kendine düşen menfaati (kendisi kullanabildiği gibi) kiraya vermeye ve gelirini almaya hakkı vardır.
216 - Ortak bir kölenin, bir gün bir efendisine bir gün öbür efendisi­ne hizmet etmesi üzerine yapılan anlaşma geçerlidir. Küçük bir ev hakkındaki hüküm de böyledir. İki ortağın iki kölesi varsa her köle bir ortağa hizmet eder.
Köle hangi ortağa hizmet ediyorsa yemeğini de onun vermesi şart koşulabilir. Fakat elbise için bu şart muteber olmaz.
Ortak olan bir kölenin nöbetleşe gelirini almak caiz olmadığı gibi iki köle hakkında da bu caiz değildir (SM).
217 - Bir hayvana nöbetleşe binmek (hâkimin hükmü ile) caiz ol­madığı gibi ortak iki hayvan için de caiz olmaz [29].
218 – Ortak ağaçlardan bir kısmının meyvelerini biri,  diğer kısmın meyvelerini de öteki ortağın toplaması, sürünün bir kısmının bir ortak, öteki kısmının da diğer ortak tarafından sağılması ve yavruları­nın alınması üzerine yapılan akit caiz olmaz. (Hâsılat yine aralarında müşterek olur).
219 - Müşterek (ortak) bir köleleri ve bir de evleri olan iki ortağın nöbetleşe köleyi istihdam etmeleri ve evde oturmaları caizdir. Menfaatleri değişik olan her şeyde, bunlar gibi muhâye'e akdi sahih olur.



220 - Adalete uygun hüküm vermek vazifelerin en üstünü ve iba­detlerin en şereflisidir.
Hâkimin müçtehit olması en uygundur. Böylesi bulunmazsa, şahit olma şartlarını kendinde toplayan, dininde, emanete riayetinde, akıl ve anlayışında kendisine güvenilen, fıkıh ve sünneti bilen kimselerin tayin edilmesi gerekir. Müftü olacak kimseler de böyle olmalıdır.
221 - Hâkimlik vazifesini almak için can atmak doğru değildir. Adaletle hüküm vermekde acze düşeceğinden korkan kimsenin de, bu vazifeye girmesi mekruh olur. Bu vazifeyi yerine getirmede kendine gü­veni olan birisi için ise böyle bir mahzur yoktur.
Yetkili kimse olmadığından hâkimlik işi kendisine kalan kimsenin bu vazifeyi görmesi farz olur.
Edeb; insanlarla iş yapmak ve geçinmek hususunda beğenilen bir huya ve güzel ahlâka sahip olmak demektir.
Hâkimin edebi de, dinin gösterdiği adaleti yaymak ve zulmü yok etmek, bir ta­rafa meyil etmemek, hukukî hadleri yerine getirmek ve sünnet yoluna gitmek­tir.
Kaza; kelimesinin lügatte pek çok manaları vardır: İlzam etmek, haber vermek, bir işi bitirmek, takdir etmek, bir şeyi diğer şeyin yerine koymak, onun manaları arasındadır.
Hukuk dilinde kaza;   "amme velayetini üzerine alan bir kimsenin söylediği geçerli bir söz"dür. Kazanın bu tarifi içinde lügat manaları da vardır.
Hiç bir peygamber yoktur ki, Allah ona kaza etmesini emretmiş olma­sın. Allah:
a.       Hz. Adem (AS)'e:  "Halife" ismini koymuştur.
b.       Hz. Muhammed (SAV)'e: "İnsanlar arasında Allahın indirdiği hükümlerle hüküm ver."     (Mâide, a: 49) demektedir.
c.        Hz. Davut (S.A.): "İnsanlar arasında hak (ve adaletle) hükmet. (Hükmünde) heva ve hevesine tâbi ol­ma ki bu, seni Allah yolundan saptırır" (Sad, a: 26) buyurmaktadır.
Kaza etmek, hüküm vermek; iyiliği emretmek, kötülükten vaz geçir­mek, hakkı açıklamak, mazlumu zalimden kurtarmak, hakkı sahibine kavuşturmaktır. Allah kanunlarını bu işler için koydu, peygamberlerini bunlar için gönderdi.
·         Zalim devlet reislerinin hâkimliğe tayin teklifini kabullenmek ca­izdir.
222 - Kadının, şahitliğinin kabul edildiği sahalarda hâkim olması caizdir (F).
223 - Kaza vazifesini devralan hâkim kendisinden önceki hâkimin dava dosyalarını ister, tutulan sicil ve haritaları gözden geçirir.
224 - Yeni tayin olunan hâkim, emanetler konusunda ve vakıflara kaldırmada ileriye sürülen delillere yahut ellerinde bulunduranların itiraflarına göre hüküm verir. Vazifesinden azl edilmiş bir hâkimin sözü ile hareket etmez. Ancak dava dosyalarını bu azledilen hâkim kendisi­ne teslim etmişse onun sözü ile hüküm verir.
225 - Hâkim, hüküm için mescitte açık bir yere oturur. Davaya ca­mide bakması ise daha uygun olur [30].
226 - Hâkim yanında, bir tercüman ve bir de Müslüman kâtip bu­lundurur. Bu kâtibin hukuk konularını bilmesi gerekir.
227 - Hâkim davacı ve davalıyı muhakeme ederken onları karşı­sında eşit vaziyette oturtur. Onlara yönelişinde, bakışında ve işaretle­rinde hep eşit hareket eder.
Hâkim, hasımlardan biri ile fısıldaşmaz ve delilini ona telkin etmez. Birini bırakıp da diğerine gülümsemez ve hiç birisi ile şakalaşmaz. Biri­ni bırakıp da diğerine ziyafet veremez.
228 – Hâkim kendisine, hâkim olmadan önce hediye vermeyen bir yabancısının hediyesini kabul etmez.
Hâkim özel davetlerde bulunamayıp ancak umumî davetlerde ha­zır bulunur. Hastaları ziyaret eder, cenazelere katılır.
229 – Hâkime; üzüntü, uyku, kızgınlık gelir ve acıkır, susar veya herhangi hayvanı bir ihtiyaç arız olursa hüküm vermekten geri durur.
Dava yerinde kendisi için ne bir şey satabilir ve ne de alabilir.
230 - Bir hâkim, hüküm verme yetkisini başkasına veremez. Ancak kendisine böyle bir yetki verilmişse yerine başkasını geçirebilir.
231 - Hazır bulunmayan bir davalı aleyhine, onun yerine geçen (ve­kili veya vasisi) bulunmadıkça hüküm verilemez. Yahut hazır bulunmayan için iddia edilen şey, hazır bulunan için iddia edilen şeyin sebebi olursa yine bulunmayan davalı aleyhine hüküm verilir [31].

Hâkimlik ve Bir Hâkime Başka

Bir Hâkimin Kararının Arz Olunması

232 – Hâkime, başka bir hâkimin kararı arz olunduğu zaman bu ka­rar; kitap, meşhur sünnet veya icmaya aykırı değilse imzalar.
233 - Bir hâkimin, lehine şahitlik yapması kabul olunmayan birisi için hüküm vermesi caiz olmaz. Kendisini hâkimliğe tayin eden kimse­nin leh ve aleyhindeki davalara ise bakabilir. Hâkim, milletin vekilidir, kendisini tayin eden idarecilerin vekili değildir. Bu bakımdan kendisini tayin eden reisler ölse bile onun hâkimliği devam eder.
234 - Hâkimin kendi hâkimliği zamanında ve bölgesinde kul hak­larından olduğunu bildiği bir davaya bakması caiz olur.
235 - Nikâh, boşanma ve alışveriş gibi akitlerde ve mevcut bir akdin feshi konusunda yalancı şahitlerin (tezkiyelerinden sonra) şahadetlerine dayanılarak verilmiş olan bir hüküm, hem insanlar ve hem de Al­lah katında (SM) geçerli olur [32]. Bağış ve miras da böyledir.
236 – Davacı (müdde'i)’nın,  muhakeme sonunda haklı olduğu an­laşılır da, borçlusunun haps edilmesini isterse, hâkim haps etmeyip üze­rindeki borcu ödemesini emreder. Eğer ödemekten kaçınırsa haps eder. Borçlu fakir olduğunu ikrar ederse serbest bırakılır.
237 - Borçlu fakir olduğunu ileriye sürerken, alacaklı zengin oldu­ğunu iddia eder ve hâkim de onun zengin olduğunu biliyorsa yahut borç, malın bedeli olan bir para veya borç olarak verilen bir mal ve bir para ise yahut kefalet ve mehir gibi üzerine aldığı bir borç ise veya karısını mal karşılığında boşamasından doğan ve bunlara benzer şeylerin borcu ise hâkim borçluyu haps eder. Bu türlü borçların haricinde fakir olduğunu iddia eden borçlu tutuklanmaz. Ancak varlıklı kimse olduğu ispatlanır­sa yine tutuklanır.
238 - Borçluyu bir müddet haps eden hâkime, "eğer malı olsaydı or­taya çıkarırdı" diye bir kanaat gelirse onun durumunu araştırır, malı çıkmazsa serbest bırakır. Bununla beraber zengin olduğu ispatlanırsa hapsi uzatılır.
239 – Erkek, karısının nafakasından dolayı haps edilir.
Bir baba çocuğuna olan borcundan dolayı haps edilmez. Ancak ço­cuğuna nafaka vermekten kaçınırsa haps olunur.


240 - Şüphe ile düşmeyen [33] bütün hukuk davalarında bir hâkimin diğer bir hâkime gönderdiği yazı kabul edilir. Bu yazışma, nikâh, borç, gasp, inkâr edilen emanetler, şirketi mudarebe, nesep ve akar davala­rında yapılır.
Menkul mallar  (taşınabilen mallar)la ilgili davalarda bu yazışma kabul edilmez.
241 - Yazının, hangi hâkime ait olduğunu ispatlayan, bir beyyinesi (delili) olmadıkça nazara alınmaz. Ayrıca yazı gönderilen hâkimin de yazıda belirtilmesi gerekir. Bundan sonra da dilerse:  "Müslümanların hâkimlerinden yazı kendisine ulaşan herkese, Müslüman olmayan hâkimlere değil" kaydı konulur.
Hâkim, tanzim ettiği yazıyı şahitler huzurunda okur ve içinde olan şeyleri onlara anlatır, sonra huzurlarında yazıyı mühürler. Şahitler de o yazıda olan şeyleri bellerler.
Şahitlerin isimleri baba ve dede adları yazıya dâhil edilir. Ebû Yu­suf hâkimliğe başlayınca bu söylenen kayıtlardan hiç birini şart koşma­dı. Serahsî de: Halka kolaylık olsun diye Ebû Yusuf’un görüşünü benimsemiştir. Tabiî ki hiç bir zaman haber almak, görmek gibi olmaz.
242 - Yazı, davaya bakan hâkime gelince, mührüne bakar. Şahit­ler;  "bu yazının falan hâkimin olduğuna ve hüküm meclisinde kendileri­ne teslim ettiğine, kendilerine okuyup mühürlediğine"   şahitlik yapınca, hâkim mektubu açar ve hasma karşı onu okur ve içindekilerle hasmı il­zam eder. Hasım mahkemede bulunmayınca hâkim bu gelen yazıyı ka­bul etmez.
243 - Yazıyı gönderen hâkim ölür veya vazifesinden azl edilirse ya­hut yazısı yerine varmadan önce kazai ehliyeti (yargısal yetkisi) alınırsa bu yazı iptal olur. Yazının gönderildiği hâkim de ölürse yine iptal olur. Ancak yazının altına gönderilen hâkimin isminden sonra;   "Müslümanların hâkimlerinden kendisine ulaşan herkese", diye bir kayıt konuldu ise, is­mi yazılan hâkim ölse de bu yazı geçerli olur.
244 - Hasmın ölümü ile yazı iptal olmayıp mirasçılarına geçer.
245 - Hasım, yazının gönderildiği hâkimin bölgesinde yoksa ve da­vacı onun delilini dinlemek ve onun için hasmı,  (davanın bulunduğu yerdeki) hâkime bir mektup yazmak isterse yazar. Bu mektuba ilk gelen yazının bir nüshasını veya o manada bir yazı koyar. 
Hakem Tâyin Etmek 
246 - Davacı ve davalının, bir kimseyi aralarında hüküm vermek için hakem tayin etmeleri caiz olur (F).
247 - Şüphe ile düşen (kısas ve had) davalarında hakem tayin et­mek caiz değildir.
248 - Hakemin, hüküm vermeğe ehil olması şarttır.
249 - Hakem tayin edilen; delilleri dinler, tarafların ikrarına, ye­minden dönmelerine ve çekinmelerine göre hüküm verir. Hakemin ver­diği hükmü her iki tarafın da yerine getirmesi gerekir.
250 - Davalı ve davacıdan, her birinin hüküm verilmeden önce ha­kem tayini işinden dönmeğe hakları vardır.
251 - Hakemin verdiği karar, bir kadıya havale edilirse mezhebine uygun görürse imzalar. Uygun değilse bu kararı bozar.
252 - Hakemin, lehlerine şahitlik yapamayacağı kimselerin (ana-baba, aile ve çocukları) lehine hüküm vermesi caiz olmaz.

---------

DİPNOTLAR VE AÇIKLAMALAR

[1]. Bey: Alış-veriş.
Lügâtte: Mutlak bir mübadele ve değişimdir, ister mal ve ister başka bir şeyi olsun satın almak da böyledir. Allah Teâlâ:  "Şüp­hesiz ki Allah, hak yolunda (muharebe ederek düşmanları) öldürmek, kendileri de öldürülmekte olan müminlerin canlarını ve mallarını kendilerine, cennet (vermek) karşılığında  satın almıştır- Tövbe: a. 111.” buyuru­yor.
Başka bir ayette de: "Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı, mağfirete bedel azabı satın almış kimselerdir. -  Bakara, a: 175" denilir.
Hukukta alış-veriş:  "Kıymeti olan bir malı, yine kıymeti olan diğer bir mal karşılığında mülk edinmek ve edindirmek kaydı ile değiştirmektir."  Eğer ma­lın kendisi değil de menfaati bir bedel karşılığında başkasına devredilirse o bey'e, icare (kira) veya nikâh denilir. Eğer karşılıksız ise ona hibe (bağış) denilir.
Alış - verişin meşruluğu;  kitap, sünnet ve aklî delillerle sabittir. Allah Teâlâ Kur'an'da:  "Allah alış-verişi helâl, rîbayi  (faizi) ise haram kılmış­tır. — Bakara, a: 275" diyor.
Yine: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğerki (o mallar) sizden karşılıklı bir rı­zadan (doğan) bir ticaret (malı) ola...- Nisa, a: 29" der.
Sünnete gelince: Hz. Muhammed (S.A.V) Peygamber olarak gönderildi­ği zaman insanlar ticaret yapıyorlardı. Peygamberimiz (S A.) onlara dokun­mayıp, işleri üzerinde serbest bıraktı. Kendisi de bizzat veya vekili vasıtası ile satın aldı ve sattı. Ticaretin meşruluğunda âlimler birleşmişlerdir. Akıl yönünden de ticaretin meşruluğuna olan ihtiyaç mühimdir. Çünkü insanlar diğerlerinin elindeki yiyecek,  içecek, ticaret malı ve paraya muhtaç­tırlar. Bunları elde etmenin alışverişten başka yolu yoktur, insanların cimriliği ve mala olan sevgileri ellerindeki malı karşılıksız çıkarmaya engeldir. Böylece karşılıklı ödeşmeye ihtiyaç vardır, insanların, ihtiyaçlarını gider­meğe yol bulmaları gerekir. Alış - verişin esası; icap (sattım, sana verdim) ve kabul  (razı oldum)’dur. Bu ikisi, hükmün bağlı olduğu rızayı gösterirler. Bu ikisi anlamında olan söz de böyledir.
Akdin şartı: Maldır ve satanın ticarete ehil olmasıdır. Yoksa sahih ol­maz.
Akdin Mahalli: Maldır ve hukuk yönünden ondan bahsedilir. Karşılık’in sabit olmasıdır.
Hükmü: Kesinleştiği zaman veya bir şeye bağlı olup izin verildiğinde alan için mülkiyetin satan için de bedel olmadan alış veriş kesinleşir.
İcap: Sattım, sana verdim.
Kabul: Razı oldum anlamındadır.
[2]. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku.
Kafîz:  12 sa' miktarında bir ölçü âletidir. (1 sa1 = 2.917 kilogramdır). Kafîz aynı zamanda yer ölçme aletidir. (Eski Araplarda kullanılan hacim ölçüsüdür. Kafîz: 33 lt - Sâ'  ise, 2.75 lt’dir.  Yani 1 Kafiz, 12 Sa’ya eşittir. – akn)

[3]. Susam, pirinç, ceviz ve badem de buğday ve bakla gibidir. Hz. Muhammed (S.A.V)'in, beyazlanıp hastalıktan kurtuluncaya kadar başağı üzerindeki buğdayın satışını yasakladığı nakledilmiştir. Olgunlaşan buğday istifade edi­lecek durumda olduğundan satışı caizdir. Satıcının, ekinini harman edip yabalaması vazifesidir. Döşekteki pamuk da aynıdır. Satıcının çıkarıp atarak teslim etmesi borcudur. Fakat meyve ve üzüm toplamak, soğan ve kökleri çıkartmak ve benzeri şeyler kendi yerlerin­de işleme tâbi olduğundan ve örf olarak alana aittir.
[4]. Yol bellidir. Suyolu ise suyun aktığı yerdir ve belli değildir. Çünkü genişler ve daralabilir.
 [5]. Kıymetine göre satılan mallara Kıyemî denilir. Bunlar çarşı ve pazarda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatça farklı olan şeylerdir. Yazma kitaplar, işlen­miş kaplar, hayvanlar, karpuz ve kavun gibi meyveler bu çeşittendir.
[6]. Misliyle satılan mallara misli denilir. Bunlar arasında fiyatın değişmesini gerektiren bir farklılık yoktur. Kendi gibileri bulunan şeylerdir. Ölçü ve tartı ile satılan mallar, ceviz ve yumurta gibi her biri birbirine yakın olan şeyler bu çeşittendir. (Bak. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku).
 [7].   Ümm-ü Veled: Efendisinden çocuk yapan cariyedir.
Müdebber: Efendi: "ben öldükten sonra kölem hürdür” derse bu köleye müdebber denilir ve efendisi­nin ölümüyle hürriyete kavuşur
[8].   Müzabene: Ağaç üzerindeki yaş hurmanın yerdeki kuru hurma karşılığında karara bağlanan bir ölçüde satılmasıdır.
Muhakale: 1. Başaktaki buğdayın başaktan arınmış buğdayla kararlaştırılan ölçüde satılmasıdır. 2. (Başka bir deyişle);   olmamış ekini, ölçüsü belirli bir yiyecek karşılığında satmaktır.
[9].  Tecil etmek para için meşru’dur. Malı tecil etmek olmaz.
Mihrican/Mehrican: İranlılarda bir bayram. Ağustos sonunu, sonbaharın başlangıcını anlatır. Kürtçe'de 'sonsuz sevgi 'anlamına gelir. Ayrıca kürtlerin 31 ağustos'da kutladıkları bayramın da adıdır (yanlış hatırlamıyorsam.
 [10]. Bu iş şöyle olur: Taşradakinin getirdiği malı alan şehirli; malı, şehre indiği zamandaki mevcut fiyatından daha yükseğine satmak için; şehir halkının za­rarına olarak malı satışa arz etmeyip depolar. Eğer bu işin, şehir halkına za­rarı yoksa ve ayrıca taşralıya da menfaat sağlıyorsa mekruh değildir.
 [11]. Mislî ve kıyemî tabirleri için 5 ve 6 nolu dip notlara bak.
[12]. Riba: Lügatte, fazlalık manasınadır. Şeriatta ise; aynı cins malların birbiri ile karşılıklı satış akdinde şart koşulan bir fazlalıktır.  Riba; (Faiz)  Kuranda yasaklanmıştır: "Allahüteala alış-verişi helâl, faizi ise haram kıldı - Bakara, a: 275" ve diğer bir ayette de “faizi yemeyiniz -Al-i İmran, a: 130” buyurulur.
Faizin haram olduğu Hz. Muhammed (SA.V)'in sözlerinde de açıkça ifa­de edilmiştir. Şu hadis bunun en güzel misalidir:
“Altın, altın karşılığında; ağırlık ölçüsü ile peşin olarak, misli misline satılır. Fazlalık faizdir. Buğday, buğday karşılığında, peşin olarak, ölçekle misli misline satılır; fazlalık faizdir. Arpa, arpa karşı­lığında; peşin olarak, ölçekle, misli misline satılır; fazlalık faizdir. Tuz, tuz karşılığında, ölçekle peşin olarak misli misline satılır; fazla­lık faizdir -- Buhari ve Müslim”. 
Bu hadisin hük­münün başka maddelere de şamil olduğunda icma vardır.
[13]. Keylî: ölçü aletleri ile ölçülen maddelerdir. Buğday, arpa, hurma, tuz v.s.
Veznî: Tartılan maddelerdir. Altın, gümüş, yağ, şeker gibi.
 [14]. Selem: Lügatte Öne almak ve teslim etmek demektir. Fıkıhta ise: Peşin paraya veya peşin mala karşılık veresiye bir mal almaktır.  Selem, kı­yasa aykırı olarak meşru olmuştur, çünkü bu, bir mal olmadan önce onu satmak­tır. Bunun meşruluğu şu ayete göredir: Ey iman edenler (yaptığınız alışveriş sonunda) muayyen bir vade ile birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın (senet yapın) -Bakara, a: 282).
Ibni Abbas (R.A.) der ki: Allah’a şahadet ederim ki Allah Teala 'Se­lem akdine" izin verdi ve onun hakkında Kur'an'daki en uzun ayetini in­dirdi.  Hz. Muhammed (S-A.V) de: Sizden selem akdi yapan kimse, belirli bir vadeye kadar ölçeği ve tartısı bilinen bir mal ile selem yapsın, der. (Buharî).
[15].  Habbe: 1/48 dirhem. (Bak. Ö. N. Bilmen îslâm Hukuku.)
Fulûs:  Felsler kelimesinin çoğuludur. Zamanın ufaklık para ihtiyacını karşılamak amacıyla basılır. Bakır, nikel ve benzeri madenlerden basılmış paralardır
 [16]. Şuf’a: 1. Lügatte ilâve etmek, katmak demektir. Istılahta ise: "Satılan mülkü ona komşu veya ortak olanın mülküne katmaktır”. 
Şuf'a: 2. Bir fıkıh kavramı olan şuf'a, satılan bir mülkü, satın alana kaça mal oldu ise, o miktar karşılığında mülkiyetine geçirme yetkisi veren bir haktır. Buna göre bir şahıs bir akarını, şuf'a hakkı bulunmayan birisine satsa, şuf'a hakkına sahip üçüncü şahıs, satış bedelini ve diğer masrafları ödeyerek akarı cebren satın alabilir. Hak sahibine şefi', satılan mala da meşfû' denir. Şuf'a hakkı şefî'e mülkiyeti zorla alma hakkı vermenin yanında, akarın maliki ya da müşterisine, bu akarı bedeli karşılığında şuf'a hakkı sahibine teslim etme mükellefiyeti de yükler. Şuf'a hakkı yalnızca akarlarda söz konusudur. Mülk, akar dışındaki mallar şüf'a hakkına konu olmaz. Bir akarda şuf'a hakkının doğmasının sebepleri, malda ortaklık, irtifak haklarında ortaklık, bitişik komşuluk şeklinde sıralanabilir. Farklı gruplardan şuf'a hakkına sahip kişiler bir arada bulunması halinde, öncelikle ortak olanın hakkıdır. Bundan sonra irtifak haklarında ortak olanlar, daha sonra da bitişik komşular hak sahibidirler-(akn).
 [17]. Kira: Belirli bir bedel karşılığında herhangi bir mal, gayrimenkul veya bir menkulün kullanım hakkını elde etmektir.
Temlik:  Herhangi bir şeyi başkasının mülküne geçirmektir.
İki türlüdür:
1- Malın mülk olarak verilmesi,
2- Menfaatlerin verilmesi.
Malın veril­mesi de iki kısma ayrılır:
A) Alış-verişte olduğu gibi bir bedel karşılığında ver­mek,
B) Bağış, vasiyet ve sadakada olduğu gibi karşılıksız vermek.
Menfaatleri temlik etmek de ikiye ayrılır:
a) Ödünç vermek ve maldan sağlanan faydayı başkasına vasiyet etmek gibi karşılıksız olur.
b) Kiraya vermede olduğu gibi karşılıklı olur. Bundan dolayı, satış manası bu­lunduğundan kiraya "menfaatlerin satışı" ismi verilmiştir.
 [18]. Meselâ 5 kile buğday deyip, 6 kile buğday yükletilir de hayvan ölürse, hayvanın, altıda bir kıymetini ödemek lâzım gelir. — Ö.  N. Bilmen, İslâm Hukuku.
Muhayyer:    Beğenilmediğinde geri verilmek koşuluyla alınan (eşya vb.), seçmece, seçmeli. [19]. Düğünlerde yemek pişirmek için tutulan bir aşçı yemeği tabaklara koymadık­ça pişirmeyi tamamlamış sayılmaz. Fakat tek kişiye yemek pişirmek böyle değildir.
[20]. At, eşek ve bütün döl veren hayvanlar için durum aynıdır. Hz. Peygamber bunun için ücret almayı yasaklamıştır.
[21].   Rehin: Lügatte, haps etmek demektir. Allah Teâlâ: "Her nefis kazandığı şey mukabilinde bir rehindir" (Müddessir, a: 38) buyurur. İslâm hukukunda rehin: "Bir malı onunla alınabilmesi mümkün olan bir hak karşılığında haps etmek"tir. Rehin, borcu almanın bir garantisi olarak meşru kılınmıştır. Rehin veren, malının haps edilmesi yüzünden rahatsız olur. Bunu kaldırmak için borcunu vermede acele eder ve malının faydasına kavuşur. Rehin alan da hakkını almış olur. Rehinin meşru olduğu kitap sün­net ve icma ile sabittir.
  • Rehin verene "râhin", rehin alana "mürtehin", rehnedilen şeye "merhün, rehin veya rehine" denilir.
  • Kuranda:  "Eğer bir sefer üzerinde iseniz, bir yazıcı da bulamaz­sanız o vakit (borçludan) alınmış rehinler (de yeter)" (Bakara, a: 283) denilir.    Müfessirler bu ayeti şöyle açıklamışlardır: Yolcusunuz, alacağınıza mukabil senet yazacak bir kâtip de bulamadıysanız, mallarınızın güveni ve alacağınızın teminatı olarak bir rehin alıkoyunuz.
  • Sünnete gelince: "Hz. Muhammed (SA.V) Medine'deyken Ebî Şahmi'l-Yahudi isminde birinin yanında zırhını rehin olarak bıraktı"-   Hz. Muhammed'e peygamberlik geldiği zaman insanlar rehin muamelesi yapıyorlardı. Peygamber onları, bundan vaz geçirmedi. İcma da bu yönde olmuştur.
[22].  Tahliye: Mürtehinin rehine verilen malı ele geçirmesini mümkün kılmak, malı alınacak durumda bırakmak demektir.
 [23]. Hayvanın yavrulaması, sütü, rehin olan malın getirdiği para, bağ-bahçeden çıkan meyveler v.s. gibi.

 [24]. Kısmet: (taksim) ortaklığa son vermek, birden fazla kimsenin bir maldaki karışık ve orantılı hisselerini birbirinden ayırt etmek demektir. Kuranda "Bir de suyun herhalde aralarında taksimli olduğunu ken­dilerine haber ver. Her su nöbetinde (sahibi) hazır (bulunsun) dedik." (Kamer, a: 28) buyuruyor. Yani hisseler birbirine karışmış ve ortak de­ğil, (su içme hakkının) bir gün halkın, bir gün de devenin olmak üzere birbirinden ayırt edilmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V)'in ganimetleri taksimi:  Hisselere bölüp onlar­daki ortaklığı kaldırması şeklinde olmuştur. Bir şeyi bağışlamada da taksi­min bu manası mer'î (Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen.) olur.
Taksim bazen hisseleri birbirinden ayırt etmek ve sahiplerine tahsis etmek şeklinde bazen de karşılıklı mübadele ve bedel vermek şeklinde olur. Taksimin meşruiyeti (GEÇERLİLİK) kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. Kur’an'da da şöyle denilir: "Biliniz ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin mutlaka beşte biri Allah’ın, Resulünün, Resulün hısımlarının, yetimlerin, yok­sulların, yolcunundur. Allah her şeye hakkı ile kadirdir" (El-Enfâl, a: 41). Bu ayet hisseleri açıklamaktadır ki, bu da taksimden ibarettir.
Hz. Muhammed (SAV)’de ganimet ve mirasları taksim etmişti. Hayber Arazisini, Sahabe arasında paylaştırdı. Hz. Ali (R.A.), Abdullah b. Yahya'yı ha­ne ve arazileri taksim etmekle vazifelendirmişti. Abdullah, bu işinin karşılı­ğında bir ücret de alıyordu.
Taksim hakkında icma da vardır. Müşterek maldan faydalanmak zor olur. Taraflardan her birinin mallarındaki faydaya kavuşabilmeleri için tak­sime ihtiyaç duyulmuştur. Yahut faydalanmak ortak malın menfaatlerini bö­lüşmekle olur. Bazen de hiç fayda sağlanamaz. Taksim ise malın menfaat ve faydasını tamamlar.
[25]. Taksim, söylendiği gibi bir yönden ifraz, diğer yönden mübadele şeklinde olur.
 [26]. Taksiminde zarar bulunan her şey böyledir. Ortak olan küçük bir ev, kapı, bir tek ağaç ve gömlek gibi. Taksim, denkleştirmeyi gerektirir. Bazı şeylerde ise denkleştirmeğe gitmek mümkün değildir. Mücevher ve köle gibi.
[27].  İmam Muhammed'e göre:   Bir konağın taksiminde bir hisseye düşen bina diğer hisseye düşen binadan daha kıymetli olduğu takdirde, mümkün ise kıy­meti az olana arsadan, kıymeti ötekine denk gelecek kadar yer verilir. Müm­kün değilse bu denklik para karşılığında sağlanır. Çünkü şekil olarak muade­let; denklik sağlanamazsa manevî denkleştirme yoluna gidilir. Fetva buna göre verilmiştir.
İmam Ebû Hanife'ye göre: Arsa mesaha ile taksim edilir. Hissedarlardan birinin hissesi daha iyi veya bina o hisse içinde bulunuyorsa diğerine denkliği temin edecek kadar para verilir. Bu durumda para taksime zaruretten dahil ????
Her ev ki, bu tek bir kattan ibaret olması gerekir, ayrı bir hisse olur. Zira bunun ortaklara bölünmesinde zarar edilir. ( Ö. N. Bilmen, islâm Hukuku – Mecelle, mad. 1138).
Asıl metinde "dâr" olarak geçen kelime konak ve saray manasınadır. Bu da birkaç bina ve arsadan meydana gelen geniş bir yerdir (Mütercim).
[28].  Ebû Yusuf a göre alt ve üst katlar eşit hisse olarak nazara alınır, imam Muhammed'e göre alt ve üst katlar ayrı ayrı kıymetlendirilir ve kıymetlerine göre bölme yapılır. Fetva buna göre verilmiştir. Alt ve üst katlardan sağlanan faydalar değişik olduğundan, bunlar ayrı cins olarak nazara alınmıştır.
[29]. Çünkü binmek binenlere göre değişir. Fakat iki ortak aralarında anlaşarak nöbetleşe binebilirler. Bu, imam Ebû Hanife'ye göredir.
İmameyne göre ise; ister mahkeme karan ile olsun isterse de rıza ile ol­sun her iki durumda da nöbetleşe binmek caiz olur. ( Ö. N. Bil­men, İslâm Hukuku).
 [30].   İlk zamanlarda camiler aynı zamanda mahkeme olarak kullanılırdı. Hz. Peygamber davalara mescitte bakıyordu. Raşit halifeler de öyle yaptılar.
[31]. Bir kimse başka birinin elinde bulunan evin kendisinin olduğunu iddia etse o da inkâr edip, evi orada bulunmayan falandan satın aldığına delil getirse bu delil ile orada olan ile olmayanın aleyhine hüküm verilir.
[32]. İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre Allah katında geçerli olmaz ve o şeyin haram veya helâl oluşu olduğu gibi kalır. Çünkü hâkim şahitlerin yalancı oldu­ğunu bilseydi öyle hüküm vermeyecekti.
 [33]. Kısas ve had cezaları şüphe ile düşen cezalardır.
Had:   Sözlükte, "Mani olmak" demektir. İki şeyi birbirine karışmaktan men eden mânia da haddir. Haddin çoğulu "hudut”tur.
İslam Hukukunda Had:   Allah hakkı olarak yerine getirilme­si gerekli bulunan sınırlı ve belli cezadır. Bu cezalar, zararı tüm insanlığa dokunan bir takım kötü iş ve eylemlerden insanları menettiği için "had" adını almışlardır.
İmam Muhammed'e göre (yazışma) ise; bütün menkul mal davala­rında yazışma kabul edilir ki, fetva buna göre verilmiştir




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder