19 Haziran 2015 Cuma

KELİMELER VE AÇIKLAMALAR


Acir: Bir şeyi kiraya veren kimsedir.
Adi: Râhin ve mürtehinin emniyet edip de merhûnu kendisine teslim ettikleri kimsedir.
Akar: Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağ gibi mülk.
Akit: Sözleşme.
Aynî Mübadele: Malı para karşılığında değil de yine bir mal karşılığında satmaya denilir.  Paranın diğer cins para karşılığındaki satışının hükmü de aynıdır.
Azat: Serbest bırakmak.
Azl: Verilen temsil yetkisinin ortadan kaldırılması.

Bain Talak: Evlilik ilişkisini sona erdiren ve yeni bir nikâh akdi yapılmadan aile hayatına geri dönüşü mümkün olmayan boşanmaya bâin talâk denir
Batıl Satışlar: Batıl, aslı da sıfatı da dine uygun olmayan, yani geçersiz olan alışveriştir.
Berî: Uzak.

Dâr:  Ev,  konak ve saray manasınadır.
Dâr-ı harp: Müslümanların hâkimiyeti altında olmayan bir ülke.
Dâva: Duâ kelimesinden gelir ki, istek demektir.
İstilahta Dâva: Bir sözdür ki, insan onunla başkası üzerinde olup inkâr edilen hakkını ispat etmek ister.
Davacı: Müddei.
Davalı:    Muddea aleyh.
Davalı: Müddei aleyh.

Ecîr:  İşçi, yani kendisini kiraya veren, bir ücret karşılığında çalışan kimsedir.
İki sınıf işçi vardır:
a) Özel işçi  (ecîr-i has):  Yalnız kiralayana iş yapmak üzere tutulan işçidir. Aylık hizmetçi gibi.
b) Ortak işçi (ecîr-i müşterek): Kiralayandan başkasına iş yapabilen işçidir. Hamal, saatçi, terzi, iskele kayıkçısı v.s. gibi
Ecri Misil - Emsal Ücret: Bilirkişilerin takdir ettiği ücrettir.
Ecri Müsemma: Akid yapılırken belirtilen ve ifade edilen ücret.

Fakîh: Sözlükte: "Dikkatli ve ince anlayışlı, ayrıntılı bir şekilde bilen âlim" anlamına gelen fakih, ıstılahta: Din bilgini, fıkıh âlimi, İslâm hukukçusu demektir.
Fâsid Satışlar: Fâsid, aslı dine uygun, fakat sıfatı dine uygun olmayan alışveriştir. Fâsid satışlar, caiz değildir ve haramdır. Büyük günahtır.
Fels:  (füls) pul, bakır para.
Fesih:    Verilmiş bir yargıyı kaldırma, bozma.
Fısk:   Allah´ın emrine muhalefet etmek.
Fücur:  Doğrudan ayrılmak, isyan.
Habbe:  1-  1/48 dirhem. - Ö. N. Bilmen îslâm Hukuku –  2- Kureyş kabilesinin Cahiliye devrinde kullandığı ölçü birimlerinden. Aarpa, 1/60 dirheme tekabül etmekteydi.  Dirhem ve dinar arasındaki nisbet de 7/10 idi. Dolayısıyla, 1 dinar 85,714 habbe ağırlığındaydı.

Had:    Sözlükte, "Mani olmak" demektir. İki şeyi birbirine karışmaktan men eden mânia da haddir. Haddin çoğulu "hudut”tur.
İslam Hukukunda Had:   Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gerekli bulunan sınırlı ve belli cezadır. Bu cezalar, zararı tüm insanlığa dokunan bir takım kötü iş ve eylemlerden insanları menettiği için "had" adını almışlardır.
Hibe:  Bağış.
Hukukta şahitlik: Şahitlerin hazır bulunup gördükleri bir olayı haber vermeleri demektir.

İbra: Aklama, temize çıkarma. Bir kimseyi bir yükümlülük veya borçtan beri kılmak, kurtarmak anlamında kullanılır.
İcar:  Kiraya vermek.
İcare:  Kira.
İcbar edilen: Zorlanan.
İfraz: Arazinin parçalanması, bölünmesi, parsellere ayırma, araziyi imar açısından uygun parçalara bölme.
* Mallarda ifraz:  Hisseleri birbirinden ayırarak paylaştırma.
İkale:  İslâm hukukunda, yapılan bir işi, bir sözleşmeyi daha sonraki yeni sözleşmeyle sona erdirme.
İkrah:  Yaradılış itibarı ile ve dinî ve hukukî bakımdan insanın çekindiği şeye karşı zorlanması demektir.
İllet: Sözlükte: "hastalık, özür, bahane, sebep, kusur, asıl, menşe” gibi anlamlara gelen illet (çoğulu: İlel),
*  Fıkıhta: Hüküm çıkarmada önemli bir yer tutan ve temel şer'î delillerden biri olan kıyasın dayandığı esastır. Kıyas, hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki illet birliği sebebiyle, Kitap veya Sünnette hükmü bilinen meseleye göre açıklamaktır.
İltizâm: Yüklenme, üzerine alma, yerine getirmek durumunda olma.
İlzam: Gerekli kılmak, yüklemek, bağlamak.
İlzâm Etmek: Bağlamak, borçlandırmak. Taahhüt altına sokmak, susturmak.

İsticar: Kira ile tutmak veya bir şahsı muayyen bir müddetle ücret karşılığında çalıştırmak.
İstihsal: 1.Çıkarma, elde etme. .2. Üretim.
İşhâd: Şahit tutmak demektir.
İzin: 1. Lügatte, bildirmek anlamındadır. Namaz vaktini bildirdiği için "ezan" kelimesi de buradan gelmektedir. Hukukî ıstılah olarak izin, "hacri kaldırmak ve hukuk bakımından tasarruftan men edilmiş olan kimseye bu hakkını vermek" demektir.
İzin: 2. Hacr altında olan mahcurun tasarrufta bulunmasına müsaade etmek,  yani hacri kaldırmaktır. İzin Verilen şahsa mezun denilir.
Kabz: Alıp tutmak, ele almak. Kavramak. Almak.  Tahsil etmek. Teslim almak. Verilen yetkiden doğacak parayı kullanabilme yetkisi, .
Kafîzi: 12 sa' miktarında bir ölçü âletidir. 1 sa’:  2.917 kilogramdır.
Kazaî Ehliyet: Yargısal yetki.
Kazf: Bir kimseye, onu zina töhmeti altında bırakacak bir söz söylemektir.
Kefâet:  Denklik.
Keyfiyet: İş, durum, mesele.
Keylî: Ölçü aletleri ile ölçülen maddelerdir. Buğday, arpa, hurma, tuz v.s.
Kezailik:  Aynı şekilde.
Kısmet: Taksim. Pay.
Kıstâs: Ölçü, ölçüt.
Kıyemî:    Kıymetine göre satılan mallara denilir.
Kira:  Belirli bir bedel karşılığında herhangi bir mal gayrimenkul veya bir menkulün kullanım hakkını elde etmektir.
Kırât:  Beş arpa ağırlığında ağırlık ölçüsü. (Hadiste, Uhud dağı anlamında)
Kitabet:  Kölenin para veya muayyen bir hizmet karşılığında hürriyetini efendisinden satın almasıdır.
Mahcur:  Hacr altına alınan kimseye denir.
Me´cûr:  Ecir verilmiş, mükâfatlandırılmış.
Mekfûlün anh: Asıl, borçlu.                                    
Mekfûlün leh: Alacaklı.
Menkul mal: Taşınabilen mal.
Merhûn: Rehin olarak verilen maldır ki, buna rehin de denilir.
Mer'î: Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen.
Meşfû': Şuf’a ile ilgili akar.
Meşfû'un bih: Şuf’aya hak kazandıran akar, yani şefî'm malıdır.
Meşhûdünaleyh:  Aleyhine şahitlik yapılana denir.
Meşhûdünleh:  Lehine şahitlik yapılan kimsedir.
Meşruiyet: Geçerlilik.
Muaheze: Sorgulama, sorguya çekme.
Muhakeme: Davalının,  davacıyı hâkimin huzuruna çağırıp onunla mahkeme olması, hasımlaşmasıdır.
Mukır: İkrar eden. 
Murabaha: 1 - (Kelime anlamı, 'kârlı satış') Alış fiyatı veya maliyet üzerine bir miktar kâr ilâvesiyle yapılan satış muamelesi. Bu kavram;  her iki tarafça kabul bir kar marjı (marj: pay) içeren bir fiyata, mal satışı anlamına gelir. Satın alma ve satış fiyatı, diğer masraflar ve kar marjı net satış anlaşması sırasında belirtilmelidir. Banka kar marjı şeklinde kendi paranın zaman değeri için telafi edilir. Bu kar marjı (pay) tarafından belirlenen kar sabit bir oran ile (örneğin gayrimenkul veya bir araç gibi) gerçek bir varlığın satın alınması için bir sabit getirili kredidir. Varsayılan yerleşmiş kadar ancak, varlık banka ile bir ipotek olarak kalır, banka sözleşmeli vadede (yani, banka geç ödemelerde ek kar şarj edilemez) dışında paranın zaman değeri telafi edilmez. "Kar marjı" alış ve satış fiyatı sabittir. Başka bir deyişle, daha yüksek bir fiyata eşit değerde bir şey satma oluyor.(akn)
Murabaha: 2 -  İslam hukukunda bir satış veya faiz türüdür. 
Alış fiyatı veya maliyet üzerine bir miktar - genellikle yüksek kâr ilâvesiyle yapılan satış muamelesidir.
İslam hukukunda murabahalı satış akdi, güven esasına dayalı akitlerdendir. Bu tür akitlerde alıcı, satıcının beyânının doğruluğuna itimat etmekte ve akdi buna bina etmektedir. Bundan dolayı müşterinin rızasına engel olabilecek en küçük yalan beyan veya açıklanması gereken bir hususun açıklanmaması, akdin oluşmasına engeldir. (Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Murabaha- akn )

AÇIKLAMA: 
Murabaha (satıcı tarafından maliyet fiyatı ve kar oranı açıklanan satış) İslam Ticaret Hukukunda “güven esasına dayalı alışveriş sözleşmeleri” arasında yer alır. Bu alışverişte;  satıcı, malın kendisine maliyetini müşteriye açıklamakta ve bu maliyet üzerine bir miktar kar koyarak satmaktadır. Alıcı satıcının bu beyanına güvendiği için bu tür satış, güven esasına dayalı satış sözleşmeleri arasında yer alır. Satıcının malın maliyetini açıklarken kesinlikle doğru miktarı söylemesi gerekmektedir. Müşterinin aldatıldığı ortaya çıkar ise akitten dönme hakkı vardır. Murabaha iki kısma ayrılmaktadır:
a. Klasik murabaha
b. Çağdaş murabaha

a. Klasik Murabaha
Klasik murabaha, satıcının, sattığı malın maliyeti ve karını müşteriye söyleyerek satmasıyla gerçekleşir. Bu alışverişte müşterinin malı alıp almayacağına dair önceden herhangi bir vaadi söz konusu değildir. Örneğin satın alınmak istenen bir arabanın satıcısı, arabanın kendisine maliyetini söyler ve üzerine kar koyarak satış yapar ise,  bu satış klasik murabaha olarak adlandırılır.
b. Çağdaş Murabaha
Çağdaş murabaha ise Katılım Bankaları tarafından uygulanan bir yöntemdir. Bu yöntemde,  müşteri satın almak istediği malı görür, beğenir ve peşin fiyatını öğrenir. Daha sonra Katılım Bankası’na gelerek peşin fiyatını öğrendiği malın alınıp kendisine vadeli olarak satılmasını ister. Katılım Bankası müşteriyi değerlendirir, ödeme gücünü araştırır, çeşitli teminatlar alır ve müşteriye ne kadar vade farkı uygulayacağını açıklar. Sonra da malı peşin fiyata satıcıdan alıp, vadeli olarak müşteriye satar. Katılım Bankası, malın peşin bedeli ile vadeli fiyatı arasındaki farkı kar olarak kaydeder. Burada önemli olan husus malı önce Katılım Bankası’nın satın almasıdır. Eğer müşteri satın aldığı bir mal için finansman talebinde bulunursa Katılım Bankası bu talebi kabul etmez. Çünkü bu durumda borcun finansmanı söz konusudur ve borç finansmanı ise faizdir.
Usulüne uygun bir tarzda ve gerçekten bir alıcı ve satıcı gibi hareket edilerek, yani ticaretin kaidelerine riayet edilerek yapılan bir çağdaş murabaha akdi Katılım Bankası prensiplerine uygundur. Çünkü ticaret insanlara haksızlık yapılmadan gelir elde etme yollarından birisidir ve murabaha da bir ticaret çeşididir. Satıcının ticaretini yapmak istediği malı alıp, elinde bekletmesi gerekmez. Yani ticaret, malın satın alınıp, belli bir mekânda bir süre bekletildikten sonra satılmasını gerektirmez. İhtiyacı olan kişi, satın almak istediği malı belirler ve peşin fiyatını öğrenerek Katılım Bankası’na başvurur. Katılım Bankası ilgilenilen malı peşin alıp isteyen müşterisine vadeli olarak satabilir. Katılım Bankası, banka gibi yalnızca para satmayı ve kredi vermeyi amaçlamayıp, malın alınıp satımını hedeflemelidir. Aksi takdirde Katılım Bankası,  sadece peşin paranın vade ile satımını hedefliyor ise, bunun faizden başka bir şey olmadığı aşikârdır. O halde Katılım Bankaları murabaha sözleşmelerini düzenlerken kendilerinin “ara satıcı” olduklarını göz önüne alarak şartları belirlemeli; asla bir kreditör gibi hareket etmemelidirler.

(Yazar: Mehmet Odabaşı (Kuveyt Türk Danışma Kurulu Üyesi)

Kaynak: Kuveyt Türk Faizsiz Bankacılık İlkeleri Eğitim Notları

Mut´a:  Mehire hak kazanmaksızın boşanan kadına verilen mal, hediye. Faydalanma.
Mübadele: Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi, değiş-tokuş, değişim.
Mücbir: Zorlayıcı, zorlayan.
                                                                         
Mücerret: Soyut, genel.
Müddaa-aleyh: 1- Aleyhinde dava olunan, davalı.
Müddea-aleyh:2- Davalı. Kendisinden hâkimin huzurunda bir hak isteyen kimsedir.          
Müdebber: Hürriyeti efendinin ölümüne bağlanmış köle.   Efendisi: "Ben öldükten sonra kölem hürdür” derse bu köleye müdebber denilir. Efendisinin ölümüyle hürriyete kavuşur.
Müdafi: Savunucu, savunan
Müdahalenin men'i: Taşınır veya taşınmaz bir mala karşı yapılan maddi el atma veya sataşmanın, ayni hakka dayanılarak önlenmesi.
Muddea: Davacının dava ettiği şey, dava konusu.
Müddeaaleyh: Davalı, hakkında dava açılan kişi.
Müddeabih: Dava konusu.
Müddei:1-  Davacı, iddia eden kişi.
Müddei: 2- Bir şeyi dava eden, bir hakkın kendisine ait olduğunu hâkim huzurunda talep eden kimsedir ki, bugün buna "davacı" deniliyor.
Müddei aleyh: Davalı, hakkında dava açılan kişi.
Müddei umumi: Savcı.
Müflis: İflâs eden. Mahkemelerce iflasına karar verilen kimse.
Mühayee: Mülkiyeti ortak olan bir malın getirilerinin ortaklar arasında bölüşülmesi demektir. Bunlar; ev, tarla, hacimle ölçülmediği veya tartılmadıkları için kendilerinden farklı bir şekilde faydalanmak faiz olmaz demektir. İki örnek verelim:
1. İki kişinin, farklı değerlerde ortak iki evi olsa, uyuşurlarsa, iyi evde birinin, kötü evde ötekinin oturması caizdir.
2. Bir ağaçtaki meyveleri, bir yıl ortağın birinin, öteki yıl diğerinin alması caiz olmaz. Her yılınkini eşit olarak paylaşmaları gerekir.
Mükateb: 1 - Sözlük anlamı; yazılı sözleşme. Terim olarak kölenin, belli bir süre çalışma karşılığında özgürlüğünü elde etmek için anlaşma yapması. Ya da anlaştıkları süreyi peşin veya taksitle ödemesi ve böylece özgürlüğünü elde etmesidir. Eğer köle cariye ise, mükâtebe denir.
Mükâtebe:  Cariye’ye de mükâtebe denir. İslâm'dan önceki dönemlerde yeryüzünde mevcut ve yaygın bir olgu olan köleliği, İslâm dini yavaş yavaş kaldırmıştır. Bu amaçla, sürekli olarak ve değişik vesilelerle köle azat etmeyi teşvik etmiştir. Mükâtebe de Kur'ân-ı Kerim'de tavsiye edilen, köle azat yöntemlerinden biridir. Yüce Allah:
"Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek isteyenlerle, onlarda bir iyilik görürseniz, mükâtebe akdi yapın. Onlara Allah'ın size verdiği mallardan verin." (Nûr, 24/33 – buyurmaktadır).

*  Hadis usulünde mükâtebe: Bir hadis hocasının, rivayet hakkına sahip olduğu hadisleri, bizzat kendisi yazarak ya da başkasına dikte ettirerek, huzurdaki öğrencisine vermesine ya da uzaktaki öğrencisine göndermesine denir - akn)
Mükrih: Zorlayan.
İkrah iki kısımdır:
Mümeyyiz olan: Alış-verişi, kar ve zararı bilen çocuktur.
Mümeyyiz olmayan: Alış-verişin ne olduğunu bilmeyen, kâr ve zararı ayırt edemeyen çocuktur.
Mürahik: Bulûğa eren erkek çocuk.
Mürahika: Bulûğa eren kız çocuk.
Mürtehin: Alacaklı.
Mürtehin: Rehin alacaklısı, ipotek hakkına sahip.
Mürtehin: Rehin alan.
Müstecir: Kira ile tutan.
Müteaddit: ‘Adet olduğu üzere’ deyiminin Osmanlıca sözcük halidir. Devam eden, süregelen anlamında da kullanılır.
Müvekkil: Kendi yerine başkasını vekil eden. Müvekkilin, hasta veya yolcu olması müstesna, hasmın rızası olmadan bir davaya vekil tayin etmek caiz değildir.

Râhin: Rehin veren kimsedir.
Rec´at (Ric´at): Dönüş, dönme. Ric´î talak ta -iddetin tamamlanmasından önce- kocanın, karısına geri dönmesi.
Rüçhan: Ağır basma, üstün gelme.

Sahih:  Sıhhatli, gerçek, düzgün, doğru, legal, hukuka uygun.
Sarf: Sözlükte bozmak, değiştirmek demektir. Fıkıh ıstılahında; alım satım akdinin çeşitlerinden birisidir. Kitabu'l - Beyin başında ifade edildiği gibi, "Parayı para mukabilinde satmak" şeklinde tarif edilir. Bugünkü ifade ile para bozdurmak demektir.
Birbirleri mukabilinde satılan paraların aynı cinsten veya değişik cinsten olmaları, akdi sarf akdi olmaktan çıkarmaz. Altını altınla veya altını gümüşle satmak sarftır.
Selem: Akit meclisinde peşin ödenmiş semen mukabilinde daha sonra teslimi yapılacak olan mal üzerinde yapılan akit.
Sem´: Duyma, nakil,  duyum. Şâri´den gelen, duyulan.
Semen: Fiyat, bedel.
Semere: Ürün, meyve.
Sevm-i şirâ: Müşterinin, fiyatı öğrenmeksizin veya fiyata razı olmaksızın malı:  “bir bakayım, göstereyim, beğenirsem, beğenirlerse alırım”, diyerek kabzetmesidir. Bu durumda mal,  müşteri elinde emanet hükmünde olur. Yani müşterinin elinde zayi olursa tazminle yükümlü olmaz.

Şahit: Bir hâdise ve bir işi olurken gören kimsedir. Şahidin çoğulu şuhûd gelir.
İslam Hukukunda Şahitlik: Görenlerin hazır bulunup gördükleri bir olayı haber vermeleri demektir. Bu şahitlik zina ve adam öldürme gibi fiillerde olduğu üzere; ya görerek olur veya akit ve ikrarlardaki gibi işiterek olur.
Hazır bulunup iyice görmeden veya işitmeden şahitlik yapmak olmaz. Hâdise iyice hatırlanıncaya kadar da şahitlikte bulunmak caiz değildir.
Şahitlik, hakkı ortaya koyan meşru bir delildir.
Allah Kuran”da:1. "Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun"- (Bakara, a: 282) buyurur. 2. Diğer bir ayette de:”Ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit yapın. (Ey şahitler siz de) şahitliği Allah için eda edin..." (Talak, a: 2) buyurulur. Hz. Peygamber (S.A.V.):    1 -"Güneş kadar açık biliyorsan şahitlik yap, yoksa bırak" diyor. (Selâmet Yolları, A. Davudoğlu). 2. Yine,  Hz. Muhammed (S.A.V.): "Senin iki şahit getirmen gerekir yahut davalıya yemin etmek düşer. Sana gereken ancak budur" derler. (Selâmet Yolları). 
Başka bir hadiste de: "Beyyine davacıya düşer" denilir. (Selâmet Yolları) şahit getirmek anlamındadır. Bunda icma vardır.
Şahitlik, insanların haklarını ihya etmek, akitleri inkârdan kurtarmak ve malları sahiplerinin olmak üzere devam ettirmeyi sağlar. Hz. Peygamber (S.A.V.): "Şahitlere saygılı davranın…”

Şef’i: Şuf’a hakkı olan. Buna şuf’adar da denilir.
Şüf a: Bir gayrimenkulü salın almada öncelikli hak sahibi olma.
Tahliye: Mürtehinin (rehin alanın) rehine verilen malı ele geçirmesini mümkün kılmak,  malı alınacak durumda bırakmak demektir. .
Tehir Etmek: Sonraya bırakma, erteleme, geciktirme.
Temlik:  .Devretmek. Alacakların ya da borçların devredilmesi. Herhangi bir şeyi başkasının mülküne geçirmektir.

Tenakuz: Davacının kendi davasına aykırı ve davasını iptal eden bir söz söylemesi, iş yapması veya susmasıdır.
Teşhir: 1. Gösterme, sergileme,  herkese duyurma, dile düşürme.   2.  Bir hükümlüyü ceza olarak halka gösterme.
Tevkil: Vekil tayin etmek.
Tevliye: Sözlükte "birini bir işe idareci kılmak, bir şeyden yüz çevirip uzaklaşmak" gibi anlamlara gelen tevliye, bir fıkıh kavramı olarak; bir kimsenin almış olduğu malı, kendisine kaça mal olduğunu söyleyerek, kendisine mal oluş fiyatına satmasına denir.
Tevliye yoluyla satışta, satanın müşteriyi aldatmaması gerekir. Satıcının aldattığı, yani akit esnasında kendisine mal olan fiyattan daha yüksek bir fiyata mal olduğunu belirttiyse, bu miktar malın bedelinden düşürülür. (akn)
TEZKİYE: Sözlükte "temizlemek, arıtmak" anlamına gelen tezkiye, tasavvufta, nefsi, ona bulaşan kir ve pastan temizleyerek nefs-i emmâre mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine çıkarmak, ruhu manevî kirlerden arındırmak demektir. Kur'ân'da: "Nefsini kirleten hüsrana uğrar, nefsini arıtan da felah bulur." (Şems, 91/9-10.) buyrulmaktadır.
Fıkıh ilminde ise iki anlama gelir; mahkemede tanıklık yapacak kimselerin durumunu öğrenmek için yapılan soruşturma, ölülerin peşlerinden iyilikleriyle anılması. (M.C.)

Ücret: Menfaatin bedelidir. Ücret ayrıca kira manasına da gelir.
Ümm-ü Veled:   Efendisinden çocuk yapan cariyeye "Ümm-ü veled" denilir. Bu cariye artık satılamaz. Bağışlanamaz, her hangi bir yere vakıf edilemez. Efendisi ölünce hür olur

Vaz’: Koyma, yapma, konuluş, konum, kullanım.
Vekâlet: Bir işi başkasına havale etmek, dayanmak ve itimat etmek demektir. Vekâlet korumak manasına da gelir. Kur'an'da: "Allah bize yeter. O, ne güzel bir vekildir" (Âl-i İmran, a: .173)  denilir.
Burada "vekil" koruyucu manasınadır. 
İstilahta Vekâlet:  Bir kimsenin kendisinin yapabileceği bir işini muhtelif sebeplerle başkasına yaptırması.
Vekâlet, kitap ile meşru kılınmıştır: Kur'an'da: “Şimdi siz bu paranızla birinizi şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise ondan size bir rızk getirsin." (Kehf, a: 19) buyurulur.
Vekil: 1. Bir işi birine havale etmek, teslim etmek ve güvenmek anlamındaki "v-k-l" kökünden türeyen vekil, avukat, temsilci, koruyucu, denetleyici, bekçi, birinin işini üzerine alan demektir.
2.  Kendisine başkası tarafından bir iş verilen müvekkilin işini üzerine alan, müvekkil adına iş gören kimsedir. Vekile gördürülen işe: Müvekkelün Bih denilir.
3. Allah'ın sıfatıdır.  Koruyucu (Hafız), güvenilen (emin) yardım eden (muîn), görüp gözeten (şehit, rakîp), yaratıklarının rızkına kefil olan, işler kendisine havâle edilen (müvekkil), her şeyin mâliki ve yöneticisi olan demektir. Allah her şeyin yaratıcısıdır.  O, her şeye vekildir. “Kim Allaha güvenip dayanırsa O, kendisine yeter." - - Talak, a: 3.
Vesk: 60 sâ´lık bir ölçü biçimi.
Vezni: Tartılan maddelerdir. Altın, gümüş, yağ, şeker gibi.

Zimmîler:  Müslümanların idaresi altındaki gayri Müslimler.


1 yorum:

  1. Casino | Drive Up & Down, NC | DrmCD
    With 16 table games like blackjack, roulette, video 경상남도 출장샵 poker, 남양주 출장샵 craps, craps, 계룡 출장샵 slots, live dealer games and a live poker room, 강릉 출장안마 DrmCD is your 목포 출장안마 home for all your

    YanıtlaSil