19 Haziran 2015 Cuma

7. İHTİYAR


İÇİNDEKİLER

NAFAKA
BOŞANAN KADININ İDDETİ
İÇİNDEKİ NAFAKA VE MESKENİ
USUL, FÜRU',
DİĞER AKRABA VE KÖLELERİN NAFAKALARI
HIZANE
(ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK)
 KÖLE AZAD ETMEK 
BİR KİMSENİN KENDİSİNE
MAHREM OLAN AKRABASINI KÖLE EDİNMESİ
KÖLENİN BİR KISMINI AZAD ETMEK
İSTİLAD 
TEDBİR
KİTABET
FASİD KİTABET VE HÜKÜMLERİ
İKİ KÖLE İLE YAPILAN BİR KİTABET
KİTABET BORCUNU
ÖDEMEDEN MÜKÂTEBİN ÖLMESİ 
VELA 
VELÂ İKİ ÇEŞİTTİR
YEMİNLER 
MÜN’AKID YEMİN BİR KAÇ ÇEŞİTTİR 
YEMİNİN KEFFÂRETİ ŞÖYLE OLUR
YEMİN HARFLERİ VE YEMİN SAYILIP SAYILMAYAN SÖZLER 
BİR İŞ YAPMAYACAĞINA YEMİN EDEN KİMSENİN
O İŞİ YAPMASI İÇİN BAŞKASINA EMİR VERMESİ
ÜZERİNDEKİ ELBİSEYİ GİYMEMEYE,
HAYVANA BİNMEMEYE, EVDE OTURMAMAYA
V.S. ŞEYLERE YAPILAN YEMİN 
 HÎN ZAMAN, TA'RİF, TENKÎR BUĞDAY, EKMEK, KEBAP
V.S. ŞEYLER İÇİN YEMİN ETMEK
GÖKLERE ÇIKMAYA VE BUNA
BENZER ŞEYLERE YEMİN ETMEK
ORUÇ TUTMAMAYA, NAMAZ KILMAYA V.S.
ŞEYLERİ YAPMAMAYA VEYA YAPMAYA OLAN YEMİNLER
NEZİR (ADAK)
HADLER (CEZALAR) 
ZİNA
HADDİN ŞEKLİ VE YERİNE GETİRİLİŞİ
HADDİ GEREKTİREN VE
GEREKTİRMEYEN CİNSÎ TEMASLAR
HADD İ KAZF (İFTİRA CEZASI) ZİNADAN BAŞKA ŞEYİ İFTİRA ETMEKADD-İ ŞÜRB (İÇKİ İÇMENİN CEZASI) 
EŞRİBE

**
Bismillahirrahmanîrrahîm
Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile başlarım.

"Kime Allah hayır dilerse onu dinde fakîh kılar."
Hadis (Tecrîd-i Sarîh, c. 1, s. 77, H. No. 64).

**


1 -Kadın, kocasının evinde kendisini kocasına teslim ettiği zaman nafakasını, giyeceğini ve meskenini temin etmek kocasına ait olur.
2 - Nafakada erkeğin malî kudretine itibar olunur. O da israfa ve cimriliğe kaçmadan kadına yetecek miktarda kararlaştırılır.
3 - Kadının nafakası aylık olarak takdir ve farz edilip kendisine teslim edilir. Elbisesi ise altı ayda bir verilir. Bunlardan başka bir tane de (S) hizmetçi nafakası takdir edilir.
4 - Kadın kocasının evinden izni olmadan çıkıp gitse ve kendisini kocasına teslim etmese nafaka alamaz.
5- Mehri ödeninceye kadar kendisini kocasından sakındıran kadın nafakaya hak kazanır.
6 - Kadın büyük olduğu halde kocası küçük olup (cinsî temasa ta­hammülü bulunmasa) kadın yine nafakasını alır. Bunun aksi olursa ka­dın nafaka alamaz.  Her ikisi de küçük olursa kadının nafaka hakkı bu­lunmaz.
7 - Kadın (zevce) hacca gider veya borç yüzünden haps olunur yahut kadını bir başkası kaçırıp onunla giderse nafaka alamaz. Kocası ile beraber hac ederse hazardaki nafakasını alır.
Kadının, kocasının evinde hasta olması nafaka hakkını kaldırmaz.
8 - Cariyenin, müdebberenin ve ümmü'l-veledin nafakaları; efen­dileri, kendilerine hizmet ettirmeyip kocalarına teslim edince kocaya ait olur. Aksi halde bunların nafakaları kocalarına değil, efendilerine ait olur.  Efendi bunları önceden kocanın evine teslim etse sonradan da yine kendi hizmetinde kullansa kocadan olan nafaka hakları düşer.
9 - Erkek fakir olup nafaka vermeğe gücü yetmese karısı ile araları ayrılmaz. Kadına kocası adına borç almasının gerektiği söylenir.
10 - Kadına kocasının fakir oluşuna göre nafaka takdir edilip sonra koca fakirlikten kurtulsa, karısının nafakasını zenginliğine göre ta­mamlar.
11 - Hâkim tarafından nafaka takdir edilmedikçe veya karı-kocadaki anlaşmadan sonra daha nafaka kabz (teslim almak)  edilmeden taraflardan biri öl­se, belirlenen nafaka düşer.
12 - Hâkim tarafından nafakaya hüküm verildikten veya araların­daki anlaşmadan sonra belirlenen nafaka  alınmadan taraflardan biri öl­se belirlenen nafaka düşer.
13 - Gerek nafaka ve gerekse elbise, günü gelmeden verilip sonra taraflardan biri vefat ederse verilenler geri alınmaz.
14 -Kaybolan kocanın evinde hazır malı bulunsa veya başkasında emaneti yahut mudarabe ortaklığı (kâr şirketi)) kurduğu kimse elinde malı veya biri­sinde alacağı bulunsa, hâkimin de bu mallardan ve evlilikten haberi ol­sa yahut elinde mal bulunan kimse malın kaybolan adama ait olduğunu ve kadının o adamla evli bulunduğunu itiraf etse bu maldan kaybolan adamın ailesine, ana ve babasına, küçük çocuklarına nafaka verilmesi gerekir.  Bu malın nafaka cinsinden olduğu takdir edilmiştir. Hâkim kadına, nafakasını almamış olduğuna ait yemin de verir. Ayrıca kadından bir de kefil alınır.  
Hâkim durumu bilmez ve elinde mal bulunan da evliliği veya malı inkâr ederse kadının delili kabul edilmez.
15 - Erkek hanımını kendi ailesinden hiç bir kimsenin ikamet et­mediği ayrı bir evde oturtmak mecburiyetindedir.
16 - Kocanın hanımına tahsis ettiği eve, kadının başka erkekten olan çocuklarını ve kadının ailesinden olan bir kimseyi sokma hak­kı vardır. Fakat onların kadınla konuşmalarına ve bakmalarına engel olamaz. Yine her cuma günü kadının çocuklarının ve ailesinin eve yanı­na gelmelerine engel olamaz [2]. Diğer akrabalarının da senede bir defa ya­nına gelmelerini engelliyemez.

Boşanan Kadının İddeti
İçindeki Nafaka ve Meskeni

17 - Kadın ister baîn ister ric'î talâkla boşanmış olsun iddetini bek­lerken nafaka ve mesken hakkı vardır. Kocası ölen kadının ise nafaka alma hakkı yoktur.
18 - Dinden dönmek ve kocasının oğlu ile öpüşmek gibi kadın tara­fından işlenen suçlar sebebi ile meydana gelen ayrılıklardan dolayı bek­lenen iddet içerisinde kadın nafaka alamaz.
19 - Eğer kadın kocasına denk olmamak, bulûğa erme ve azad ol­manın verdiği muhayyerliğe dayanarak suç olmayan bir sebeple koca­sından ayrılırsa iddeti içinde nafaka almak hakkına sahip bulunur.
20 - Ayrılığın koca tarafından meydana getirildiği her durumda karıya nafaka verilir.
21 - Üç talâk ile boşandıktan sonra dinden dönen kadın, nafaka al­ma hakkını kaybeder. Üç talâktan sonra kocasının başka kadından olan oğluna imkân veren kadının ise nafaka hakkı düşmez.


Usul, Füru',
Diğer Akraba ve Kölelerin Nafakaları

 22 - Fakir olan küçük çocukların nafakası babaya aittir.
 23 - Bir süt ana bulunduğu ve çocuk da onun memesini emdiği tak­dirde ana çocuğu emzirmeğe mecbur tutulamaz. Aksi halde mecbur edi­lir.

24 - Baba, annesinin yanında çocuğa süt verecek olan bir kadını üc­retle kiralar. Süt emzirmesi için kendi karısını veya iddet bekleyen karı­sını ücretle tutması caiz değildir [3].
25 - Kocasından ayrılıp iddeti biten kadın, çocuğa bir süt anadan daha fazla meme emzirmeğe hak sahibidir. Ancak süt anadan daha faz­la ücret isterse bu hakkını kaybeder.
26 - Fakir olduklarında baba ve dedelerin nafakaları erkek ve kız evlatlarına ait olur.
27 – Kadın ile usul ve fürû'un nafakaları hariç dinin değişik olması nafakayı ortadan kaldırır.
28 - Ana-baba ve evlat hariç mahrem olan akrabaların nafakaları mirastaki hisselerine göredir ve bu nafaka müzmin hastalıktan (süreğen, iyileşmez, kalıcı, kronik) kazan­maya iktidarı olmayan yahut kadın olup fakir bulunanlara verilir. Beceriksizliğinden yahut insanlar arasında ileri gelenlerden olmasından veya talebe bulunmasından dolayı kazanç temin edemeyenler de aynı şe­kilde nafaka alırlar.
29 - Babanın karısının nafakasını temin etmek oğluna aittir. Oğul, baliğ olmayan bir fakir veya yatalak olduğu zaman onun ailesinin nafa­kasını temin etmek de babaya düşer.
30 - Fakir kimsenin zevcesi ve küçük çocuklarından başkasına na­faka vermesi vacip değildir.
31  -  Sadaka alması haram olan kimse zengin sayılır.
32 - Babanın, nafakası için (kayıp olan) oğlunun (akar hariç) malı­nı satması caizdir (SM). Babanın oğlunun malından, yanında olanı, nafa­kasına harcaması da caiz olur [4].
33 - Hâkim nafakaya hükmettikten sonra (zevce hariç hak sahip­leri tarafından alınmayıp) bir müddet geçerse nafaka düşer. Yalnız halcimin nafaka vermesi gereken (münfik: nafaka veren, besleyen) adına borçlanmayı emret­mesi bu kaidenin dışında kalır.
34 – Efendi, kölesinin nafakasını temin etmek mecburiyetindedir. Bundan kaçınırsa, köle çalışıp kazanır ve ihtiyacını giderir. Köle kazanç temin edemezse, efendisi kölesini satmaya zorlanır.
35 - Hayvanların nafakalarını vermek için sahipleri diyaneten zorlanır [5].

HIZANE

(ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK)

36 - Karı-koca ayrılmadan önce veya sonra çocuk hakkında anlaş­mazlığa düşerlerse anne çocuğa bakma (hızane) [6] konusunda herkesten daha hak sahibidir.
37 - Çocuğun annesi yok veya ehil değilse, sıra ile aşağıdaki kimseler hızane hakkına sahip olurlar:
1) Annenin annesi,
2) Babanın annesi,
3) Çocuğun, ana-baba bir kız kardeşleri,
4) Ana bir kız kardeş,
5) Baba bir kız kardeş,
6) Sonra aynı şekilde ana-baba bir olan teyzeler,
7) Sonra halalar,
8) Kız kardeşin kızları, erkek kardeşin kızlarından çocuğa bakma­ya daha yetkilidirler. Erkek kardeşin kızları da halalardan daha önde gelirler [7].
38 - Hızane hakkı olan kadın, çocuğa yabancı olan birisi ile evlenin­ce hakkını kaybeder. Ondan ayrılınca da hakkı tekrar geri gelir.
39 - Kocanın hızane hakkını kabul etmemesi karşısında söz kadı­nın olur.
40 -1) Erkek çocuk, hızane hakkı olan kadınlar yanında hizmet ve bakıma ihtiyacı kalmadığı bir zamana kadar kalır.
2) Kız çocuğu, anne ve ninesinin yanında hayız görünceye kadar kalır. Kız çocuğu bu ikisinden başkasının yanında ise hizmet ve bakıma ih­tiyacı kalmadığı bir zamana kadar durur.
41 - Oğlan çocuğuna bakmak için bir kadın bulunamazsa onu er­kekler alır. Asabe  (soy) bakımından çocuğa en yakın olan erkek ona bakmaya en hakkı olandır.
42 - Kız çocuğu, kendisine mahrem olmayan erkeklere verilemez. Sapık ve fâsık olan bir mahremine de verilmez.
43 - Çocuğa bakma hakkına aynı derecede sahip olanlar bir araya gelince bunların en muttaki olanı tercih edilir. Sonra da en yaşlısı gelir.
44 - Cariye ile ümmü'l-veledin çocuğa bakma hakları yoktur.
45 - Gayri müslim olan bir kadın kâfir olmasından korkulmadığı müddetçe müslüman olan çocuğunun bakımına herkesken daha hak sa­hibidir. ???
46 - Hizmet ihtiyacı sona ermedikçe bir baba çocuğunu beldesin­den dışarı çıkartamaz. Anne de aynı şekildedir. Yalnız anne çocuğunu, kocası ile evlenmiş bulunduğu vatanına götürebilir. Şu kadar var ki, ka­dının kocası ile evlendiği bu vatanı daru'l harb (Müslümanlarla ant­laşması bulunmayan düşman yurdu) olmamalıdır.


KÖLE AZAD ETMEK [8]

47 - Bağış yapmaya kadir bulunan kimsenin azad etmesi ile köle azad olur.
48 -1) Köle azad etmek için kullanılan lâfızlar açık olduğu gibi ka­palı (kinayeli) da olur:
2) Sarîh  (açık) olan lâfızla niyet olmasa da köle azad olur. Sarîh olan lâfızlar: "Sen hürsün yahut hürriyete kavuşturuldun, sen artık azad edilmiş olansın, sen azad olmuşsun, ben seni azad ettim, seni hür­riyete kavuşturdum, ey efendim, bu hanım efendimdir" gibi sözlerdir. Ancak bu tabirleri köleye isim takmışsa azad olmaz. Hürriyeti, beden yerinde kullanılan bir uzva izafe etmekle de köle azad olur.
3) Kinayeli sözlerde ise niyete ihtiyaç duyulur. Kinayeli lâfızlar: "Benim senin üzerinde mülkiyetim yoktur. Benim sana bir yolum yok­tur. Kölelik yoktur. Mülkümden çıktın" gibi sözlerdir.
49 - Bir efendinin cariyesine: "Seni boşadım, salıverdim" demesi de kinayeli bir sözdür. Eğer; "seni boşadım, salıverdim" sözünü "Itlak" keli­mesi ile değil de, "Tatlîk" kelimesi ile söylemişse, niyeti olsa bile cariye azade olmaz.
50 - Bir kimse kölesine: "Bu benim babamdır" veya "Oğlumdur" ca­riyesine de "Bu benim anamdır" derse onları azad etmiş olur (SM). "Bu kardeşimdir" demekle köle azad olmaz. "Ey oğlum veya ey kardeşim" hi­tapları ile de hür olmazlar.
51 - Sarhoş ve mükreh (zorlanan) kimselerin ı'takı (azad etmek) ile hürriyet meydana gelir.
  

Bir Kimsenin Kendisine
Mahrem Olan Akrabasını Köle Edinmesi

53 - Bir kimse mahremine köle olarak sahip olursa; sahip olan, sabi veya mecnun olsa dahi mahrem olan akraba hemen azad olur.
54 - Usûl ve fürû'dan olan akrabalar mükâteb tarafından kitabet akdine bağlanabilir. Başkaları ise bağlanamaz (SM).
55 - Bir kimsenin kölesini putlar ve şeytan için azad etmesi ile köle azad olur. Fakat bu kimse Âllah’a isyan etmiş olur..
56 -1) Hâmile olan cariyeyi azad etmekle karnındaki çocuk da azad olur. Karnındakini azad etmek ise yalnızca o çocuğu hür kılar.
2)  Çocuk hürriyet, kölelik ve tedbîrde anneye tâbi olur.
57 - Efendinin, cariyesinden olan çocuğu hür olarak doğar.
58 - Hür diye aldatılarak cariye ile evlenen kimsenin bu cariyeden doğan çocuğu, kıymetini cariyenin efendisine vermesi ile hür olur.
59 - Bir mal karşılığında azad edilen köle bunu kabul ederse azad olmuş olur ve söylenen malı ödemesi gerekir.
60 - Bir kimse kölesine "Bana bin lira verirsen sen hürsün" derse kölesine ticaret yapma iznini vermiş olur. Köle bu parayı efendisinin alabileceği bir yere (Z) bırakınca azad olmuş olur. Efendinin ise, para ödenmeden önce kölesini satmak hakkı vardır.

Kölenin Bir Kısmını Azad Etmek

61 -Bir kimse kölesinin bir kısmını azad ederse o kısım azad olmuş olup, geri kalan kısmının kıymeti karşılığında efendisi için kazanç saha­sına atılır (SBM).
62 - Kazanç sahasına atılan köle  (müstes'a), mükâteb köle gibidir (SM).
63 - İki ortaktan biri kendi hissesini azad edince azad eden; giyece­ğinden, kendisinin ve ailesinin bir günlük nafakalarından ortağının hissesi kıymetinde fazla bir mala sahip olursa köle azad olur. Ortağı da isterse hissesini azad eder, dilerse tedbîr veya kitabet akdinde bulunur, dilerse de azad eden ortağına hissesini ödettirir. Dilerse de kölesini (kendi hissesini ödemesi için) kazanç sahasına bırakır. Eğer azad eden ortak fakir ise de bu böyle olur. Şu kadar var ki, bu durumda ona hissesi­ni tazmin ettiremez (SM).
64 - îki ortaktan biri diğerinin köle olan oğlunu satın almış olsa ba­ba olanın hissesi miktarınca köle azad olur. Diğer ortak da onun, ortağı­nın oğlu olduğunu bilsin bilmesin, dilerse azad eder, dilerse de (kendi hissesini ödemesi için) kazanç sahasına terk eder.
65 - Bir kimse iki kölesine: "İkinizden biri hürdür" der ve sonra da birini satar veya satışa arz eder yahut da onunla tedbîr akdinde bulunur veya biri ölürse diğer köle azad olur. İki cariyesinden birisinin kendisin­den hâmile kalmış bulunduğunu söylemesi de böyledir.
66 - Bir kimse iki cariyesine: "ikinizden biri hürdür" dedikten sonra biri ile cinsî temasta bulunursa diğeri hür olmaz (SM).
67 - İki kişi, efendinin iki kölesinden veya cariyesinden birini azad etmiş olduğuna tanıklık yapsalar, bu tanıklık geçersiz  olur (SM).


Tedbir

68 - Bir kimse kölesine: "Ben öldüğüm zaman sen hürsün  demesi…
Tedbir: İdare etmek, sonunu düşünmek yani Türkçedeki tedbirli olmak anlamınadır. Bu kelimenin kökü "dünür”dür ki, arka, sırt ve makat demektir. Tedbir fıkıhta: Bir nevi ı'tâk yani azad etmektir. Umumiyetle efendinin ölü­müne bağlı olur; “Ben ölünce kölem hürdür!” demek gibi. Bazen şarta, zamana, herhangi bir vasfa da bağlanır.
Müdebbir: Tedbîr yapan, yâni kölesinin hürriyetini kendisinin ölümü­ne bağlıyan efendi.
Müdebber: Azad olması için efendisinin vefatına bağlı olan köle demektir. Cariye olursa müdebbere denilir. “Benden sonra hürsün, sen müdebbersin, seni müdebber kıldım, sen ölü­mümle hürsün, sen ölümüm esnasında, yahut öldüğümde hürsün, senin için kendini veya rakabeni vasiyet ettim, yahut senin için malımın üçte birini vasiyet ettim" derse bu sözleri ile köleyi müdebber kılmış olur.
69 - Müdebber olan bir köleyi kitabet akdine bağlamak caizdir.
70 - Cariye müdebbere iken efendisinden bir çocuk doğurursa, efendisinin ümmü'l-veledi olur ve bu cariyeden müdebber olma durumu kalkar. Hürriyetini satın almak için de hiç bir zaman kazanç sahasına atılmaz. Efendinin böyle bir cariyeyi hizmetçi olarak kullanmaya, ücret karşılığında başkasının işinde çalıştırmaya ve onunla cinsî temasta bu­lunmaya hakkı vardır. Bu cariyenin kazancı ve diyeti de efendisine ait­tir.
71 - Efendi öldüğü zaman müdebber olan köle, efendinin malının üçte birinden azad olur. Eğer üçte biri onu azad etmezse üçte bir hesabı ile azad olur. Efendi borçlu olarak ölmüşse köle kıymetinin bütünü kar­şılığında kazanç sahasına atılır.
72 - îki ortaktan biri hissesi nispetinde kölesini müdebber kılmış  ve diğer arkadaşının hissesini de kendisi almış ve sonra ölmüşse, kölenin yarısı (SM) tedbîr ile azad olur. Diğer yarısı için de kazanç sahasına atı­lır.
73 - Efendi kölesine: "Eğer şu hastalıktan ölürsem yahut şu yolcu­luğumda ölürsem veya 20 seneye kadar ölürsem sen hürsün" derse bu­nunla kölesinin hürriyetini ta’lîk etmiş olur (ki bu kayıtlı bir tedbirden ibarettir) ve kölenin bu durumda satılması caiz olur. Efendi bu söylediği şekillerde ölürse köle hürriyete kavuşur.


İSTİLAD

74 - Efendinin iddiası olmadan cariyenin çocuğunun nesebi kendi­sinden sabit olmaz. Efendi çocuğun kendisinden olduğunu kabul edince cariye ümmül-veled olur. Bundan sonra kendisinden olan çocukların nesebi davasız sabit olur.
75 – Efendinin, sadece çocuğun kendisinden olmadığını söylemesi ile liana lüzum kalmadan, çocuğun nesebi sabit olmaz.
76 - Ümmü'l-veled olan bir cariyenin azad edilmekten başka su­rette efendisinin mülkünden çıkartılması caiz değildir.
77 - Efendi ümmü'l-veledi (kendisinden çocuk yaptığını söylediği cariyesi) ile cinsî temasta bulunmak, onu hizmetçi olarak kullanmak, ücretle çalıştırmak ve kitabet akdine bağlamak haklarına sahiptir.
78  - Ümmü'l-veled, efendisinin ölümü ile malının tamamından azad olur. Efendinin borçları için çalıştırılamaz.
79 – îstilâd’dan sonra cariyenin başkasından doğurduğu çocuğun hükmü kendisinin hükmü gibidir.
80 - Hıristiyan olan bir ümmü'l-veled müslüman olunca kıymeti karşılığında
kazanca koşar ve mükâtebe gibi olur (Z). Efendisinin ölümü ile de kazanç peşine koşmadan azad olur.
81 - Başkasının cariyesi ile evlenen kimsenin ondan çocuğu olur ve sonra da ona malik olursa cariye, kendisinin ümmü'l-veledi olur.
82 - Oğlunun cariyesi ile temas edip doğan çocuğun kendisinden ol­duğunu iddia edince neseb kendisinden sabit olur. Cariye de ümmü'l-ve­ledi olmuş olur. Mehr-i misli  hariç cariyenin ve çocuğun kıymeti­ni de ödemesi gerekir.
İstilâd: Lügâtta mutlak olarak çocuk istemektir. Istılahta ise: "Cariye­den çocuk istemek, efendinin, cariyesinin doğurduğu çocuğun kendisinden ol­duğunu itiraf etmesi"dir. Her cariyenin doğurduğu çocuğun nesebi onun ta­mamına veya bir kısmına sahip olandan sabit olur. Bu takdirde bu cariye efendisinin ümmü'l-veledi (çocuğun anası) olur. Böylece efendi istilâd’da bu­lunmakla cariyesinden doğan çocuğu kendi nesebine katmış olur.
83 - Velayetinin kesilmesinde dede de baba gibidir.
84 - İki kişi arasında müşterek olan bir cariye, çocuk yapıp ortak­lardan biri nesebini iddia ederse, nesebi kendisinden sabit olur ve üzeri­ne cariyenin kıymetinin yarısı ile mehr-i mislinin yarısını ortağına öde­mesi lâzım gelir. Çocuğun kıymetinden ise bir şey ödemez.
85 - Her iki ortak da çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse cariye ikisinin de ümmü'l-veledi olup çocuğun nesebi ikisinden de sabit olur. Her iki ortağa da mehr-i mislin yarısını ödemek düşer. Çocuk her ikisine de bir oğul gibi mirasçı olur. Her ikisi de bir tek baba gibi o çocuğa mirasçı olurlar.


86 - Efendi kölesi ile bir mal üzerine kitabet yapıp köle de kabul ederse mükâteb olur. Bu konuda âkil olan küçük de büyük gibidir.
87 - Kararlaştırılan malın derhal veya taksitle ödenmesi yahut tehir edilmesi şartları arasında bir fark yoktur.
88 - Sahih bir kitabet ile köle mevlâsının mülkünden çıkmasa da tasarrufundan çıkar.
89 - Efendinin mükâtebine ait bir malı telef etmesi kendisini borç­landırır. Mükâtebe (kendisi ile kitabet akdi yaptığı) cariyesi ile de cinsî temasta bulunursa emsallerine göre mehrini ödemesi lâzım gelir. Kendisine veya çocuğuna karşı bir cinayet işleyince de diyetini ödemesi gerekir.
90- Mevla mükateb olan kölesini azad ederse nafiz (geçerli) olur ve kitabet bedeli olan mal da düşer.
91 –Mükâteb, bütün tasarruflarında ticarete izinli olan bir köle gi­bidir. Şu kadar var ki, efendisinin yasaklaması ile ticaretten geri dur­maz. Yolculuğa çıkmaya hakkı vardır. Bir cariye ile evlenebilir. Kölesi ile kitabet akdinde bulunabilir. Kölesi kendisinden önce borcunu öderse velâsı efendisine ait olur. Eğer kendisi efendisine olan borcunu önce öderse mükâtebine ait velâ hakkına sahip olur.
92 - Mükâtebin, cariyesinden kendine ait bir çocuk doğarsa bunun hükmü kendisinin hükmü gibi olur. Çocuğun kazancı babasının olur.
93 - Mükâtebe olan bir cariyenin çocuğu da annesi ile beraberdir.
94 - Bir kimse kölesi ile cariyesini evlendirip sonra her ikisi ile kitabette bulunsa ve çocuk doğsa, bu da ananın kitabetine dahil olur.
95 - Mükâtebe efendisinden çocuk yapınca, isterse kitabeti devam ettirir, isterse de efendisinin ümmü'l-veledi olur ve böylece kendisinin acizliğini ortaya koyar.
96 - Ümmü'l-yeled ile kitabet akdi yapmak caizdir. Yalnız efendi ölünce kitabet bedeli olan mal düşer. Ümmü’l-veledin müdebbere yapıl­ması da caizdir.
97 - Efendi öldüğünde, mükâtebin malı yoksa dilerse kıymetinin üçte ikisini veya kitabet bedelinin tamamını kazanmaya çalışır (SM).

Fasid Kitabet ve Hükümleri

98 - Bir müslüman, kölesi ile içki yahut domuz üzerine veya köle­nin kıymeti karşılığında (S) yahut kölesine muayyen olmayan bir başka köle vermek şartıyla bin lira üzerine kitabet antlaşması yapsa bu akit fasit olur. Bununla beraber içkiyi ödeyince köle hürriyete kavuşur (Z). İçkinin ödenmesi ile köle hür olunca da efendisine kendi kıymetini öde­mesi gerekir. Bu kıymet kararlaştırılan miktardan az olamaz, fakat fazla olabilir.
99 - Kölenin kıymeti karşılığında yapılan kitabet akdinde kıymetin ödenmesi ile köle azad olur.
100  - Kan ve leş  (meyte) karşılığında yapılan kitabet akdi batıldır.
101 - Hayvan ve elbise karşılığında yapılan bir kitabet akdi, bunlar mehir olmak üzere kıyılan bir nikâh gibidir.
102 - Zimmînin kölesi ile içki karşılığında yapmış olduğu kitabet caizdir. Bu durumda ikisinden biri müslüman olursa, efendi iç­kinin kendisini değil de kıymetini alır.

103 - İki Köle ile Yapılan Bir Kitabet

1) İki köle ile tek bir kitabet akdi yapıldığında ikisi de borçlarını ödeyince azad olurlar. Eğer borçlarını ödeyemezlerse her iki­si de köleliğe döndürülürler.
2) Her iki köle de borçlarının hepsini ödemedikçe hürriyete kavuşa­mazlar. Bunlardan biri kendi hissesine düşeni öderse hürriyete kavuşa­maz. Kendi hissesine düşeni ödeyemeyen yeniden köleliğe döndürülür. Sonra kendi hissesini ödemiş olan, bütün kitabet bedelini öderse her ikisi de hür olurlar.
3) İki Efendi, kendilerine ait iki köle ile kitabet akdinde bulundukları zaman da durum yukarıdaki gibidir. Yalnız yukarıdakinin hilâfına bunlardan her biri kendi hissesi karşılığında mükâteb kılınmıştır. Du­rum böyle olunca da kendi hissesini ödeyen azad olur.
104 - Biri diğerinin kefili olmak üzere, iki köle ile kitabet akdinde bulunmak caizdir. Buna göre kitabet bedelini hangisi öderse ödesin, her ikisi de azad olur. Sonra ödeyen taraf diğerinden ödediğinin yarısını alır.


Kitabet Borcunu
Ödemeden Mükâtebin Ölmesi

105 - Kitabet bedelini tamamen ödeyecek miktarda mal bırakarak ölen mükâtebin, hayatının son anında hür olduğuna hükmedilir ve ço­cukları azad olur. Borcundan fazla bir mal kalmışsa o da mirasçılarının olur.
106 - Borcunu ödemeğe yeter bir mal bırakmaz ve ayrıca geride kitabet akdinden sonra dünyaya gelmiş olan bir de çocuk bırakırsa bu çocuk da babası gibi kazanç sahasına atılır.
107 - Geride satın alınmış olan bir çocuk bırakır ve bu çocuk hemen kitabet bedelini öderse azad olur. Aksi halde köleliğe döndürülür (SM).
108 - Efendi öldüğü zaman kitabet bedeli taksitle vârislerine öde­nir. Vârislerden birinin azad etmesi ile mükâteb hür olmaz. Ancak hepsi azad ederlerse azad olur.
109 – Mükâteb, taksitleri ödemekten aciz olunca hâkim bakar; eğer gelmesi umulan bir malı varsa iki veya üç gün bekler. Bu sürenin üzerine ilave etmez.  Hiç bir kurtuluş yönü yoksa acizliğine karar verilip (S) kölelik hükümlerine döndürülür.

VELA [10] 
1) Velâ-i a'tâka,
2) Velâ-i müvâlât.
111 - Velâ-i a'tâka’nın sebebi; köleyi azad etmek, akrabanın satın alınması sebebi ile azad olması, mükâtebin borcunu ödemesi, müdebber ve ümmü'l-veledin efendilerinin ölümü ile azad olmalarıdır.
112 - Azad eden erkek olsa da kadın olsa da velâ hakkı kendisi için sabit olur. Velâ başkasına şart koşulsa yahut azad ederken vâris olma­mak şartı ileriye sürülse velâ hakkı hiçbir zaman efendiden başkasına intikal etmiş olmaz.
113 - Efendi öldüğü zaman velâ hakkı asabeden olan en yakın akra­balarına kalır. Mevlânın (Efendi) oğlu ile babası birleşince, velâ oğulun olur. Akrabalıkta eşit olanlar velâda da eşit olurlar.
114 - Velâdan kadınlara bir hak yoktur. Ancak kadınların azad et­tikleri kimselerin veya azad ettiklerinin yahut da kadınlar tarafından azad edilen bir kölenin velâsı çekilip alınmakla kadınlar da velâ hakkı­na sahip olurlar.
Bu sonuncusu şöyle olur: Kadın kölesini başkasının azad etmiş olduğu azatlı bir cariye ile evlendirir. Bunlardan doğan çocu­ğun velâsı elbette azadlı cariyenin efendisine ait olur. (Kadın da kendi kölesini azad ederse çocuğun velâsını kendisine çekmiş olur.)
115 - Velâ-i müvâlâtın sebebi akittir.
Bu da şöyle olur: Bir kimse bir adamın elinde Müslüman olup ona; "Sen benim mevlâmsın, öldüğüm za­man bana mirasçı olursun, şayet bir cinayet işlersem diyetini sen verir­sin" der ve o da kabul ederse velâ-i müvâlât meydana gelir ki, bu sahih­tir.
116 - Yukardaki şekilde kendisine mevlâ tayin etmiş olan kimse ölünce başka mirasçısı yoksa mevlâsı ona mirası olur.
117 - Kendisine bir mevlâ tayin etmiş olan kimse söz ve fiili ile velâ akdini fesh etmek hakkına sahiptir. Fakat mevlâsı kendisinin veya ço­cuğunun diyetini vermişse akdi fesh edemez.
118 - Kadın Müslüman olup müvâlat antlaşması yapsa, yahut velâyı ikrar etse elinde küçük çocuğu varsa o da velâda kendisine tâbi olur(SM) [11].



YEMİNLER [12]

119 -Allah Teâla’ya yemin etmek üç kısımdır
1) Gamûs: Geçmiş veya şimdiki zamanda yapılan bir iş için yalan yere yemin etmektir ki bunun keffâreti yoktur.
.2) Yemin-i Lâğv: Bir kimsenin bir iş hakkında o işin söylediği gibi olduğunu zannederek yemin etmesidir. Hâlbuki o iş dediği şekilde değil­dir. Bu yeminden dolayı Allah’ın hesaba çekmeyeceğini umarız.
3) Mün'akıd: Gelecek zamana ait bir işi yapmak yahut da yapma­mak üzerine yapılan yemindir.
Mün'akıd Yemin Bir Kaç Çeşittir
a) Uyulup yerine getirilmesi vacip olan "Birr" adını alan kısım. Farzları yapmaya ve günahlardan kaçınmaya yemin etmek gibi.
b) Kendisinden dönmenin vacip olduğu yemindir ki, "Hins" adını alır. Kötülükleri, günah olan işleri yapmak ve farzları terk etmek için yapılan yemin gibi.
c) Uyulmaması uyulmasından hayırlı olan kısım. Müslüman’a küs­mek ve benzeri şeylere yapılan yemin gibi.
d) Uyulması ile uyulmaması müsavi olan kısım.
120 - Mün'akıd  (Gelecekteki bir işe ait yapılan) yeminden dönen kimseye keffâret lâzım gelir.
121 - Yeminin Keffâreti Şöyle Olur 
1) Dilerse bir köle azad eder,
2) Dilerse on fakiri giydirir veya yemek verir,
3) Yukarıdakilere gücü yetmeyen üç gün arka arkaya oruç tutar.
122 - Yeminden dönmeden önce kefâretini verip sonra yeminden dönmekle yeminin kefâreti verilmiş olmaz.
123 - Yemin konusunda unutan, zorlanan ve kasten yapanlar ara­sında fark yoktur.
Yemin Harfleri ve Yemin Sayılıp Sayılmayan Sözler

124 - Arapçada yemin harfleri, "Ba, V, Ta"dır. (Billahi, Vallahi, Tal­lahi gibi) Bu harflerin kaldırılarak (esre) ile yetinildiği de olur. "Vallahi bu işi böyle yapmayacağım" sözündeki gibi.
125 -Yemin “Allah" lâfzı ve bir de O’nun diğer isimleri ile olur.
126 - Alîm, hakîm gibi Allah’tan başkalarına da isim olan kelime­ler müstesna yeminde niyete ihtiyaç duyulmaz.
127 -Allah'ın zatı sıfatları ile de yemin yapılır. "Allah'ın izzeti ve celâli hakkı için" diyerek Onun ilmine yapılan yemin, yemin olmaz. Allah’ın rahmetine, gazabına ve hışmına da kasem edilmez.
128 -Kâbe, Kur'an, Nebi gibi Allah’tan başkası adına yapılan ye­minler yemin değildir. Fakat bunlardan beri, uzak olacağına yapılan ka­semler yemin olur. (Falan işi yaparsam; Kur'an'dan yahut Peygamber­den veya Kâbe’den beri (uzak) olayım gibi).
129 - "Allah hakkı için [13] demek yemin değildir. Fakat "Hak için" de­mek yemindir.
130 - Bir kimsenin; "şu işi yaparsam Allah’ın laneti üzerime olsun yahut zina etmiş olayım veya şarap içmiş olayım" demesi yemin olmaz. Fakat "Yahudi veya Hıristiyan olayım" demesi yemin olur.
131 - Allah'ın ömrüne (ki bekası demektir)- Allah'ın yeminlerine, ahdine, misakına yemin etmek yahut "üzerime adak olsun veya Allah’ın adağı üzerime olsun" demek yemindir.
132 – Yemin ederim, kasem ederim veya şahadet ederim" demek veyahut da bunlara Allah'ın da adını ilâve etmek yemin olur.
133 - Bir kimse; sahip olduğu bir malı kendisine haram eder ve sonra onu veya onun bir kısmını mubah sayarsa üzerine kefaret gerekir.
134 - Bir kimsenin: "Her helâl bana haram olsun" demesi, başka şey­lere de niyeti olmadıkça yalnız yenilecek ve içilecek şeylere yorumlanır.
135 - Gayri Müslim olarak yemin eden bir kimsenin bu yemininden dönmesinin kefâreti yoktur.
136 - Yeminine bitişik olarak, "İnşallah" diyen bir kimse için de ye­mini bozmak diye bir şey yoktur.

Bir İş Yapmayacağına Yemin Eden Kimsenin
O İşi Yapması İçin Başkasına Emir Vermesi

137 - Dışarı çıkmayacağına yemin eden kimse, başkasına çıkartılmasına emr edip o da çıkartırsa yemininden dönmüş olur. Fakat zorla çıkar­tılırsa dönmüş olmaz.
138 - Cenazeden başka şey için dışarı çıkmayacağına yemin eden kimse, cenazeye çıkar ve sonra diğer bir ihtiyacını görürse yemininden dönmemiş olur.
139 -Mekke'ye gitmek için yola çıkmayacağın yemin eden kimse gitmeyi kastederek yola koyulur ve sonra da geri dönerse, yemininden dönmüş sayılır. Sahih olan görüşe göre: "Çıkmamak" yerine "Gitmemek" kelimesini kullanmakta da durum aynıdır. Mekke'ye gelmeyeceğine ye­min edince oraya girmedikçe (sadece yola koyulmakla) yemininden dön­müş olmaz.
140 - Bir kimse, izni olmadan karısının içeri giremeyeceğine yemin edince her içeri girişte karısının izin alması gerekir. Eğer: "Sana izin vermem müstesna" ifadesini kullanmışsa tek bir izin kâfi gelir.
141 -"Şu eve, konağa ve köşke girmeyeceğim" diye yemin eden kimse, orası sonradan harabe olup boş bir arsa haline gelse de o yere girse ye­mininden dönmüş olur [14]. Fakat belirtilmeden herhangi bir dâr (yer) için bu ye­min yapılmışsa o zaman yeminden dönülmüş olmaz. Ev, için ya­pılmış olan yeminlerde ise yukarıdaki her iki durumda da yeminden dö­nülmüş olmaz.
142 - Eve girmeyeceğine yemin edenin Kâbe’ye, mescide, havraya, kiliseye girmesi ile yemini bozulmuş olmaz.
143 -"Şu dara girmeyeceğim" diye yemin edip de onun çatısına çık­sa yemininden dönmüş sayılır. Dârın dehlizine girse de üzerine kapısı kapanabilse dârın kendisine girmiş sayılır ve böylece de yeminini boz­muş olur. Aksi halde dara (eve) girmiş sayılmaz.
144 - "Şu eve girmeyeceğim" diyen kimse o anda evin içinde bulunu­yorsa, oturması ile yeminini bozmuş olmaz.

Üzerindeki Elbiseyi
Giymemeye, Hayvana Binmemeye,
Evde Oturmamaya v.s. Şeylere Yapılan Yemin

145 - Elbise üzerindeyken: "Bu elbiseyi giymeyeceğim" diye yemin eden bir kimsenin hemen onu çıkarması gerekir. Bir süre, o elbise ile kalırsa yemininden dönmüş olur. Evde oturmamaya ve hayvana binme­meye olan yemin de böyledir.
146 -  Şu evde oturmayacağım" diye yemin edenin toptan aile fertleri ve eşyası ile o evden çıkması gerekir.
147 - Bir kimse diğerini : "Otur, yanımda yemek ye" diye davet eder, o da "Eğer yemek yersem kölem hür olsun" der ve dönüp onun evinde ye­mek yerse yeminini bozmuş olmaz. Kadın dışarı çıkmak ister kocası da: "Eğer çıkarsan boşsun" der, o da oturup sonra çıkarsa boş olmaz.
148 - "Falan adamın hayvanına binmeyeceğim" diye yemin eden onun ticarete izinli kölesinin hayvanına binse, köle ister bir başkasına borçlu olsun, ister olmasın yemininden dönmemiş olur.
149 - "Konuşmayacağım" diye yemin eden; Kur'an okur, tespih çe­ker, lâ ilahe illallah derse yeminini bozmamış sayılır.
150 - Birisi ile bir ay konuşmamaya yemin edilince bunun zamanı yemin edilen andan başlar.
151 - Birisi ile konuşmamaya yemin eden, uykuda da olsa onun işi­tebileceği kadar konuşunca yemininden dönmüş olur. Başkası ile konu­şup onun duymasını kast ederse yemin bozulmaz. Bir cemaate selâm ve­rir de konuşmayacağı adam da orada bulunuyorsa yemini bozulur. Onu hariç tutup diğerlerine niyet ederek selâm vermişse yemin bozulmaz.
152 -1) Bir adamın kölesi ile konuşmamaya yapılan yeminde, ye­minin yapıldığı gün değil de bozulduğu günkü mülkiyetine itibar olu­nur. Elbise ve ev hakkında yapılan yeminler de böyledir. Fakat: "Falanın şu kölesi veya şu evi" diyerek bir tayin yapılmışsa onlar satıldıktan son­ra yeminden dönmek diye bir şey olamaz.
2) Falanın dostu, hanımı veya kocası ile konuşmamaya yemin edil­dikten sonra; dostların arası açılsa yahut evliler arasında ayrılık mey­dana gelse de ondan sonra konuşulsa yemin bozulmuş olur.

153- Hîn, Zaman, Ta'rif, Tenkîr


1) Hin ve zaman kelimeleri marife (belirli) veya nekire (belirsiz) oldukları zaman altı ayı gösterirler. "El-Dehr" kelimesi ise ebedî demek­tir. "Dehr" kelimesi "el" siz, yani belirsiz olduğu zaman, Ebû Hanife, onun ne olduğunu bilmiyorum, diyor.
2- El-eyyam (günler), el-şuhûr (aylar), el-sinûn  (seneler) keli­meleri belirli olarak 10 sayısını gösterirler. Belirsiz oldukları zaman 3 sayısına delâlet ederler [15]

Buğday, Ekmek, Kebap

v.s. Şeyler için Yemin Etmek


154 - "Bu buğdaydan yemeyeceğim" diye yemin eden kimse onu diş­leri ile tane olarak yemedikçe yemininden dönmüş olmaz. "Bu undan” diye yemin yapılmışsa unun kendisinden değil de, ekmeğinden yenilin­ce yemin bozulur.
155 -"Ekmek" denilince de o belde ahalisinin yemeği adet edindiği ekmek anlaşılır. "Kebap" denilince etten olana, "yahni" denilince de su­da pişmiş et yemeği olduğuna yorumlanır ve suyundan yemekle de ye­minden dönülmüş olur. "Başlar yemem" denilince de fırınlarda pişirilip çarşılarda satılanlar anlaşılır.
156 -Taze hurma, üzüm, nar, hıyar ve acur meyve cinsinden değil­dir.
157 -Katık; tuz, zeytinyağı ve sirke gibi kendileri ile katık yapılan şeylerdir.
158 - Gedal (kahvaltı) fecrin doğumundan öğlene kadar olan za­man içerisinde yenilen yemektir. Aşa' (Akşamlık) öğleden gece yarısı­na kadar olan zaman içerisinde yenilen yemeğe denilir. Sahur; gece ya­rısından fecrin doğumuna kadar olan zaman içerisinde yenilen yemeğe denilir.
159 - Nehirden su içmek; ağzı nehre dayayarak içmektir. Küpten veya kuyudan su içmemeye yemin eden bir kimse kapla onlardan su içerse yemini bozulur.
160 - Balık ve koyun kuyruğu, etten sayılmaz. İşkembe, karaciğer, akciğer, kalp, böbrek, baş, paça, barsaklar ve dalaklar et sayılır.
161 - "Şu hurma koruğunu yemeyeceğim" diye yemin eden, onu ol­gun yaş hurma olarak yemekle yeminini bozmuş olmaz. Olgun yaş hur­ma kuru hurmaya, süt de yoğurda dönüştüğü zaman durum yine böyle olur. Fakat "bu kuzudan yemeyeceğim" diye yemin edip, onu koç olunca yerse yemin bozulmuş olur.
162  -"Şu hurmadan yemeyeceğim" denildiğinde, o kimse onun meyvesi ve kaynatılmamış şırası için yemin etmiş olur. Koyun için böyle bir yemin yapılmışsa etini, sütünü ve tereyağını içine alır.

Göklere Çıkmaya ve Buna

Benzer Şeylere Yemin Etmek

163 - Balık yumurtası esas yumurtaya dâhil değildir. Satın alma üzerine yapılan yemin yeme üzerine yapılan yemin değildir.

164 - Bir kimse, mutlaka göğe çıkacağına veya havada uçacağına yemin ederse yemini sahih olup hemen yemininden dönmüş sayılır.
165 - Birisine, güç bulursa geleceğine yemin veren kimsenin bu güç bulması sıhhate yorumlanır. Bir kimseye mutlaka kendisine geleceğine yemin edip de sonra gitmez ve ölürse hayatının son anında yeminini boz­muş olur.
166 - Bir kimse: "Eğer içersem, yersem, giyersem, konuşursam, ev­lenirsem yahut çıkarsam" der ve bu sözü ile muayyen bir şeye niyet etti­ğini söylerse kabul edilmez. Eğer;"yiyecek yersem, içecek içersem yahut giyecek giyersem" der ve bu türlü şeyler söyleyip bu sözleri ile muayyen bir şeye niyet ettiğini bildirirse sadece diyaneten tasdik edilir.
167 – Reyhan; sapı olmayan bir çiçek olup ona yemin edildiğinde gül ve yasemin ile yeminden dönülmez. Gül ve menekşeye yemin edildiğin­de bunların yaprağına yemin edilmiş olur.
168 - Gümüş yüzük, ziynetten sayılmaz. Fakat altın yüzük ziynettir. İnciden yapılmış gerdanlık, işlenmiş, yaldızlanmış olmadıkça ziynet ye­rine geçmez.
169 – Döşekte uyumamaya and içen, onun üzerine başka bir dö­şek koyup uyursa andını bozmuş değildir. Fakat çarşaf koyup uyursa andından dönmüş olur.
170 - Dövmek, konuşmak, giymek ve yanına girmek fiilleri hayat hali ile kayıtlıdır. Ölünceye veya öldürünceye kadar birisini döveceğine yemin edenin bu dövmesi dövüşün en şiddetlisine yorumlanır. Ailesini dövmemeye yemin eden onun boğazını sıkar, saçlarını çeker veya ısırırsa yeminini bozmuş olur.
Oruç Tutmamaya, Namaz Kılmaya v.s. Şeyleri
Yapmamaya veya Yapmaya Olan Yeminler

171 - Oruç tutmayacağına yemin ettiği halde niyet ederek bir saati­ni oruçlu geçiren yemininden dönmüş olur. Eğer bir oruç tutmayacağına yemin ederse bir günü tamamlamadan yemin bozulmuş olmaz.
172 - Namaz kılmayacağına yemin eden kişi namaza durup; kıyam, kıraat ve rükû’u yaparsa secde etmedikçe yemini bozulmaz. Bir namaz kılmayacağını söylemişse, iki rekâtı tamamlamadan yemininden dön­müş olmaz.
173 - Efendi, cariyesine: "Çocuk doğurursan sen hürsün" der ve o da ölü bir çocuk doğurursa hür olur. Boşamak da böyledir.
174 - Doğacak çocuğun hür olduğu söylenip çocuk ölü doğar, sonra da bir tane diri doğarsa, hayattaki hürriyete kavuşur (SM).
175 - "Bana falanın gelişini kim müjdelerse o hürdür" denildikten sonra, dağınık olarak bir cemaat müjdelerse birincisi azad olur. Hepsi beraber müjdelemişlerse hepsi birden azad olurlar. "Bana kim haber verirse" ifadesi ile her iki şekilde de hepsi hür olurlar.
176 - "Cariye ile temas edersem o hürdür" deyip mülkünde olan bir cariyesi ile cinsî temasta bulunursa azad olur. Eğer sonradan bir cariye satın alır ve onunla temasta bulunursa bu cariye hür olmaz.
177 - Evlenmemeye yeminli olanı, emri olmadan başkası evlendirir ve o da sözü ile kabul ederse, yemini bozulur. Fiili ile izin vermişse yemin bozulmaz. Başkasına kendisini evlendirmesini emr etmişse yeminin­den dönmüş olur. Boşamak ve azad etmek konularındaki yemin de böy­ledir.
178 - Kölesini veya cariyesini evlendirmemeye yeminli olan kimse başkasına evlendirmesi için icazet ve vekâlet vermekle yeminini bozar. Küçük oğlu ve kızı hakkında da durum böyledir. Büyük oğlunu ve kızını ise bizzat kendisi evlendirmedikçe yemininden dönmüş olmaz.
179 - Kölesini dövmeyeceğine yemin edip bu işe başkasını vekil ta­yin ederse yemin bozulur. Bu işi bizzat kendisinin yapmayacağını kast ettiğini söylerse kazaen (mahkemece) kabul edilir. Oğlunu dövmeyeceğine yemin eden başkasına dövmesini emrederse yemini bozmuş olmaz. Koyunu kesmek hakkındaki yemin de köleyi dövmekte olduğu gibidir.
180 - Bir malı satmayacağına yemin eden sonra o malın satımına başkasını vekil ederse yemininde sadık olur. Diğer karşılıklı malî müba­deleler de bunun gibidir.
181 - Malını satmamaya yemin eden, sonra malını satar ve müşteri de kabul etmezse yemin bozulmuş olmaz. Kiraya verme, sarf, selem, re­hin, nikâh ve hulu' (mal karşılığında boşama) hakkında yapılan ye­minler de böyledir. Fakat bağışlasa, sadakaya verse veya ödünç verse de bunlar kabul olunmasa yemin bozulmuş olur.
182 - Mutlaka yakın zamanda borcun ödeneceğine yemin edilirse; bu, bir aydan az bir süre demektir. Uzak zaman ise bir aydan çok­tur.
183 - Borcunu bugün mutlaka ödeyeceğine yemin edip o gün borcu­nu öder, fakat ödenen paranın bir kısmı, devlet hazinesinin kabul etme­yip tüccarın kabul ettiği cinsten adî bir para veya tüccarın kabul etmedi­ği düşük bir para olsa yahut onun başka bir sahibi çıksa yeminini boz­muş olmaz. Fakat kalay veya iki tarafı gümüş olup ortasına bakır konul­muş para cinsinden olursa yemini bozulmuş olur.
184 - Alacağını parça parça almayacağına yemin edip bir kısmını kabz  (alırsa)  ederse kalanını almadıkça yemin bozulmaz. Birbirini müteakip iki ölçekle alırsa yine yemini bozulmamış olur.
185 - Bir işi yapmayacağına yemin eden (yemininden dönmemiş ol­ması için) artık o işi yapamaz. Onu mutlaka yapacağına yemin eden bir kere yapmakla kurtulur.
186 - Vali, bir adamı mutlaka bütün fesatçıları bildireceğine dair yemin etmeğe davet etse, bu yalnız valiliği müddetine bağlı olacaktır.
187 - Bir malını mutlaka hibe edeceğine yemin eder de hibesini ka­bul etmezlerse kefaretten kurtulur. Sadakaya vermek, borç vermek ve ödünç vermede de durum böyledir [16].

Nezir (Adak)

 

188 - Mutlak olarak adakta bulunan bir kimsenin, adağını yerine getirmesi, üzerine düşen bir borçtur. Adağın bir şarta bağlanması ve şartın da meydana gelmesi ile adağı yerine getirmek yine borç olur.
189 - İmam-ı Azam'dan son rivayet edilen bir görüşe göre; meyda­na gelmesi matlub olmayan bir şarta bağlanan adaklar için yemin kefâretini ödemek yeterli olur.
190 - Oğlunu kurban etmeyi adayan kimseye koyun kesmesi gerekir. (SZ).

HADLER (CEZALAR) [17]


ZİNA

 

191 - Had; Allah hakkı olarak vacip olan, mikdarı belli bir cezadır.

---------------------------------
-----------------------


192 - Zina; şüphenin dışında olarak ve nikâhına malik bulunmadı­ğı bir kadına önünden, erkeğin cinsî münasebette bulunmasıdır.

193 - Zina suçu, delil ve ikrar ile sabit olur.
194 – Delil (beyyine) bir erkeğin ve bir kadının zina ettiğine dört erkeğin şahit olmalarıdır.
195 –Şahitler, hâkim huzurunda şahadette bulununca hâkim şa­hitlere:
a) Zinanın ne demek olduğunu,
b) Nasıl yapıldığını,
c) Ne zaman ve nerede zina edildiğini,
d) Zina eden kadının kim olduğunu sorar.
Dört şahit bunları açıkladıktan sonra, her yönden kadının erkeğe haram olduğunu ifade ederler. Bu dört kişi sürmedandaki (mil) hareketi gibi bu olayı görmüş bulunduklarına şahitlik ederler.
196 - Şahitlerin âdil olup olmadıkları, gizli ve açık olarak araştırılır ve adaletli kimseler oldukları ortaya çıkınca zina suçuna hüküm verilir.
197 - Şahitler dörtten az olunca zina suçunu iddia edenler iftira et­miş olurlar.
198 - Şahitler, recim (taşlayarak öldürme) ‘den önce şahitliklerin­den dönerlerse ceza düşer ve kendilerine iftiradan dolayı had cezası ve­rilir. Recim cezası infaz edildikten sonra dönerlerse ölenin diyetini öder­ler, infazdan sonra şahitlerden yalnız biri şahitliğinden dönerse diyetin dörtte birini öder.
199 - Şahitlerin hâkimden uzak olmaları, kendilerini şahitliği ika­me etmeye mâni olmadıkça eski bir zinaya şehâdet etmeleri kabul olunmaz.
200 - Zina suçu ikrar ile de sabit olur. İkrar; akil ve baliğ olan bir kimsenin dört ayrı oturumda dört defa bizzat zina ettiğini söylemesidir. Hâkim her defasında suçluyu görmeyeceği şekilde kovar.
201 - Dört ayrı oturumdaki dört ikrardan sonra hâkim, zinanın iş­lendiği zaman hariç, şahitlere sorduklarını ona da sorar. Zina ettiği iyi­ce anlaşılınca o kimseye had cezası vermek gerekir.
202 - Had vurulmadan önce veya ortasında ikrarından dönerse serbest bırakılır.
203 - Hâkimin ikrar edene ikrarından dönmesi için: "Belki sen şüp­he ile temasta bulundun veya sadece öptün yahut dokundun" tarzında telkinde bulunması müstehap olur.

Haddin Şekli ve Yerine Getirilişi


204 - Eğer muhsan (evli) ise, zina edenin cezası ölünceye kadar taşla recim olunmaktır.
205 – 1) Suçlu geniş bir yere götürülür. Zina suçu delil ile sabit olmuşsa, önce şahitler, sonra hâkim ve daha sonra da halk recme başlar. Şahitlerin hepsi veya biri taşlamaktan çekinirse recm olunmaz.
2) Zina suçu ikrar ile sabit olmuşsa recme önce hâkim başlar ve son­ra da halk katılır.
206 - Zina eden muhsan değilse, onun cezası "celd"dir. Bu da hürler için yüz, köleler için elli değnek vurmaktır.
207 - 1) Celd; dalı, budağı, kenarı olmayan bir sopa ile ortalama vu­ruşla, tenasül uzvundan, yüzünden ve başından başka her tarafına, devamı bir yere vurmamak üzere vurulur. İzar (entari, don, gömlek) ha­riç diğer elbiseleri çıkartılır. Kadının ise kürk ve kaftanından başka el­bisesi çıkartılmaz.
2) Recm cezasında kadın için bir çukur kazılması caiz olur.
3) Erkek, bütün had cezalarında ayakta dövülür.
208 - Muhsan olan bir kimseye hem recm ve hem de celd cezası ve­rilemez. Muhsan olmayan bir kimseye de, hem celd ve hem de sürgün ce­zası verilemez. Ancak hâkim maslahata uygun gördüğünü yapabilir. Efendi, devlet reisinin izni olmadan kölesine had cezası tatbik edemez.
209 – 1) Zina eden, muhsan bir kimse olduğu zaman hasta olsa bile recm edilir. Değnek cezasında ise iyileşmesi şarttır.
2) Hâmile kadına, doğum yapmadıkça had cezası tatbik edilmez. Değnek cezasına çarptırılmış olsa nifas hâli tamamen sona ermedikçe cezası yerine getirilmez.
3) Recm cezası doğumdan hemen sonra infaz edilir. Bir bakıcı bu­lunmazsa, çocuğun anasına muhtaç olmadığı bir zamana kadar infaz ge­ciktirilir.
210 - İhsan-ı Recm: (recmedilmeye müstahak olma sıfatı) hürri­yet, akıl, bulûğ, Müslüman olmak, sahih bir nikâhtan sonra, önceden cinsî temasın yapılmış olması, erkek ve kadın her ikisinin de bu sıfatlara sahip olmasıdır. İhsan ikrar ile veya iki erkek yahut bir erkek iki kadı­nın şahitliği ile sabit olur. Karı-koca arasındaki nesebi belli, bir çocukla­rının olması ile de ihsan sabit olur.

Haddi Gerektiren ve

Gerektirmeyen Cinsî Temaslar


211 - Bir kimse aşağıya doğru; oğul ve torunlarının cariyeleri ile cinsî temasta bulunur ve onun kendisine haram olduğunu bildiğini söylerse yahut yukarıya doğru baba ve usulünden olan diğer kimselerin cariyeleriyle münasebette bulunsa veya annesine ait, karısına veya kölesi bulunduğu efendisine ait bir cariye ile temasta bulunsa veya üç talâk ile boşanmış, iddet bekleyen karısına temas etse ve onun kendisine helâl ol­duğunu zannettiğini söylese had cezası vurulmaz.
Fakat onun kendisine haram olduğumu bildiğini söylerse had ceza­sı verilir. Kardeşi ve amcasına ait cariye ile münasebette bulunursa her durumda da had cezası verilir.
212 - Zina etmek için; ücretle bir kadın tutup zina eden yahut nikâhı altında bulunmayan bir kadınla tenasül uzvu olmayan yerinden temas eden veya livata[18] yapan kimseye had cezası değil de ta'zîr [19] cezası verilir.
213 - Ailesinden başkası kendisiyle zifafa konulmuş olsa ve erkek de onunla cinsî temasta bulunsa had cezası verilmez, fakat mehrini ver­mesi gerekir. Yatağında başka bir kadın bulup onunla temas edene had cezası verilir.
214 - Dâr-ı harpte ve bağîler ülkesinde zina etmiş olanlara had ce­zası verilmez.
215 - Hayvanlara temas edene ta'zîr cezası verilir.
216 - Küçük kız çocuğuna veya mecnun bir kadına temas edenlere had cezası verilir.
217 - Akıl-baliğ olan bir kız, kendi arzusu ile baliğ olamayan veya mecnun olan bir erkekle cinsî münasebette bulunursa had cezası veril­mez.
218 - Ta'zîr cezasının en çoğu, otuz dokuz en ası da, üç değnektir. En şiddetli vuruş ta’zır cezasında sonra, zina cezasında, daha sonra da şurup cezasında (içki içmekten dolayı vurulan had)  olur. En hafifi de iftiradan dolayı verilen had cezasında olur.     

 

HADD İ KAZF (İFTİRA CEZASI)[20]

 

219 - Zina iftirasında bulunmanın hürler için cezası seksen, köleler için kırk değnektir.
220 - Bu ceza, muhsan olan bir kimseye açık zina lâfızları ile iftira etmek sebebi ile verilir. Cezanın verilebilmesi için iftiraya uğraya (makzûf) nın davacı olması da şarttır.
221 - Değnek (kafa, yüz ve tenasül uzvu hariç aynen zina suçunda olduğu gibi) devamlı bir yere değil de, muhtelif yerlere vurulur.  Üzerin­den kürk ve paltodan başka elbisesi çıkartılmaz.
222 - İftira suçu, iftira eden (Kâzif) in bir defada yapmış olduğu ikrarı ile sabit olduğu gibi, iki erkeğin şahitliği ile de sabit olur. Aradan zaman geçmesi ile veya sözü geri almakla bu ceza düşmez.
223 - İhsan-ı kazf; (iftiraya uğrayan kimsenin sahip olması lâzım gelen vasıflardır ki, böyle kimseye iftira etmiş olana iftira cezası verilir). İftiraya uğrayan kimsenin; akıl-baliğ, hür ve Müslüman, zinadan iffetli olmasıdır.
224 - Bir kimseye: "Ey zina eden kadının oğlu veya sen babandan değilsin" diyene had cezası verilir.
225 - Ölüye yapılan zina isnadı davasını, ancak iftira ile kendi ne­seplerine tecavüz vaki olanlar yapabilir.
226 - Oğulun ve kölenin, baba ve efendilerinin hür annelerine yap­mış oldukları iftirayı dava etmeğe hakları yoktur.
227 - Nikâhında olmayan birisi ile haram olduğu halde cinsî müna­sebette bulunan kimseye veya lianla çocuğunun nesebi ret edilen kadı­na iftira edene had cezası verilmez. Fakat lian, çocuğun nesebini ret için değil de, sadece zina için yapılmışsa böyle kadına iftira edene had cezası verilir [21].
228 - Müste'men [22], bir kimseye zina isnad ederse had cezasına çarptırılır.
229 - İftiraya uğrayan ölünce had cezası düşer. Bu mirasçılara bir hak olarak devredilmez.
230 - İftira suçundan af etmek ve bir bedel karşılığında anlaşmaya varmak sahih değildir.

Zinadan Başka Şeyi İftira Etmek


231 - Bir kimse, Müslüman; "ey fâsık, ey pis  (habis), ey kâfir, ey hırsız yahut ey kadın davranışlı" derse ta'zîr cezasına çarptırılır. Fakih yahut yüksek bir şahsiyete; “ey eşek, ey domuz” denilerek iftirada bulu­nulsa, bunları söyleyenlere de ta'zîr cezası verilir.
232 - Hâkimin had veya ta'zîr cezasını tatbik ettiği kimselerin öl­mesi hederdi?? (herhangi bir tazminatı yoktur).
233 - Bir erkek, kendine karşı süslenmeyi terk eden, yatağına gelmeyen, cenabetlik sonrası yıkanmayan, evinden çıkan karısını; ta'zîr etmek hakkına sahiptir.
234 - Bir defadan fazla hırsızlık yapan yahut zina eden veya içki içen bir had cezasına çarptırılır. Bu ceza hepsi için kâfi gelir.

HADD-İ ŞÜRB (İÇKİ İÇMENİN CEZASI)


235 - İçki içmenin cezası; keyfiyet olarak hadd-i zina, kemiyet (değnek sayısı) ve suçun sabit olması bakımından hadd-i kazf  (iftira cezası) gibidir. Şu kadar var ki, olayın eskimesi, ikrar ve şahitlikten dönmekle had cezası düşer.
236 - İşlenen suçun eskimiş olması; sarhoşluğun ve kokunun git­mesidir.
237 - İçki içen yakalandığında üzerinde içki kokusu bulunur ve yo­lun uzaklığından dolayı hâkime gelinceye kadar koku kaybolursa yine had cezasına çarptırılır.
238 - Şarabın bir damlasını içene ve köpürmüş şıradan sarhoş olanlara had cezası verilir.
239 - Sarhoş; erkeği kadından, yeri gökten ayırt edemeyen kimse­dir.
240 - Sanığın köpürmüş şıradan sarhoş olduğu ve onu isteyerek iç­tiği bilininceye kadar had cezası verilmez.
241 - Suçlunun, sarhoşluk hâli geçmeden kendisine had cezası tat­bik edilmez.
242 - Şarap kokan yahut kusan kimseye (ikrarı veya şahitler bu­lunmadıkça) sırf bu sebepler yüzünden had cezası verilemez.

EŞRİBE


243 - İçkilerden Haram Olanlar
Bunlar,  Dört Kısımdır
1) Hamr (şarap): Bu içki, kaynatılmadan kendi kendine kabaran, şiddetini artıran ve köpük atan yaş üzüm suyundan ibarettir.
Eşribe: Şarap kelimesinin çoğuludur. Yani şaraplar demektir. Çiğnemek istemeden içilebilen ince her sıvıya şarap adı verilir. Bu içilen sıvıların, meşrubatın bir kısmı vardır ki, onlar helâl, bir kısmı da vardır ki haramdır. Bunlar yaş ve kuru üzümden, hurmadan, hububat vs. şeylerden yapılır.
2) Tilâ: Üzüm suyu kaynatıldığında üçte birinden (1/3) azı kaybolursa bu adı alır. Eğer yarısı buharlaşıp kaybolursa ona munassaf derler.
3) Seker: Pişirilmeden kendi kendine kabaran taze hurma suyu­dur.
4) Nakî-u Zebîb: Kendi kendine kabarıp kuvvetlenen kaynatılma­mış kuru üzüm şırasıdır.
244 - Bu son üç çeşit içkinin haramlığı (içtihatla ortaya konuldu­ğundan) şarabın haramlığından daha aşağıdadır. Bu bakımdan bunla­rın satışı caizdir ve telef edildiklerinde de sahiplerine kıymetlerinin ödenmesi gerekir. Sarhoş olmadıkları müddetçe bunları içenlere had ce­zası verilmez. Bunları helâl sayan da kâfir olmaz.
245 -Kuru hurma ve kuru üzüm şıraları çok az kaynatıldıklarında şiddetlerini de artırsalar eğlenceye kaçmadan içildiğinde sarhoş etmezlerse helâl olurlar.
246 - Üzüm şırası kaynatılıp üçte ikisi kaybolunca şiddetini artır­dığı zaman kuvvetlenmek kastı ile içildiğinde helâldir. Eğlenmek kastı ile içilirse haram olur.
247 - Bal, incir, buğday, arpa, darı şıraları kaynatılsa da kaynatılmasa da helâldir. Bunlardan sarhoş olanlara had cezasının verilip veril­memesi konusunda iki rivayet vardır [23].
248 - Şarabın tortusunu içmek ve onunla taranmak mekruhtur. Kabak, yeşil sırlı testi, ziftle kaplanmış kap ve ovulmuş tahta içinde şıra yapıp içmekte bir zarar yoktur.
249 - Şaraptan dönen sirke, ister kendi kendine ekşimiş olsun, is­ter ekşitilsin helâldir.

-----------------
DİPNOTLAR
KELİMELER
 [1] Nafaka sarf etmek demektir. Bir kimsenin aile fertlerine harcadığı şey­dir. Hukukta; yiyecek, giyecek, mesken ve bunlara bağlı şeylere nafaka deni­lir. Halk arasında sadece yiyeceklere nafaka denilmektedir.
İnfak: Nafaka vermek, bir malı bir yere sarf etmektir.
Munfik: İnfak eden, nafaka veren kimse.
Karabet: Hısımlık, demektir. Karabet ikiye ayrılır,
  a) Karâbet-i Vilâdet: Usûl ve furû' arasındaki yakınlık,
  b) Karâbet-i Gayri Vilâdet: Diğer hısımlar arasın­daki yakınlıktır.
Karâbet-i gayri vilâdet de ikiye ayrılır: 1- Nikâhı haram kılan akra­balık: Kardeşlerin, dayıların, amcaların yakınlığı gibi, 2- Nikâhı haram kılmayan yakınlık: Amca, dayı, hala, teyze çocukları arasındaki yakınlık gibi.
Usûl: Bir kimsenin babası, anası ve yukarıya doğru giden dedeleri ve ni­neleridir.
Furû: Bir kimsenin erkek ve kız çocukları ve bunların aşağıya doğru gi­den evlâtları ve torunlarıdır.
Havâşî: Usûl ve fürû'dan başka akrabalara denilir. Amcalar, dayılar, teyzeler, kardeşler v.s. akrabalar gibi.
Nafakanın farz oluşunun delili Kur'an'daki ayetlerdir: "Boşanan o ka­dınları, gücünüzün yettiği kadar, ikamet ettiğiniz yerin bir kısmın­da oturtun. Üzerlerine baskı yapmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer onlar hâmile iseler do­ğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Evlâtlarınızı sizin faydanıza emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Aranızda bu hususta güzelce müşavere edin. Eğer birbirinize zorluk çıkaracak olursanız o takdirde baba hesabına bir başka kadın emzirecektir." (Talâk, a: 6).
Diğer ayette de şöyle denilir: "(Hâli vakti) geniş olan, nafakayı ge­nişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan (fakir) de nafakayı Allah’ın ona verdiğinden versin..." (Talâk, a: 7).
Ebû Hamzatu'r-Rakkaşı amcasından şu hadisi rivayet eder: 'Teşrik günlerinin ortasında Hz. Peygamberin devesinin yularını tutuyor­dum, insanlar ona vedalaşırken onlara şöyle diyordu: Kadınlar hak­kında Allah’tan korkun. Ma'ruf vech ile onların giyim ve yiyimlerini tedarik etmek size düşer." (Davud- Mace)
 [2]. Kadının ise ana ve babasının yanına gitmesine mâni olunamaz deniliyor.
[3]. Asılda kadın çocuğuna meme verecektir. Çünkü ayette: "Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu hüküm emmeyi tamam yaptırmak iste­yenler içindir..." (Bakara, a: 233) buyurulur. Kadın meme vermekten çekinirse onun güçsüz olduğunu anlar ve o bu konuda özürlü sayılır. Fakat üc­retle meme verme işine atılınca onun meme vermeğe güç ve takatinin olduğu­ anlaşılır. O zaman meme emzirmesi kendisine vacip olur. Kendisine vacip olan bir görevden dolayı da ücret alması helâl olmaz.
[4]. Bu konuda anne de baba gibi hakka sahiptir.
[5]. Ehil hayvanların nafakalarını vermek sahipleri üzerine dinen bir borçtur. Hâkim; "bunları ya sat veya başkasına bağışla yahut da yemlerini ver" diye sa­hiplerini uyarır. Fakat zor kullanamaz.  Bu tasarruf hakkına aykırı dü­şebilir. Ebû Yusuf’a göre ise, yiyeceklerini temin veya onları satmaları için hayvan sahiplerine kanunen de zor kullanılır.  Mâlikî, Şafi'î ve Hanbelî mezheple­rine göre de mal sahibi hayvanının nafakasını vermeğe kanunen mecbur tu­tulur. (Bak. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 511-514).

 [6]. Hızane: Çocuğu veya çocuk hükmünde olan deli, bunak gibi acizleri salahiyetli
olan kimselerin koruma ve terbiye etmeleri, yiyecek ve içeceklerine bakmaları, temizlik ve istirahatlarını, sağlamaları, zararlı şeylerden sakındırmaları de­mektir.

[7]. Bu ifadeye göre kız kardeşin kızları teyzelerden önce, erkek kardeşin kızları da
halalardan önce gelmelidir. (Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku – Mütercim)
 [8]. Memlûk / Abd: Bir kimsenin mülküne dahil olan şeye memlûk denilir. Bu kelimenin müennesi memlûkedir. Bir kimsenin mülkiyeti altında bulu­nan köleye memlûk, cariyeye de memlûke denilir.
Câriye: Bir kimsenin memlûkesidir. Kadın köleye câriye denilir.
Rıkk: Lügâtta kulluk demektir. İstilahta:  Bir savaşta esir alınan biridir ki, hürriyetini kaybeder ve mülk olmaya elverişli olur.  Rıkk, lügâtta esasen zayıflık manasına gelir. Hukukta ise manevî bir zayıflığı ifade eder. O da; velayet, şahitlik, hacca ve cihada gitmek, cuma ve cenaze namazını ve diğer ibadetleri yerine getirmek gibi hürlerin yaptığı işlerden aciz olmaktır.
Rakabe: Köle ve cariye demektir. Akîk  kelimesi de kullanılır.  Rakabe, lügat olarak boyun demektir. Her şeyin zatına ve aslına da rakabe denili­yor ve çok kere bu mânâda kullanılıyor.
Hürriyet: Kurtulmak ve özgür olmaktır. Hür, halas olan, kurtulan kimsedir. Aynı zamanda saf ve katıksız mânasını taşır. Hukukta hürriyet tâbiri esaretten beri ve insani haklara mâlik olmak durumudur. Bu durumda olanlara hür deniliyor ve onlar başkasının mülkiyeti altına girmezler.
Itk: Lügâtta kuvvet anlamındadır. Güzellik, kerem, genişlik, cömert ol­mak manalarına da gelir. İstilahta :  Köleliğin kalkması,  kö­lenin azad olmasıdır. Bu kelime ı'tâk manasında da kullanılır.
I'tak/ İtlak: Serbest bırakmak. Azad etmek, köle üzerindeki mülkiyet hakkını kendine mahsus şekliyle ortadan kaldırmaktır. Böylece bununla köle hürriyete kavuşmuş olur.
Tatlik: Boşanma; nikahlı eşten ayrılma.
Atık: Azad edilmiş olan köle veya câriyedir.
Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler. Dâr-i  Adi de bu mânaya gelir.
Dâr-ı Bağy: Azgın ve isyancıların idaresi altında bulunan bir İslâm yurdudur.
Dâr-ı Eman: Müslümanlar tarafından feth olunan ve müslüman olmayanların ikamet ettirildiği bir ülkedir ki burası da dârı İslama dâhildir.
Dâr-ı Harb: Müslümanlar ile aralarında bir antlaşma bulunmayan gay­ri Müslimlerin ülkesidir.
 [9]. Kitabet akdi yapmak müstehaptır ve insanlar buna teşvik edilmişlerdir. Kur'an'da:
"Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir." (Nûr, a: 33) buyrulmaktadır.
Kitabet / Mükâtebe: Efendi ile köle arasında bir mal üzerine yapılan akittir. Buna göre köle kendisini efendisinden satın alır. Borcunu ödeyince azad olur. Kitabet akdinden sonra köle kendisi için çalışır.
Mükâtib: Kölesi ile kitabet akdini yapan efendidir.
Mükâteb: Efendisi ile kitabet akdini imzalamış olan köle demektir. Cariye olursa mükâtebe denilir.
 [10]. Velâ: Yardımlaşma, sevgi ve tasarruf demektir. Velâ hükmî bir yakınlıktır ki, bu verasete sebep olur.
 [11]. İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, çocuk velâda annesine tâbi olmaz.
 [12] Yemin: Lügâtte kuvvet anlamındadır. “'Elbette biz onu ondan dolayı yeminiyle yakalar, kuvvetle tutup hıncını alırdık. " (El-Hakka, a: 45) de ki, yemin kelimesi kuvvet anlamındadır. Bu kelime uzuv, sağ el ve sağ taraf manalarında kulla­nıldığı gibi mutlak yemin anlamını da ifade eder. "Nihayet gizlice onlara yaklaşıp sağ eliyle vurup, darbe indirdi." /Saffet - 93) de bu kelimenin sağ el, kuvvet ve bizzat yemin olmak üzere üç manaya ihtimali vardır.
Yemin başlıca iki kısma ayrılır:
A) Kasem: Bu, üzerine yemin edilenin büyük olmasını gerekli kılar. Bu ba­kımdan Allah'tan başkası üzerine yemin edilmez. Hz. Peygamber bir sözle­rinde: "Kim ki yemin edecekse Allah'a yemin etsin, yoksa bıraksın" (Selâmet Yollan A. Davudoğlu) derler.
İnsanlar Allah Teâla’ya yemin etmekle sözlerini kuvvetlendi­rip tevsik ederler. Antlaşma ve muahede yaptıklarında sağ ellerini tutarlar.
B) Şart ve Ceza: Cezayı öylesine şarta bağlamaktır ki, şart bulununca ceza da gelir. "Yarın sana gelmezsem kölem hür olsun" ifadesindeki gibi. Bu türlü yemin şer’i ıstılahla sabit olur. Bu türlü şart koşmalarda da kuvvetlendirme ve tevsik etme manaları vardır.
Muahede ve davalarda sözü te'kid ve tevsik etmek için yemin meşru gö­rülmüştür. Kur'an da: "Allah sizi
yeminlerinizdeki lâğvdan dolayı so­rumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin azm ettiği yeminler yüzünden sorumlu tutar (muaheze eder). - Mâide, a: 89) buyrulmuştur. Yemininden dönen günâh kazanmıştır ve keffâreti gerekir.
Hâlif: Yemin eden.
Half: Yemin etmek.
Tahlif: Davacı ile davalıya yemin vermek.
 [13] İmam Ebû Yusuf a göre bu da yemindir. Örfe itibar edilirse muhtar olan da bu­dur.
[14] Dâr: Bir kaç binadan müteşekkil konak ve köşk anlamındadır. Bunlara biti­şik boş arazi ve bu binaların, üzerinde kurulu bulunduğu arsalar da dara (eve) dâhildir.
 [15] Arapçada isimlerin başına "el" takısı gelirse o isimler marife (belirli) olurlar.
"el" yoksa o zaman belirsiz olurlar (Mütercim).
 [16]. Görüldüğü üzere gerek yemin ve gerekse nikâh ve boşanma konularının, olabilecek her şekli ile ele alınışı belki can sıkıcı olabilir. Kanaatimce bu üç konunun her ihtimali ile ele alınışının sebebi Hz. Peygamberin bu üç konu­da şaka olamayacağı ve şakasının da ciddî olduğunu ifade eden sözleridir. Efendimizin bu sözü, bu üç konuya bir ciddiyet kazandırmış ve oyuncak durumun­dan kurtarmıştır. Bu üç konuda dolambaçlı olan her yol kapanmıştır. Her şey açık ve ciddî olmalıdır (Mütercim).
 [17]. Haddin çoğulu hudud gelir. Lügatte; men etmek, engel olmak demektir. İnsanları içeriye girmekten men ettiği için kapıcıya haddad denilir. Akarın hududu; başkalarına karışmasına mâni olan engeller, mânialar anlamını taşır. Böylece gayrı menkulün hududu onun sınırlarıdır.
Bir kısım cezalara hudûd adı verilir; bunlar zararlı ve fena hareketler­den insanları men ederler.                                                     
Hiç kimse kendisine ait hududun çiğnenerek yerine geçilmesine, hakkı­nın başkaları tarafından çiğnenmesine razı olmaz. Milletler, hudutlarını ko­rumak için olanca güçlerini seferber ederler ve bu uğurda da ölürler. Hatta komşu millet ordularının hudutlarına yaklaşmasından bile endişe duyar ve nota verirler. Allah Teâlâ da haramların, günahların, suçların hudutlarını tayin etmiş yine çeşitli şekil ve gayelerle bu suçları işleyenlere verilecek cezaların hudu­dunu çizmiştir. Allah Teâlâ hudutların aşılarak yasak olan işlerin yapılmasına ve yasak bölgelere girilmesine asla razı değildir. Hudutlarını çiğneyenlere önceden çarptırılacakları cezaları da bildirmiştir.
Değil hududu aşıp gitmek, onlara yaklaşmada bile insanoğlu için tehli­ke vardır. Kur'an: "... Bu (hükümler) Allah’ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini böylece insanlara açıklar. Tâki ko­runsunlar" (Bakara, a: 187) buyurur.
Had, ayrıca bir suça verilecek cezanın en son sınırıdır. O sınırdan öteye fazla bir ceza vermek suça denk bir ceza olmadığından adaletsizliktir. Ceza; aynı suçun işleniş şekil ve gayelerine göre değişir. Bunun en fazlası Allah'ın tayin ettiği hududu aşamaz. Hafifletici sebeplerle bu huduttan aşağıya doğru iner ve suç kendine denk bir karşılıkla hükme bağlanır. Böylece suç-ceza ölçü­lerine riayet, hududa, sınırlara riayet olur. Hırsıza verilebilecek en büyük ce­za elini kesmek olabilir. Oradan öteye geçilemez. Aşağıya doğru ise şekil ve ni­yete göre inilebilir.
 

Kuran: "... Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları (çiğ­neyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimle­rin tâ kendileridir." (Bakara, a: 229) buyurur. Diğer bir ayette de şöyle deni­lir:

"Bunlar Allah'ın hudududur. Kim Allah'ın hududunu (çiğneyip) aşarsa muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsiniz, olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir." (Talâk, a: 1) 
Şu ayet te Allah'ın hudutlarını gözetenlerin, onları aşmayanların cen­nette olacaklarını müjdeler: 'Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd eden­ler, seyahat edenler, rükû' edenler, secde edenler, (insanlara) iyiliği emr edenler ve(onları) kötülükten vaz geçirmeye çalışanlar ve Allah’ın hudutlarını koruyanlar yok mu? İşte onlar da cennet ehlidirler. Habîbim, sen o müminlere cenneti müjdele." (Tövbe, a: 112).

Hu­dutlara riayet ve onları aşmamak konusunda daha pek çok ayetler vardır. Bu ayetler bize belirtilen esaslara uymamızı söylerler ve cezaların son sınırları­nın geçilmesine izin vermezler.
Ve kendisini hatır ve hayalîne gelmeyecek bir yönden rızıklandırır. Kim Allah'a güvenip dayanırsa O, ona yeter.  Şüphesiz ki Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir." (Talâk, a: 3)

Suça denk olamayacak az bir ceza tam bir ölçüsüzlüktür. Bu, zarara uğrayanları ve
vicdanları incinen halkı tatmin etmez. Onların suçlular aleyhine başka suçlar işlemelerine sebep olur. Böylece işlenen suçların ve suçluların adedi çoğalıp gider (Mütercim).

Hudûd-u Şer'iyye :  (Şer'i hadler)  Muayyen suçlara karşılık tatbik edilen şer'i cezalar. Allah hakları demektir ki hukuk yönünden miktarları belli olan hadd-i sirkat, hadd-i sekr(sarhoşluk), hadd-i hamr, hadd-i kazf  (iftira), hadd-ı zina ve yol kesicilerin haddinden ibarettir. Bu cezaların yerine getirilmesi cemiyetin menfaatidir.

Muhsan: Akıl-baliğ, hür, müslim ve iffetli olan erkek demektir. Bu va­sıflara sahip olan kadına da muhsana denilir. Bu vasıfları taşıyanlar birbirle­ri ile sahih bir nikâhla evlenip cinsî temasta bulunmuş olurlarsa sonradan işleyecekleri bir zinadan dolayı recm cezasına çarptırılırlar.

Recm: Lügâtte öldürmek, kovmak, terk etmek, lanet etmek demektir. Atılan taşa da recm denilir, ıstılahta: Muhsan olup zina eden erkek ile muh­sana olup zina eden kadını kendine ait bir tarzda taşlayarak öldürmektir.
Celd: Lügâtte, deri üzerine vurmaktır. Her bir vuruşa celde denilir. Istılahta: Muhsan olmayan, fakat mükellef olan zâni  ile zâniyenin muayyen uzuvlarına kendine mahsus bir şekilde kamçı veya değnekle vurmaktır.

İhsan: Şer'î cezaların yerine getirilebilmesi için hukuk yönünden bu­lunması lâzım gelen bazı vasıfların bir şahısta toplanmasıdır.
İhsan-ı Recm: Bir kimse üzerinde akıl, bulûğ, hürriyet, islâm, sahih nikâh ile evlilik vasıflarının bulunması ve ailesinin de bu vasıfları üzerinde taşıması ve sonra da" cinsî münasebette bulunmuş olmaları demektir ki, muh­san kelimesi ile anlatılmıştı.

[18]. Livata: Erkeğin erkekle temasta bulunmasıdır.
[19].
 Ta'zîr: Muayyen ölçüsü olmayan bir cezadır. Hâkim kendi takdirine göre cezalandırır.

[20]. Kazf: Lügâtta herhangi bir şeyi atmak demektir. Istılahta ise; "bir kimseye zina isnat etmek"dir.
İftira:  Gayrı meşru bir tecavüz ve saldırıdır. Namuslu insanlar bu yüzden çok üzülür, manen sarsılır ve çok zarar görürler. Hatta iftira bir ailenin yıkımına ve ortadan kalkmasına sebep olur. Bazan bununla da kalmaz, iş karşılıklı aile gurupları arasında silâhlı çatışmaya kadar varır. İspatı yapılamayan suçların söylenmemesi lâzımdır. Kuran, söylediklerini ispat edemeyen iftiracıların ebediyen şahitliklerinin kabul edilmeyeceğini söyler ve onları fasıklar olarak vasıflandırır, "Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadı ile) iftira atan, sonra (bu konuda) dört şahit getirmeyen kimselerin her birine de seksen değnek vurun. Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir. Meğerki bu hareketten sonra tövbe ve rucû ve hallerini islah edeler. Allah çok bağışlayıcı,  çok esirgeyi­cidir." (Nur, a: 4–5).

[21]. Lian için, Lian bahsine bak.
[22]. Müste'men; yabancı uyruklu olup, emannâme; bir nevi pasaport alarak İslâm diyarına gelen kimsedir.
[23].  Sahih olan görüşe göre bunlardan sarhoş olanlara had cezası verilir.

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder