İÇİNDEKİLER
NAFAKA
BOŞANAN KADININ İDDETİ
İÇİNDEKİ NAFAKA VE MESKENİ
USUL, FÜRU',
DİĞER AKRABA VE
KÖLELERİN NAFAKALARI
HIZANE
(ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK)
KÖLE AZAD ETMEK
BİR KİMSENİN KENDİSİNE
MAHREM OLAN AKRABASINI KÖLE EDİNMESİ
KÖLENİN BİR KISMINI AZAD ETMEK
İSTİLAD
TEDBİR
KİTABET
FASİD KİTABET VE HÜKÜMLERİ
İKİ KÖLE İLE YAPILAN BİR KİTABET
KİTABET BORCUNU
ÖDEMEDEN MÜKÂTEBİN ÖLMESİ
VELA
VELÂ İKİ ÇEŞİTTİR
YEMİNLER
MÜN’AKID YEMİN BİR KAÇ ÇEŞİTTİR
YEMİNİN KEFFÂRETİ ŞÖYLE OLUR
YEMİN HARFLERİ VE YEMİN SAYILIP SAYILMAYAN
SÖZLER
BİR İŞ YAPMAYACAĞINA YEMİN EDEN KİMSENİN
O İŞİ YAPMASI İÇİN BAŞKASINA EMİR VERMESİ
ÜZERİNDEKİ ELBİSEYİ GİYMEMEYE,
HAYVANA BİNMEMEYE, EVDE OTURMAMAYA
V.S. ŞEYLERE YAPILAN YEMİN
HÎN ZAMAN, TA'RİF, TENKÎR BUĞDAY, EKMEK,
KEBAP
V.S. ŞEYLER İÇİN YEMİN ETMEK
GÖKLERE ÇIKMAYA VE BUNA
BENZER ŞEYLERE YEMİN ETMEK
ORUÇ TUTMAMAYA, NAMAZ KILMAYA V.S.
ŞEYLERİ YAPMAMAYA VEYA YAPMAYA OLAN YEMİNLER
NEZİR (ADAK)
HADLER (CEZALAR)
ZİNA
HADDİN ŞEKLİ VE
YERİNE GETİRİLİŞİ
HADDİ GEREKTİREN VE
GEREKTİRMEYEN CİNSÎ
TEMASLAR
HADD İ KAZF (İFTİRA CEZASI) ZİNADAN BAŞKA ŞEYİ
İFTİRA ETMEKADD-İ ŞÜRB (İÇKİ İÇMENİN CEZASI)
EŞRİBE
**
Bismillahirrahmanîrrahîm
Rahman ve rahim olan Allah’ın adı ile başlarım.
"Kime Allah hayır dilerse onu dinde fakîh kılar."
Hadis (Tecrîd-i Sarîh, c. 1, s. 77, H. No. 64).
**
1 -Kadın, kocasının evinde kendisini kocasına
teslim ettiği zaman nafakasını, giyeceğini ve meskenini temin etmek kocasına
ait olur.
2 - Nafakada erkeğin malî kudretine itibar olunur. O da israfa
ve cimriliğe kaçmadan kadına yetecek miktarda kararlaştırılır.
3 - Kadının nafakası aylık olarak takdir ve farz edilip
kendisine teslim edilir. Elbisesi ise altı ayda bir verilir. Bunlardan başka
bir tane de (S) hizmetçi nafakası takdir edilir.
4 - Kadın kocasının evinden izni olmadan çıkıp gitse ve
kendisini kocasına teslim etmese nafaka alamaz.
5- Mehri ödeninceye kadar kendisini kocasından sakındıran
kadın nafakaya hak kazanır.
6 - Kadın büyük olduğu halde kocası küçük olup (cinsî temasa
tahammülü bulunmasa) kadın yine nafakasını alır. Bunun aksi olursa kadın
nafaka alamaz. Her ikisi de küçük olursa kadının nafaka hakkı bulunmaz.
7 - Kadın (zevce) hacca gider veya borç yüzünden haps olunur
yahut kadını bir başkası kaçırıp onunla giderse nafaka alamaz. Kocası ile
beraber hac ederse hazardaki nafakasını alır.
Kadının, kocasının evinde hasta olması nafaka
hakkını kaldırmaz.
8 - Cariyenin, müdebberenin ve ümmü'l-veledin nafakaları; efendileri,
kendilerine hizmet ettirmeyip kocalarına teslim edince kocaya ait olur. Aksi
halde bunların nafakaları kocalarına değil, efendilerine ait olur. Efendi
bunları önceden kocanın evine teslim etse sonradan da yine kendi hizmetinde
kullansa kocadan olan nafaka hakları düşer.
9 - Erkek fakir olup nafaka vermeğe gücü yetmese karısı ile
araları ayrılmaz. Kadına kocası adına borç almasının gerektiği söylenir.
10 - Kadına kocasının fakir
oluşuna göre nafaka takdir edilip sonra koca fakirlikten kurtulsa, karısının
nafakasını zenginliğine göre tamamlar.
11 - Hâkim tarafından nafaka takdir edilmedikçe veya
karı-kocadaki anlaşmadan sonra daha nafaka kabz (teslim almak)
edilmeden taraflardan biri ölse, belirlenen nafaka düşer.
12 - Hâkim tarafından nafakaya hüküm verildikten veya
aralarındaki anlaşmadan sonra belirlenen nafaka alınmadan taraflardan
biri ölse belirlenen nafaka düşer.
13 - Gerek nafaka ve
gerekse elbise, günü gelmeden verilip sonra taraflardan biri vefat ederse
verilenler geri alınmaz.
14 -Kaybolan kocanın evinde hazır malı bulunsa
veya başkasında emaneti yahut mudarabe ortaklığı (kâr şirketi)) kurduğu kimse elinde malı veya birisinde
alacağı bulunsa, hâkimin de bu mallardan ve evlilikten haberi olsa yahut elinde
mal bulunan kimse malın kaybolan adama ait olduğunu ve kadının o adamla evli
bulunduğunu itiraf etse bu maldan kaybolan adamın ailesine, ana ve babasına,
küçük çocuklarına nafaka verilmesi gerekir. Bu malın nafaka cinsinden
olduğu takdir edilmiştir. Hâkim kadına, nafakasını almamış olduğuna ait yemin
de verir. Ayrıca kadından bir de kefil alınır.
Hâkim durumu bilmez ve elinde mal bulunan da
evliliği veya malı inkâr ederse kadının delili kabul edilmez.
15 - Erkek hanımını kendi
ailesinden hiç bir kimsenin ikamet etmediği ayrı bir evde oturtmak
mecburiyetindedir.
16 - Kocanın hanımına tahsis ettiği eve, kadının başka erkekten
olan çocuklarını ve kadının ailesinden olan bir kimseyi sokma hakkı vardır.
Fakat onların kadınla konuşmalarına ve bakmalarına engel olamaz. Yine her cuma
günü kadının çocuklarının ve ailesinin eve yanına gelmelerine engel olamaz [2]. Diğer akrabalarının da senede bir defa
yanına gelmelerini engelliyemez.
Boşanan Kadının İddeti
İçindeki Nafaka ve Meskeni
17 - Kadın ister baîn ister
ric'î talâkla boşanmış olsun iddetini beklerken nafaka ve mesken hakkı vardır.
Kocası ölen kadının ise nafaka alma hakkı yoktur.
18 - Dinden dönmek ve
kocasının oğlu ile öpüşmek gibi kadın tarafından işlenen suçlar sebebi ile
meydana gelen ayrılıklardan dolayı beklenen iddet içerisinde kadın nafaka
alamaz.
19 - Eğer kadın kocasına
denk olmamak, bulûğa erme ve azad olmanın verdiği muhayyerliğe dayanarak suç
olmayan bir sebeple kocasından ayrılırsa iddeti içinde nafaka almak hakkına
sahip bulunur.
20 - Ayrılığın koca tarafından meydana getirildiği her durumda
karıya nafaka verilir.
21 - Üç talâk ile
boşandıktan sonra dinden dönen kadın, nafaka alma hakkını kaybeder. Üç
talâktan sonra kocasının başka kadından olan oğluna imkân veren kadının ise nafaka
hakkı düşmez.
Usul, Füru',
Diğer Akraba ve Kölelerin Nafakaları
22 - Fakir olan küçük çocukların nafakası babaya aittir.
23 - Bir süt ana bulunduğu ve çocuk da onun memesini emdiği takdirde
ana çocuğu emzirmeğe mecbur tutulamaz. Aksi halde mecbur edilir.
24 - Baba, annesinin yanında çocuğa süt verecek olan bir kadını
ücretle kiralar. Süt emzirmesi için kendi karısını veya iddet bekleyen karısını
ücretle tutması caiz değildir [3].
25 - Kocasından ayrılıp iddeti biten kadın, çocuğa bir süt anadan
daha fazla meme emzirmeğe hak sahibidir. Ancak süt anadan daha fazla ücret
isterse bu hakkını kaybeder.
26 - Fakir olduklarında baba ve dedelerin nafakaları erkek ve
kız evlatlarına ait olur.
27 – Kadın ile usul ve fürû'un nafakaları hariç dinin değişik
olması nafakayı ortadan kaldırır.
28 - Ana-baba ve evlat hariç mahrem olan akrabaların nafakaları
mirastaki hisselerine göredir ve bu nafaka müzmin hastalıktan (süreğen,
iyileşmez, kalıcı, kronik) kazanmaya
iktidarı olmayan yahut kadın olup fakir bulunanlara verilir. Beceriksizliğinden
yahut insanlar arasında ileri gelenlerden olmasından veya talebe bulunmasından
dolayı kazanç temin edemeyenler de aynı şekilde nafaka alırlar.
29 - Babanın karısının nafakasını temin etmek oğluna aittir.
Oğul, baliğ olmayan bir fakir veya yatalak olduğu zaman onun ailesinin nafakasını
temin etmek de babaya düşer.
30 - Fakir kimsenin zevcesi ve küçük çocuklarından başkasına nafaka
vermesi vacip değildir.
31 - Sadaka alması haram olan kimse zengin
sayılır.
32 - Babanın, nafakası için (kayıp olan) oğlunun (akar hariç)
malını satması caizdir (SM). Babanın oğlunun malından, yanında olanı, nafakasına
harcaması da caiz olur [4].
33 - Hâkim nafakaya hükmettikten sonra (zevce hariç hak sahipleri
tarafından alınmayıp) bir müddet geçerse nafaka düşer. Yalnız halcimin nafaka
vermesi gereken (münfik: nafaka veren, besleyen) adına borçlanmayı emretmesi
bu kaidenin dışında kalır.
34 – Efendi, kölesinin nafakasını temin etmek
mecburiyetindedir. Bundan kaçınırsa, köle çalışıp kazanır ve ihtiyacını
giderir. Köle kazanç temin edemezse, efendisi kölesini satmaya zorlanır.
35 - Hayvanların nafakalarını vermek için sahipleri diyaneten
zorlanır [5].
HIZANE
(ÇOCUĞU YETİŞTİRİP BÜYÜTMEK)
36 - Karı-koca ayrılmadan önce veya sonra çocuk hakkında
anlaşmazlığa düşerlerse anne çocuğa bakma (hızane) [6] konusunda herkesten daha hak sahibidir.
37 - Çocuğun annesi yok veya ehil değilse, sıra ile aşağıdaki
kimseler hızane hakkına sahip olurlar:
1) Annenin annesi,
2) Babanın annesi,
3) Çocuğun, ana-baba bir kız kardeşleri,
4) Ana bir kız kardeş,
5) Baba bir kız kardeş,
6) Sonra aynı şekilde ana-baba bir olan teyzeler,
7) Sonra halalar,
8) Kız kardeşin kızları, erkek kardeşin kızlarından çocuğa
bakmaya daha yetkilidirler. Erkek kardeşin kızları da halalardan daha önde
gelirler [7].
38 - Hızane hakkı olan kadın, çocuğa yabancı olan birisi ile
evlenince hakkını kaybeder. Ondan ayrılınca da hakkı tekrar geri gelir.
39 - Kocanın hızane hakkını kabul etmemesi karşısında söz kadının
olur.
40 -1) Erkek çocuk, hızane hakkı olan kadınlar yanında hizmet ve
bakıma ihtiyacı kalmadığı bir zamana kadar kalır.
2) Kız çocuğu, anne ve ninesinin yanında hayız görünceye
kadar kalır. Kız çocuğu bu ikisinden başkasının yanında ise hizmet ve bakıma ihtiyacı
kalmadığı bir zamana kadar durur.
41 - Oğlan çocuğuna bakmak
için bir kadın bulunamazsa onu erkekler alır. Asabe (soy)
bakımından çocuğa en yakın olan erkek ona bakmaya en hakkı olandır.
42 - Kız çocuğu, kendisine mahrem olmayan erkeklere verilemez.
Sapık ve fâsık olan bir mahremine de verilmez.
43 - Çocuğa bakma hakkına aynı derecede sahip olanlar bir araya
gelince bunların en muttaki olanı tercih edilir. Sonra da en yaşlısı gelir.
44 - Cariye ile ümmü'l-veledin çocuğa bakma hakları yoktur.
45 - Gayri müslim olan bir kadın kâfir olmasından korkulmadığı
müddetçe müslüman olan çocuğunun bakımına herkesken daha hak sahibidir. ???
46 - Hizmet ihtiyacı sona
ermedikçe bir baba çocuğunu beldesinden dışarı çıkartamaz. Anne de aynı
şekildedir. Yalnız anne çocuğunu, kocası ile evlenmiş bulunduğu vatanına
götürebilir. Şu kadar var ki, kadının kocası ile evlendiği bu vatanı daru'l
harb (Müslümanlarla antlaşması bulunmayan düşman yurdu) olmamalıdır.
KÖLE AZAD ETMEK [8]
47 - Bağış yapmaya kadir bulunan kimsenin azad etmesi ile köle
azad olur.
48 -1) Köle azad etmek için kullanılan lâfızlar açık olduğu gibi
kapalı (kinayeli) da olur:
2) Sarîh (açık) olan
lâfızla niyet olmasa da köle azad olur. Sarîh olan lâfızlar: "Sen
hürsün yahut hürriyete kavuşturuldun, sen artık azad edilmiş olansın, sen azad
olmuşsun, ben seni azad ettim, seni hürriyete kavuşturdum, ey efendim, bu
hanım efendimdir" gibi sözlerdir. Ancak bu tabirleri köleye isim
takmışsa azad olmaz. Hürriyeti, beden yerinde kullanılan bir uzva izafe etmekle de köle azad olur.
3) Kinayeli sözlerde ise niyete ihtiyaç duyulur. Kinayeli
lâfızlar: "Benim senin üzerinde mülkiyetim yoktur. Benim sana bir yolum
yoktur. Kölelik yoktur. Mülkümden çıktın" gibi sözlerdir.
49 - Bir efendinin
cariyesine: "Seni boşadım, salıverdim" demesi de kinayeli bir
sözdür. Eğer; "seni boşadım, salıverdim" sözünü "Itlak"
kelimesi ile değil de, "Tatlîk" kelimesi ile
söylemişse, niyeti olsa bile cariye azade olmaz.
50 - Bir kimse kölesine:
"Bu benim babamdır" veya "Oğlumdur" cariyesine
de "Bu benim anamdır" derse onları azad etmiş olur (SM).
"Bu kardeşimdir" demekle köle azad olmaz. "Ey oğlum
veya ey kardeşim" hitapları ile de hür olmazlar.
51 - Sarhoş ve mükreh (zorlanan) kimselerin ı'takı (azad etmek)
ile hürriyet meydana gelir.
Bir Kimsenin Kendisine
Mahrem Olan Akrabasını Köle Edinmesi
53 - Bir kimse mahremine köle olarak sahip olursa; sahip olan,
sabi veya mecnun olsa dahi mahrem olan akraba hemen azad olur.
54 - Usûl ve fürû'dan olan akrabalar mükâteb tarafından kitabet
akdine bağlanabilir. Başkaları ise bağlanamaz (SM).
55 - Bir kimsenin kölesini putlar ve şeytan için azad etmesi
ile köle azad olur. Fakat bu kimse Âllah’a isyan etmiş olur..
56 -1) Hâmile olan cariyeyi azad etmekle karnındaki çocuk da azad
olur. Karnındakini azad etmek ise yalnızca o çocuğu hür kılar.
2) Çocuk hürriyet,
kölelik ve tedbîrde anneye tâbi olur.
57 - Efendinin, cariyesinden olan çocuğu hür olarak doğar.
58 - Hür diye aldatılarak cariye ile evlenen kimsenin bu
cariyeden doğan çocuğu, kıymetini cariyenin efendisine vermesi ile hür olur.
59 - Bir mal karşılığında azad edilen köle bunu kabul ederse
azad olmuş olur ve söylenen malı ödemesi gerekir.
60 - Bir kimse kölesine "Bana bin lira verirsen sen
hürsün" derse kölesine ticaret yapma iznini vermiş olur. Köle bu
parayı efendisinin alabileceği bir yere (Z) bırakınca azad olmuş olur.
Efendinin ise, para ödenmeden önce kölesini satmak hakkı vardır.
61 -Bir kimse kölesinin bir kısmını azad ederse o
kısım azad olmuş olup, geri kalan kısmının kıymeti karşılığında efendisi için
kazanç sahasına atılır (SBM).
62 - Kazanç sahasına atılan köle (müstes'a), mükâteb köle gibidir (SM).
63 - İki ortaktan biri kendi hissesini azad edince azad eden;
giyeceğinden, kendisinin ve ailesinin bir günlük nafakalarından ortağının
hissesi kıymetinde fazla bir mala sahip olursa köle azad olur. Ortağı da
isterse hissesini azad eder, dilerse tedbîr veya kitabet akdinde bulunur, dilerse de azad eden
ortağına hissesini ödettirir. Dilerse de kölesini (kendi hissesini ödemesi
için) kazanç sahasına bırakır. Eğer azad eden ortak fakir ise de bu böyle olur.
Şu kadar var ki, bu durumda ona hissesini tazmin ettiremez (SM).
64 - îki ortaktan biri diğerinin köle olan oğlunu satın almış
olsa baba olanın hissesi miktarınca köle azad olur. Diğer ortak da onun,
ortağının oğlu olduğunu bilsin bilmesin, dilerse azad eder, dilerse de (kendi
hissesini ödemesi için) kazanç sahasına terk eder.
65 - Bir kimse iki
kölesine: "İkinizden biri hürdür" der ve sonra da birini satar
veya satışa arz eder yahut da onunla tedbîr akdinde bulunur veya biri ölürse diğer köle azad olur. İki
cariyesinden birisinin kendisinden hâmile kalmış bulunduğunu söylemesi de
böyledir.
66 - Bir kimse iki cariyesine: "ikinizden biri hürdür"
dedikten sonra biri ile cinsî temasta bulunursa diğeri hür olmaz (SM).
67 - İki kişi, efendinin iki kölesinden veya cariyesinden
birini azad etmiş olduğuna tanıklık yapsalar, bu tanıklık geçersiz olur
(SM).
Tedbir
68 - Bir kimse kölesine: "Ben öldüğüm zaman sen hürsün “ demesi…
Tedbir: İdare etmek, sonunu düşünmek yani Türkçedeki
tedbirli olmak anlamınadır. Bu kelimenin kökü "dünür”dür ki, arka, sırt ve
makat demektir. Tedbir fıkıhta: Bir nevi ı'tâk yani azad etmektir. Umumiyetle
efendinin ölümüne bağlı olur; “Ben ölünce kölem hürdür!” demek gibi.
Bazen şarta, zamana, herhangi bir vasfa da bağlanır.
Müdebbir: Tedbîr yapan, yâni kölesinin hürriyetini kendisinin ölümüne
bağlıyan efendi.
Müdebber: Azad olması için efendisinin vefatına bağlı olan köle
demektir. Cariye olursa müdebbere denilir. “Benden sonra hürsün, sen
müdebbersin, seni müdebber kıldım, sen ölümümle hürsün, sen ölümüm esnasında,
yahut öldüğümde hürsün, senin için kendini veya rakabeni vasiyet ettim, yahut
senin için malımın üçte birini vasiyet ettim" derse bu sözleri ile
köleyi müdebber kılmış olur.
69 - Müdebber olan bir köleyi kitabet akdine bağlamak caizdir.
70 - Cariye müdebbere iken efendisinden bir çocuk doğurursa,
efendisinin ümmü'l-veledi olur ve bu cariyeden müdebber olma
durumu kalkar. Hürriyetini satın almak için de hiç bir zaman kazanç sahasına
atılmaz. Efendinin böyle bir cariyeyi hizmetçi olarak kullanmaya, ücret
karşılığında başkasının işinde çalıştırmaya ve onunla cinsî temasta bulunmaya
hakkı vardır. Bu cariyenin kazancı ve diyeti de efendisine aittir.
71 - Efendi öldüğü zaman
müdebber olan köle, efendinin malının üçte birinden azad olur. Eğer üçte biri
onu azad etmezse üçte bir hesabı ile azad olur. Efendi borçlu olarak ölmüşse
köle kıymetinin bütünü karşılığında kazanç sahasına atılır.
72 - îki ortaktan biri hissesi nispetinde kölesini müdebber
kılmış ve diğer arkadaşının hissesini de kendisi almış ve sonra ölmüşse,
kölenin yarısı (SM) tedbîr ile azad olur. Diğer yarısı için de kazanç sahasına
atılır.
73 - Efendi kölesine: "Eğer şu hastalıktan ölürsem
yahut şu yolculuğumda ölürsem veya 20 seneye kadar ölürsem sen hürsün"
derse bununla kölesinin hürriyetini ta’lîk etmiş olur (ki bu kayıtlı bir
tedbirden ibarettir) ve kölenin bu durumda satılması caiz olur. Efendi bu
söylediği şekillerde ölürse köle hürriyete kavuşur.
İSTİLAD
74 - Efendinin iddiası
olmadan cariyenin çocuğunun nesebi kendisinden sabit olmaz. Efendi çocuğun
kendisinden olduğunu kabul edince cariye ümmül-veled olur. Bundan sonra kendisinden olan
çocukların nesebi davasız sabit olur.
75 – Efendinin, sadece çocuğun kendisinden olmadığını söylemesi
ile liana lüzum kalmadan, çocuğun nesebi sabit
olmaz.
76 - Ümmü'l-veled olan bir cariyenin
azad edilmekten başka surette efendisinin mülkünden çıkartılması caiz
değildir.
77 - Efendi ümmü'l-veledi (kendisinden çocuk yaptığını
söylediği cariyesi) ile cinsî temasta bulunmak, onu hizmetçi olarak kullanmak,
ücretle çalıştırmak ve kitabet akdine bağlamak haklarına sahiptir.
78 - Ümmü'l-veled, efendisinin ölümü ile malının tamamından
azad olur. Efendinin borçları için çalıştırılamaz.
79 – îstilâd’dan sonra cariyenin başkasından doğurduğu çocuğun
hükmü kendisinin hükmü gibidir.
80 - Hıristiyan olan bir
ümmü'l-veled müslüman olunca kıymeti karşılığında
kazanca koşar ve mükâtebe gibi olur (Z).
Efendisinin ölümü ile de kazanç peşine koşmadan azad olur.
81 - Başkasının cariyesi ile evlenen kimsenin ondan çocuğu olur
ve sonra da ona malik olursa cariye, kendisinin ümmü'l-veledi olur.
82 - Oğlunun cariyesi ile temas edip doğan çocuğun kendisinden
olduğunu iddia edince neseb kendisinden sabit olur. Cariye de ümmü'l-veledi
olmuş olur. Mehr-i misli hariç cariyenin ve çocuğun kıymetini de ödemesi
gerekir.
İstilâd: Lügâtta mutlak olarak çocuk istemektir. Istılahta ise:
"Cariyeden çocuk istemek, efendinin, cariyesinin doğurduğu çocuğun
kendisinden olduğunu itiraf etmesi"dir. Her cariyenin doğurduğu
çocuğun nesebi onun tamamına veya bir kısmına sahip olandan sabit olur. Bu
takdirde bu cariye efendisinin ümmü'l-veledi (çocuğun anası) olur. Böylece
efendi istilâd’da bulunmakla cariyesinden doğan çocuğu kendi nesebine katmış
olur.
83 - Velayetinin kesilmesinde dede de baba gibidir.
84 - İki kişi arasında müşterek olan bir cariye, çocuk yapıp
ortaklardan biri nesebini iddia ederse, nesebi kendisinden sabit olur ve üzerine
cariyenin kıymetinin yarısı ile mehr-i mislinin yarısını ortağına ödemesi
lâzım gelir. Çocuğun kıymetinden ise bir şey ödemez.
85 - Her iki ortak da çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse
cariye ikisinin de ümmü'l-veledi olup çocuğun nesebi ikisinden de sabit olur. Her iki ortağa da
mehr-i mislin yarısını ödemek düşer. Çocuk her ikisine de bir oğul gibi mirasçı
olur. Her ikisi de bir tek baba gibi o çocuğa mirasçı olurlar.
86 - Efendi kölesi ile bir
mal üzerine kitabet yapıp köle de kabul ederse mükâteb olur. Bu konuda âkil olan küçük de
büyük gibidir.
87 - Kararlaştırılan malın derhal veya taksitle ödenmesi yahut
tehir edilmesi şartları arasında bir fark yoktur.
88 - Sahih bir kitabet ile köle mevlâsının mülkünden çıkmasa da
tasarrufundan çıkar.
89 - Efendinin mükâtebine ait bir malı telef etmesi kendisini
borçlandırır. Mükâtebe (kendisi ile kitabet akdi yaptığı) cariyesi ile de
cinsî temasta bulunursa emsallerine göre mehrini ödemesi lâzım gelir. Kendisine
veya çocuğuna karşı bir cinayet işleyince de diyetini ödemesi gerekir.
90- Mevla mükateb olan kölesini azad ederse nafiz (geçerli)
olur ve kitabet bedeli olan mal da düşer.
91 –Mükâteb, bütün tasarruflarında ticarete izinli
olan bir köle gibidir. Şu kadar var ki, efendisinin yasaklaması ile ticaretten
geri durmaz. Yolculuğa çıkmaya hakkı vardır. Bir cariye ile evlenebilir.
Kölesi ile kitabet akdinde bulunabilir. Kölesi kendisinden önce borcunu öderse velâsı efendisine ait olur. Eğer kendisi
efendisine olan borcunu önce öderse mükâtebine ait velâ hakkına sahip olur.
92 - Mükâtebin, cariyesinden kendine ait bir çocuk doğarsa
bunun hükmü kendisinin hükmü gibi olur. Çocuğun kazancı babasının olur.
93 - Mükâtebe olan bir cariyenin çocuğu da annesi ile
beraberdir.
94 - Bir kimse kölesi ile cariyesini evlendirip sonra her ikisi
ile kitabette bulunsa ve çocuk doğsa, bu da ananın kitabetine dahil olur.
95 - Mükâtebe efendisinden çocuk yapınca, isterse kitabeti
devam ettirir, isterse de efendisinin ümmü'l-veledi olur ve böylece kendisinin
acizliğini ortaya koyar.
96 - Ümmü'l-yeled ile kitabet akdi yapmak caizdir. Yalnız
efendi ölünce kitabet bedeli olan mal düşer. Ümmü’l-veledin müdebbere yapılması
da caizdir.
97 - Efendi öldüğünde,
mükâtebin malı yoksa dilerse kıymetinin üçte ikisini veya kitabet bedelinin
tamamını kazanmaya çalışır (SM).
Fasid Kitabet ve Hükümleri
98 - Bir müslüman, kölesi ile içki yahut domuz üzerine veya
kölenin kıymeti karşılığında (S) yahut kölesine muayyen olmayan bir başka köle
vermek şartıyla bin lira üzerine kitabet antlaşması yapsa bu akit fasit olur.
Bununla beraber içkiyi ödeyince köle hürriyete kavuşur (Z). İçkinin ödenmesi
ile köle hür olunca da efendisine kendi kıymetini ödemesi gerekir. Bu kıymet
kararlaştırılan miktardan az olamaz, fakat fazla olabilir.
99 - Kölenin kıymeti karşılığında yapılan kitabet akdinde
kıymetin ödenmesi ile köle azad olur.
100 - Kan ve leş
(meyte) karşılığında yapılan kitabet akdi batıldır.
101 - Hayvan ve elbise
karşılığında yapılan bir kitabet akdi, bunlar mehir olmak üzere kıyılan bir
nikâh gibidir.
102 - Zimmînin kölesi ile içki karşılığında yapmış olduğu
kitabet caizdir. Bu durumda ikisinden biri müslüman olursa, efendi içkinin
kendisini değil de kıymetini alır.
103 - İki Köle ile Yapılan Bir Kitabet
1) İki köle ile tek bir kitabet akdi yapıldığında ikisi de
borçlarını ödeyince azad olurlar. Eğer borçlarını ödeyemezlerse her ikisi de
köleliğe döndürülürler.
2) Her iki köle de borçlarının hepsini ödemedikçe hürriyete
kavuşamazlar. Bunlardan biri kendi hissesine düşeni öderse hürriyete kavuşamaz.
Kendi hissesine düşeni ödeyemeyen yeniden köleliğe döndürülür. Sonra kendi
hissesini ödemiş olan, bütün kitabet bedelini öderse her ikisi de hür olurlar.
3) İki Efendi, kendilerine ait iki köle ile kitabet akdinde
bulundukları zaman da durum yukarıdaki gibidir. Yalnız yukarıdakinin hilâfına
bunlardan her biri kendi hissesi karşılığında mükâteb kılınmıştır. Durum böyle
olunca da kendi hissesini ödeyen azad olur.
104 - Biri diğerinin kefili
olmak üzere, iki köle ile kitabet akdinde bulunmak caizdir. Buna göre kitabet
bedelini hangisi öderse ödesin, her ikisi de azad olur. Sonra ödeyen taraf
diğerinden ödediğinin yarısını alır.
Kitabet Borcunu
Ödemeden Mükâtebin Ölmesi
105 - Kitabet bedelini
tamamen ödeyecek miktarda mal bırakarak ölen mükâtebin, hayatının son anında
hür olduğuna hükmedilir ve çocukları azad olur. Borcundan fazla bir mal
kalmışsa o da mirasçılarının olur.
106 - Borcunu ödemeğe yeter
bir mal bırakmaz ve ayrıca geride kitabet akdinden sonra dünyaya gelmiş olan
bir de çocuk bırakırsa bu çocuk da babası gibi kazanç sahasına atılır.
107 - Geride satın alınmış
olan bir çocuk bırakır ve bu çocuk hemen kitabet bedelini öderse azad olur.
Aksi halde köleliğe döndürülür (SM).
108 - Efendi öldüğü zaman kitabet
bedeli taksitle vârislerine ödenir. Vârislerden birinin azad etmesi ile
mükâteb hür olmaz. Ancak hepsi azad ederlerse azad olur.
109 – Mükâteb, taksitleri
ödemekten aciz olunca hâkim bakar; eğer gelmesi umulan bir malı varsa iki veya
üç gün bekler. Bu sürenin üzerine ilave etmez. Hiç bir kurtuluş yönü
yoksa acizliğine karar verilip (S) kölelik hükümlerine döndürülür.
VELA [10]
1) Velâ-i a'tâka,
2) Velâ-i müvâlât.
111 - Velâ-i a'tâka’nın sebebi; köleyi azad etmek, akrabanın
satın alınması sebebi ile azad olması, mükâtebin borcunu ödemesi, müdebber ve
ümmü'l-veledin efendilerinin ölümü ile azad olmalarıdır.
112 - Azad eden erkek olsa
da kadın olsa da velâ hakkı kendisi için sabit olur. Velâ başkasına şart
koşulsa yahut azad ederken vâris olmamak şartı ileriye sürülse velâ hakkı
hiçbir zaman efendiden başkasına intikal etmiş olmaz.
113 - Efendi öldüğü zaman
velâ hakkı asabeden olan en yakın akrabalarına kalır. Mevlânın (Efendi) oğlu
ile babası birleşince, velâ oğulun olur. Akrabalıkta eşit olanlar velâda da
eşit olurlar.
114 - Velâdan kadınlara bir
hak yoktur. Ancak kadınların azad ettikleri kimselerin veya azad ettiklerinin
yahut da kadınlar tarafından azad edilen bir kölenin velâsı çekilip alınmakla
kadınlar da velâ hakkına sahip olurlar.
Bu sonuncusu şöyle olur: Kadın kölesini başkasının azad etmiş olduğu azatlı bir
cariye ile evlendirir. Bunlardan doğan çocuğun velâsı elbette azadlı cariyenin
efendisine ait olur. (Kadın da kendi kölesini azad ederse çocuğun velâsını
kendisine çekmiş olur.)
115 - Velâ-i müvâlâtın
sebebi akittir.
Bu da şöyle olur: Bir kimse bir adamın elinde Müslüman olup ona; "Sen
benim mevlâmsın, öldüğüm zaman bana mirasçı olursun, şayet bir cinayet
işlersem diyetini sen verirsin" der ve o da kabul ederse velâ-i
müvâlât meydana gelir ki, bu sahihtir.
116 - Yukardaki şekilde
kendisine mevlâ tayin etmiş olan kimse ölünce başka mirasçısı yoksa mevlâsı ona
mirası olur.
117 - Kendisine bir mevlâ
tayin etmiş olan kimse söz ve fiili ile velâ akdini fesh etmek hakkına sahiptir.
Fakat mevlâsı kendisinin veya çocuğunun diyetini vermişse akdi fesh edemez.
118 - Kadın Müslüman olup müvâlat antlaşması yapsa, yahut velâyı ikrar etse elinde küçük çocuğu varsa o
da velâda kendisine tâbi olur(SM) [11].
YEMİNLER [12]
119 -Allah Teâla’ya yemin etmek üç kısımdır
1) Gamûs: Geçmiş veya şimdiki
zamanda yapılan bir iş için yalan yere yemin etmektir ki bunun keffâreti
yoktur.
.2) Yemin-i
Lâğv: Bir kimsenin bir iş hakkında o işin söylediği gibi olduğunu
zannederek yemin etmesidir. Hâlbuki o iş dediği şekilde değildir. Bu yeminden
dolayı Allah’ın hesaba çekmeyeceğini umarız.
3) Mün'akıd: Gelecek zamana ait bir
işi yapmak yahut da yapmamak üzerine yapılan yemindir.
Mün'akıd Yemin Bir Kaç Çeşittir
a) Uyulup yerine getirilmesi vacip olan "Birr"
adını alan kısım. Farzları yapmaya ve günahlardan kaçınmaya yemin etmek gibi.
b) Kendisinden dönmenin vacip olduğu yemindir ki, "Hins"
adını alır. Kötülükleri, günah olan işleri yapmak ve farzları terk etmek için
yapılan yemin gibi.
c) Uyulmaması uyulmasından hayırlı olan kısım. Müslüman’a küsmek
ve benzeri şeylere yapılan yemin gibi.
d) Uyulması ile uyulmaması müsavi olan kısım.
120 - Mün'akıd
(Gelecekteki bir işe ait yapılan) yeminden dönen kimseye keffâret lâzım gelir.
121 - Yeminin Keffâreti Şöyle Olur
1) Dilerse bir köle azad eder,
2) Dilerse on fakiri giydirir veya yemek verir,
3) Yukarıdakilere gücü yetmeyen üç gün arka arkaya oruç
tutar.
122 - Yeminden dönmeden önce
kefâretini verip sonra yeminden dönmekle yeminin kefâreti verilmiş olmaz.
123 - Yemin konusunda
unutan, zorlanan ve kasten yapanlar arasında fark yoktur.
Yemin Harfleri ve Yemin Sayılıp Sayılmayan
Sözler
124 - Arapçada yemin
harfleri, "Ba, V, Ta"dır. (Billahi,
Vallahi, Tallahi gibi) Bu harflerin kaldırılarak (esre) ile yetinildiği de
olur. "Vallahi bu işi böyle yapmayacağım" sözündeki gibi.
125 -Yemin “Allah" lâfzı ve bir de
O’nun diğer isimleri ile olur.
126 - Alîm, hakîm gibi
Allah’tan başkalarına da isim olan kelimeler müstesna yeminde niyete ihtiyaç
duyulmaz.
127 -Allah'ın zatı sıfatları ile de yemin yapılır.
"Allah'ın izzeti ve celâli hakkı için" diyerek Onun ilmine
yapılan yemin, yemin olmaz. Allah’ın rahmetine, gazabına ve hışmına da kasem
edilmez.
128 -Kâbe, Kur'an, Nebi gibi Allah’tan başkası
adına yapılan yeminler yemin değildir. Fakat bunlardan beri, uzak olacağına
yapılan kasemler yemin olur. (Falan işi yaparsam; Kur'an'dan yahut
Peygamberden veya Kâbe’den beri (uzak) olayım gibi).
129 - "Allah hakkı için” [13] demek yemin değildir. Fakat "Hak
için" demek yemindir.
130 - Bir kimsenin; "şu işi yaparsam Allah’ın laneti
üzerime olsun yahut zina etmiş olayım veya şarap içmiş olayım" demesi
yemin olmaz. Fakat "Yahudi veya Hıristiyan olayım" demesi
yemin olur.
131 - Allah'ın ömrüne (ki
bekası demektir)- Allah'ın yeminlerine, ahdine, misakına yemin etmek yahut
"üzerime adak olsun veya Allah’ın adağı üzerime olsun" demek
yemindir.
132 – “Yemin ederim,
kasem ederim veya şahadet ederim" demek veyahut da bunlara Allah'ın da adını ilâve etmek yemin olur.
133 - Bir kimse; sahip
olduğu bir malı kendisine haram eder ve sonra onu veya onun bir kısmını mubah
sayarsa üzerine kefaret gerekir.
134 - Bir kimsenin: "Her
helâl bana haram olsun" demesi, başka şeylere de niyeti olmadıkça
yalnız yenilecek ve içilecek şeylere yorumlanır.
135 - Gayri Müslim olarak
yemin eden bir kimsenin bu yemininden dönmesinin kefâreti yoktur.
136 - Yeminine bitişik
olarak, "İnşallah" diyen bir kimse için de yemini bozmak diye
bir şey yoktur.
Bir İş Yapmayacağına Yemin Eden Kimsenin
O İşi Yapması İçin Başkasına Emir Vermesi
137 - Dışarı çıkmayacağına
yemin eden kimse, başkasına çıkartılmasına emr edip o da çıkartırsa yemininden
dönmüş olur. Fakat zorla çıkartılırsa dönmüş olmaz.
138 - Cenazeden başka şey
için dışarı çıkmayacağına yemin eden kimse, cenazeye çıkar ve sonra diğer bir
ihtiyacını görürse yemininden dönmemiş olur.
139 -Mekke'ye gitmek için yola çıkmayacağın yemin
eden kimse gitmeyi kastederek yola koyulur ve sonra da geri dönerse, yemininden
dönmüş sayılır. Sahih olan görüşe göre: "Çıkmamak" yerine
"Gitmemek" kelimesini kullanmakta da durum aynıdır. Mekke'ye
gelmeyeceğine yemin edince oraya girmedikçe (sadece yola koyulmakla)
yemininden dönmüş olmaz.
140 - Bir kimse, izni
olmadan karısının içeri giremeyeceğine yemin edince her içeri girişte karısının
izin alması gerekir. Eğer: "Sana izin vermem müstesna"
ifadesini kullanmışsa tek bir izin kâfi gelir.
141 -"Şu eve, konağa ve
köşke girmeyeceğim" diye yemin eden kimse, orası sonradan harabe olup boş bir
arsa haline gelse de o yere girse yemininden dönmüş olur [14]. Fakat belirtilmeden herhangi bir dâr
(yer) için bu yemin yapılmışsa o zaman yeminden dönülmüş olmaz. Ev, için yapılmış
olan yeminlerde ise yukarıdaki her iki durumda da yeminden dönülmüş olmaz.
142 - Eve girmeyeceğine
yemin edenin Kâbe’ye, mescide, havraya, kiliseye girmesi ile yemini bozulmuş
olmaz.
143 -"Şu dara girmeyeceğim" diye yemin edip
de onun çatısına çıksa yemininden dönmüş sayılır. Dârın dehlizine girse de
üzerine kapısı kapanabilse dârın kendisine girmiş sayılır ve böylece de
yeminini bozmuş olur. Aksi halde dara (eve) girmiş sayılmaz.
144 - "Şu eve
girmeyeceğim" diyen kimse o anda evin içinde bulunuyorsa, oturması
ile yeminini bozmuş olmaz.
Üzerindeki Elbiseyi
Giymemeye, Hayvana Binmemeye,
Evde Oturmamaya v.s. Şeylere Yapılan Yemin
145 - Elbise üzerindeyken:
"Bu elbiseyi giymeyeceğim" diye yemin eden bir kimsenin hemen
onu çıkarması gerekir. Bir süre, o elbise ile kalırsa yemininden dönmüş olur.
Evde oturmamaya ve hayvana binmemeye olan yemin de böyledir.
146 - “Şu evde
oturmayacağım" diye yemin edenin toptan aile fertleri ve eşyası ile o
evden çıkması gerekir.
147 - Bir kimse diğerini :
"Otur, yanımda yemek ye" diye davet eder, o da "Eğer
yemek yersem kölem hür olsun" der ve dönüp onun evinde yemek yerse
yeminini bozmuş olmaz. Kadın dışarı çıkmak ister kocası da: "Eğer
çıkarsan boşsun" der, o da oturup sonra çıkarsa boş olmaz.
148 - "Falan adamın
hayvanına binmeyeceğim" diye yemin eden onun ticarete izinli kölesinin
hayvanına binse, köle ister bir başkasına borçlu olsun, ister olmasın
yemininden dönmemiş olur.
149 - "Konuşmayacağım"
diye yemin eden; Kur'an okur, tespih çeker, lâ ilahe illallah derse yeminini
bozmamış sayılır.
150 - Birisi ile bir ay
konuşmamaya yemin edilince bunun zamanı yemin edilen andan başlar.
151 - Birisi ile
konuşmamaya yemin eden, uykuda da olsa onun işitebileceği kadar konuşunca
yemininden dönmüş olur. Başkası ile konuşup onun duymasını kast ederse yemin
bozulmaz. Bir cemaate selâm verir de konuşmayacağı adam da orada bulunuyorsa
yemini bozulur. Onu hariç tutup diğerlerine niyet ederek selâm vermişse yemin
bozulmaz.
152 -1) Bir adamın kölesi ile konuşmamaya yapılan yeminde, yeminin
yapıldığı gün değil de bozulduğu günkü mülkiyetine itibar olunur. Elbise ve ev
hakkında yapılan yeminler de böyledir. Fakat: "Falanın şu kölesi veya
şu evi" diyerek bir tayin yapılmışsa onlar satıldıktan sonra yeminden
dönmek diye bir şey olamaz.
2) Falanın dostu, hanımı veya kocası ile konuşmamaya yemin
edildikten sonra; dostların arası açılsa yahut evliler arasında ayrılık meydana
gelse de ondan sonra konuşulsa yemin bozulmuş olur.
153- Hîn,
Zaman, Ta'rif, Tenkîr
1) Hin ve zaman kelimeleri marife (belirli) veya nekire
(belirsiz) oldukları zaman altı ayı gösterirler. "El-Dehr"
kelimesi ise ebedî demektir. "Dehr" kelimesi "el"
siz, yani belirsiz olduğu zaman, Ebû Hanife, onun ne olduğunu bilmiyorum,
diyor.
2- El-eyyam (günler), el-şuhûr (aylar), el-sinûn
(seneler) kelimeleri belirli olarak 10 sayısını gösterirler. Belirsiz
oldukları zaman 3 sayısına delâlet ederler [15]
Buğday, Ekmek, Kebap
v.s. Şeyler
için Yemin Etmek
154 - "Bu buğdaydan
yemeyeceğim" diye yemin eden kimse onu dişleri ile tane olarak
yemedikçe yemininden dönmüş olmaz. "Bu undan” diye yemin yapılmışsa
unun kendisinden değil de, ekmeğinden yenilince yemin bozulur.
155 -"Ekmek" denilince de o belde
ahalisinin yemeği adet edindiği ekmek anlaşılır. "Kebap"
denilince etten olana, "yahni" denilince de suda pişmiş et
yemeği olduğuna yorumlanır ve suyundan yemekle de yeminden dönülmüş olur.
"Başlar yemem" denilince de fırınlarda pişirilip çarşılarda
satılanlar anlaşılır.
156 -Taze hurma, üzüm, nar, hıyar ve acur meyve
cinsinden değildir.
157 -Katık; tuz, zeytinyağı ve sirke gibi kendileri
ile katık yapılan şeylerdir.
158 - Gedal (kahvaltı)
fecrin doğumundan öğlene kadar olan zaman içerisinde yenilen yemektir. Aşa'
(Akşamlık) öğleden gece yarısına kadar olan zaman içerisinde yenilen yemeğe
denilir. Sahur; gece yarısından fecrin doğumuna kadar olan zaman içerisinde
yenilen yemeğe denilir.
159 - Nehirden su içmek;
ağzı nehre dayayarak içmektir. Küpten veya kuyudan su içmemeye yemin eden bir
kimse kapla onlardan su içerse yemini bozulur.
160 - Balık ve koyun
kuyruğu, etten sayılmaz. İşkembe, karaciğer, akciğer, kalp, böbrek, baş, paça,
barsaklar ve dalaklar et sayılır.
161 - "Şu hurma
koruğunu yemeyeceğim" diye yemin eden, onu olgun yaş hurma olarak
yemekle yeminini bozmuş olmaz. Olgun yaş hurma kuru hurmaya, süt de yoğurda
dönüştüğü zaman durum yine böyle olur. Fakat "bu kuzudan yemeyeceğim"
diye yemin edip, onu koç olunca yerse yemin bozulmuş olur.
162 -"Şu hurmadan
yemeyeceğim" denildiğinde, o kimse onun meyvesi ve kaynatılmamış
şırası için yemin etmiş olur. Koyun için böyle bir yemin yapılmışsa etini,
sütünü ve tereyağını içine alır.
Göklere Çıkmaya ve Buna
Benzer
Şeylere Yemin Etmek
163 - Balık yumurtası esas yumurtaya dâhil
değildir. Satın alma üzerine yapılan yemin yeme üzerine yapılan yemin değildir.
164 - Bir kimse, mutlaka göğe çıkacağına
veya havada uçacağına yemin
ederse yemini sahih olup hemen yemininden dönmüş sayılır.
165 - Birisine, güç
bulursa geleceğine yemin veren kimsenin bu güç bulması sıhhate yorumlanır. Bir
kimseye mutlaka kendisine geleceğine yemin edip de sonra gitmez ve ölürse
hayatının son anında yeminini bozmuş olur.
166 - Bir kimse: "Eğer
içersem, yersem, giyersem, konuşursam, evlenirsem yahut çıkarsam" der
ve bu sözü ile muayyen bir şeye niyet ettiğini söylerse kabul edilmez.
Eğer;"yiyecek yersem, içecek içersem yahut giyecek giyersem"
der ve bu türlü şeyler söyleyip bu sözleri ile muayyen bir şeye niyet ettiğini
bildirirse sadece diyaneten tasdik edilir.
167 – Reyhan; sapı olmayan bir çiçek olup ona yemin
edildiğinde gül ve yasemin ile yeminden dönülmez. Gül ve menekşeye yemin
edildiğinde bunların yaprağına yemin edilmiş olur.
168 - Gümüş yüzük, ziynetten sayılmaz. Fakat altın yüzük
ziynettir. İnciden yapılmış gerdanlık, işlenmiş, yaldızlanmış olmadıkça ziynet
yerine geçmez.
169 – Döşekte uyumamaya and içen, onun üzerine başka bir döşek
koyup uyursa andını bozmuş değildir. Fakat çarşaf koyup uyursa andından dönmüş
olur.
170 - Dövmek, konuşmak,
giymek ve yanına girmek fiilleri hayat hali ile kayıtlıdır. Ölünceye veya
öldürünceye kadar birisini döveceğine yemin edenin bu dövmesi dövüşün en şiddetlisine
yorumlanır. Ailesini dövmemeye yemin eden onun boğazını sıkar,
saçlarını çeker veya ısırırsa yeminini bozmuş olur.
Oruç Tutmamaya, Namaz Kılmaya v.s. Şeyleri
Yapmamaya veya Yapmaya Olan Yeminler
171 - Oruç tutmayacağına yemin ettiği halde niyet ederek bir
saatini oruçlu geçiren yemininden dönmüş olur. Eğer bir oruç tutmayacağına
yemin ederse bir günü tamamlamadan yemin bozulmuş olmaz.
172 - Namaz kılmayacağına yemin eden kişi namaza durup; kıyam,
kıraat ve rükû’u yaparsa secde etmedikçe yemini bozulmaz. Bir namaz
kılmayacağını söylemişse, iki rekâtı tamamlamadan yemininden dönmüş olmaz.
173 - Efendi, cariyesine:
"Çocuk doğurursan sen hürsün" der ve o da ölü bir çocuk
doğurursa hür olur. Boşamak da böyledir.
174 - Doğacak çocuğun hür
olduğu söylenip çocuk ölü doğar, sonra da bir tane diri doğarsa, hayattaki
hürriyete kavuşur (SM).
175 - "Bana falanın gelişini kim müjdelerse o hürdür"
denildikten sonra, dağınık olarak bir cemaat müjdelerse birincisi azad olur.
Hepsi beraber müjdelemişlerse hepsi birden azad olurlar. "Bana kim
haber verirse" ifadesi ile her iki şekilde de hepsi hür olurlar.
176 - "Cariye ile
temas edersem o hürdür" deyip mülkünde olan bir cariyesi ile cinsî
temasta bulunursa azad olur. Eğer sonradan bir cariye satın alır ve onunla temasta
bulunursa bu cariye hür olmaz.
177 - Evlenmemeye yeminli
olanı, emri olmadan başkası evlendirir ve o da sözü ile kabul ederse, yemini
bozulur. Fiili ile izin vermişse yemin bozulmaz. Başkasına kendisini
evlendirmesini emr etmişse yemininden dönmüş olur. Boşamak ve azad etmek
konularındaki yemin de böyledir.
178 - Kölesini veya
cariyesini evlendirmemeye yeminli olan kimse başkasına evlendirmesi için icazet
ve vekâlet vermekle yeminini bozar. Küçük oğlu ve kızı hakkında da durum
böyledir. Büyük oğlunu ve kızını ise bizzat kendisi evlendirmedikçe yemininden
dönmüş olmaz.
179 - Kölesini dövmeyeceğine
yemin edip bu işe başkasını vekil tayin ederse yemin bozulur. Bu işi bizzat
kendisinin yapmayacağını kast ettiğini söylerse kazaen (mahkemece) kabul
edilir. Oğlunu dövmeyeceğine yemin eden başkasına dövmesini emrederse yemini
bozmuş olmaz. Koyunu kesmek hakkındaki yemin de köleyi dövmekte olduğu gibidir.
180 - Bir malı satmayacağına
yemin eden sonra o malın satımına başkasını vekil ederse yemininde sadık olur.
Diğer karşılıklı malî mübadeleler de bunun gibidir.
181 - Malını satmamaya yemin
eden, sonra malını satar ve müşteri de kabul etmezse yemin bozulmuş olmaz.
Kiraya verme, sarf, selem, rehin, nikâh ve hulu' (mal karşılığında boşama) hakkında
yapılan yeminler de böyledir. Fakat bağışlasa, sadakaya verse veya ödünç verse
de bunlar kabul olunmasa yemin bozulmuş olur.
182 - Mutlaka yakın zamanda
borcun ödeneceğine yemin edilirse; bu, bir aydan az bir süre demektir. Uzak
zaman ise bir aydan çoktur.
183 - Borcunu bugün mutlaka ödeyeceğine yemin edip o gün borcunu
öder, fakat ödenen paranın bir kısmı, devlet hazinesinin kabul etmeyip
tüccarın kabul ettiği cinsten adî bir para veya tüccarın kabul etmediği düşük
bir para olsa yahut onun başka bir sahibi çıksa yeminini bozmuş olmaz. Fakat
kalay veya iki tarafı gümüş olup ortasına bakır konulmuş para cinsinden olursa
yemini bozulmuş olur.
184 - Alacağını parça parça
almayacağına yemin edip bir kısmını kabz (alırsa) ederse
kalanını almadıkça yemin bozulmaz. Birbirini müteakip iki ölçekle alırsa yine
yemini bozulmamış olur.
185 - Bir işi yapmayacağına yemin eden (yemininden dönmemiş olması
için) artık o işi yapamaz. Onu mutlaka yapacağına yemin eden bir kere yapmakla
kurtulur.
186 - Vali, bir adamı
mutlaka bütün fesatçıları bildireceğine dair yemin etmeğe davet etse, bu yalnız
valiliği müddetine bağlı olacaktır.
187 - Bir malını mutlaka hibe edeceğine yemin eder de hibesini
kabul etmezlerse kefaretten kurtulur. Sadakaya vermek, borç vermek ve ödünç
vermede de durum böyledir [16].
Nezir (Adak)
188 - Mutlak olarak adakta
bulunan bir kimsenin, adağını yerine getirmesi, üzerine düşen bir borçtur.
Adağın bir şarta bağlanması ve şartın da meydana gelmesi ile adağı yerine
getirmek yine borç olur.
189 - İmam-ı Azam'dan son rivayet edilen bir görüşe göre;
meydana gelmesi matlub olmayan bir şarta bağlanan adaklar için yemin
kefâretini ödemek yeterli olur.
190 - Oğlunu kurban etmeyi
adayan kimseye koyun kesmesi gerekir. (SZ).
HADLER
(CEZALAR) [17]
ZİNA
191 - Had;
Allah hakkı olarak vacip olan, mikdarı belli bir cezadır.
---------------------------------
-----------------------
192 - Zina; şüphenin dışında olarak ve nikâhına malik bulunmadığı bir kadına
önünden, erkeğin cinsî münasebette bulunmasıdır.
193 - Zina suçu, delil ve ikrar ile sabit olur.
194 – Delil (beyyine) bir erkeğin ve bir kadının zina ettiğine
dört erkeğin şahit olmalarıdır.
195 –Şahitler, hâkim huzurunda şahadette bulununca
hâkim şahitlere:
a) Zinanın ne demek olduğunu,
b) Nasıl yapıldığını,
c) Ne zaman ve nerede zina edildiğini,
d) Zina eden kadının kim olduğunu sorar.
Dört şahit bunları açıkladıktan sonra, her
yönden kadının erkeğe haram olduğunu ifade ederler. Bu dört kişi sürmedandaki
(mil) hareketi gibi bu olayı görmüş bulunduklarına şahitlik ederler.
196 - Şahitlerin âdil olup
olmadıkları, gizli ve açık olarak araştırılır ve adaletli kimseler oldukları
ortaya çıkınca zina suçuna hüküm verilir.
197 - Şahitler dörtten az
olunca zina suçunu iddia edenler iftira etmiş olurlar.
198 - Şahitler, recim (taşlayarak öldürme) ‘den önce
şahitliklerinden dönerlerse ceza düşer ve kendilerine iftiradan dolayı had
cezası verilir. Recim cezası infaz edildikten sonra dönerlerse ölenin diyetini
öderler, infazdan sonra şahitlerden yalnız biri şahitliğinden dönerse diyetin
dörtte birini öder.
199 - Şahitlerin hâkimden uzak olmaları, kendilerini şahitliği
ikame etmeye mâni olmadıkça eski bir zinaya şehâdet etmeleri kabul olunmaz.
200 - Zina suçu ikrar ile de sabit olur. İkrar; akil ve baliğ olan bir kimsenin dört
ayrı oturumda dört defa bizzat zina ettiğini söylemesidir. Hâkim her defasında
suçluyu görmeyeceği şekilde kovar.
201 - Dört ayrı oturumdaki
dört ikrardan sonra hâkim, zinanın işlendiği zaman hariç, şahitlere
sorduklarını ona da sorar. Zina ettiği iyice anlaşılınca o kimseye had cezası
vermek gerekir.
202 - Had vurulmadan önce veya ortasında ikrarından dönerse
serbest bırakılır.
203 - Hâkimin ikrar edene ikrarından dönmesi için: "Belki
sen şüphe ile temasta bulundun veya sadece öptün yahut dokundun"
tarzında telkinde bulunması müstehap olur.
Haddin Şekli
ve Yerine Getirilişi
204 - Eğer muhsan (evli) ise, zina edenin cezası
ölünceye kadar taşla recim olunmaktır.
205 – 1) Suçlu geniş bir yere götürülür. Zina suçu delil ile sabit
olmuşsa, önce şahitler, sonra hâkim ve daha sonra da halk recme başlar. Şahitlerin hepsi veya biri
taşlamaktan çekinirse recm olunmaz.
2) Zina suçu ikrar ile sabit olmuşsa recme önce hâkim başlar ve sonra da halk
katılır.
206 - Zina eden muhsan değilse, onun cezası "celd"dir.
Bu da hürler için yüz, köleler için elli değnek vurmaktır.
207 - 1) Celd; dalı, budağı, kenarı olmayan bir sopa ile ortalama
vuruşla, tenasül uzvundan, yüzünden ve başından başka her tarafına, devamı bir
yere vurmamak üzere vurulur. İzar (entari, don, gömlek) hariç diğer elbiseleri
çıkartılır. Kadının ise kürk ve kaftanından başka elbisesi çıkartılmaz.
2) Recm cezasında kadın için bir çukur kazılması caiz olur.
3) Erkek, bütün had cezalarında ayakta dövülür.
208 - Muhsan olan bir kimseye hem
recm ve hem de celd cezası verilemez. Muhsan olmayan bir kimseye de, hem celd
ve hem de sürgün cezası verilemez. Ancak hâkim maslahata uygun gördüğünü
yapabilir. Efendi, devlet reisinin izni olmadan kölesine had cezası tatbik
edemez.
209 – 1) Zina eden, muhsan bir kimse olduğu zaman hasta olsa bile
recm edilir. Değnek cezasında ise iyileşmesi şarttır.
2) Hâmile kadına, doğum yapmadıkça had cezası tatbik edilmez. Değnek cezasına
çarptırılmış olsa nifas hâli tamamen sona ermedikçe cezası yerine getirilmez.
3) Recm cezası doğumdan hemen
sonra infaz edilir. Bir bakıcı bulunmazsa, çocuğun anasına muhtaç olmadığı bir
zamana kadar infaz geciktirilir.
210 - İhsan-ı Recm: (recmedilmeye müstahak olma sıfatı) hürriyet, akıl,
bulûğ, Müslüman olmak, sahih bir nikâhtan sonra, önceden cinsî temasın yapılmış
olması, erkek ve kadın her ikisinin de bu sıfatlara sahip olmasıdır. İhsan
ikrar ile veya iki erkek yahut bir erkek iki kadının şahitliği ile sabit olur.
Karı-koca arasındaki nesebi belli, bir çocuklarının olması ile de ihsan sabit
olur.
Haddi
Gerektiren ve
Gerektirmeyen
Cinsî Temaslar
211 - Bir kimse aşağıya
doğru; oğul ve torunlarının cariyeleri ile cinsî temasta bulunur ve onun kendisine
haram olduğunu bildiğini söylerse yahut yukarıya doğru baba ve usulünden olan
diğer kimselerin cariyeleriyle münasebette bulunsa veya annesine ait, karısına
veya kölesi bulunduğu efendisine ait bir cariye ile temasta bulunsa veya üç
talâk ile boşanmış, iddet bekleyen karısına temas etse ve onun kendisine helâl
olduğunu zannettiğini söylese had cezası vurulmaz.
Fakat onun kendisine haram olduğumu bildiğini
söylerse had cezası verilir. Kardeşi ve amcasına ait cariye ile münasebette
bulunursa her durumda da had cezası verilir.
212 - Zina etmek için;
ücretle bir kadın tutup zina eden yahut nikâhı altında bulunmayan bir kadınla
tenasül uzvu olmayan yerinden temas eden veya livata[18] yapan kimseye had cezası değil de
ta'zîr [19] cezası verilir.
213 - Ailesinden başkası
kendisiyle zifafa konulmuş olsa ve erkek de onunla cinsî temasta bulunsa had
cezası verilmez, fakat mehrini vermesi gerekir. Yatağında başka bir kadın
bulup onunla temas edene had cezası verilir.
214 - Dâr-ı harpte ve bağîler ülkesinde zina etmiş olanlara had cezası
verilmez.
215 - Hayvanlara temas edene ta'zîr cezası verilir.
216 - Küçük kız çocuğuna
veya mecnun bir kadına temas edenlere had cezası verilir.
217 - Akıl-baliğ olan bir
kız, kendi arzusu ile baliğ olamayan veya mecnun olan bir erkekle cinsî
münasebette bulunursa had cezası verilmez.
218 - Ta'zîr cezasının en çoğu, otuz dokuz en ası da, üç değnektir. En şiddetli vuruş
ta’zır cezasında sonra, zina cezasında, daha sonra da şurup cezasında (içki
içmekten dolayı vurulan had) olur. En hafifi de iftiradan dolayı verilen
had cezasında olur.
HADD İ KAZF
(İFTİRA CEZASI)[20]
219 - Zina iftirasında bulunmanın hürler için cezası seksen,
köleler için kırk değnektir.
220 - Bu ceza, muhsan olan bir kimseye açık zina lâfızları ile
iftira etmek sebebi ile verilir. Cezanın verilebilmesi için iftiraya uğraya
(makzûf) nın davacı olması da şarttır.
221 - Değnek (kafa, yüz ve
tenasül uzvu hariç aynen zina suçunda olduğu gibi) devamlı bir yere değil de,
muhtelif yerlere vurulur. Üzerinden kürk ve paltodan başka elbisesi
çıkartılmaz.
222 - İftira suçu, iftira eden (Kâzif) in bir defada yapmış
olduğu ikrarı ile sabit olduğu gibi, iki erkeğin şahitliği ile de sabit olur.
Aradan zaman geçmesi ile veya sözü geri almakla bu ceza düşmez.
223 - İhsan-ı kazf; (iftiraya uğrayan kimsenin sahip olması
lâzım gelen vasıflardır ki, böyle kimseye iftira etmiş olana iftira cezası
verilir). İftiraya uğrayan kimsenin; akıl-baliğ, hür ve Müslüman, zinadan
iffetli olmasıdır.
224 - Bir kimseye: "Ey zina eden kadının oğlu veya sen
babandan değilsin" diyene had cezası verilir.
225 - Ölüye yapılan zina isnadı davasını, ancak iftira ile kendi
neseplerine tecavüz vaki olanlar yapabilir.
226 - Oğulun ve kölenin, baba ve efendilerinin hür annelerine
yapmış oldukları iftirayı dava etmeğe hakları yoktur.
227 - Nikâhında olmayan birisi ile haram olduğu halde cinsî münasebette
bulunan kimseye veya lianla çocuğunun nesebi ret edilen kadına
iftira edene had cezası verilmez. Fakat lian, çocuğun nesebini ret için değil
de, sadece zina için yapılmışsa böyle kadına iftira edene had cezası verilir [21].
228 - Müste'men [22], bir kimseye zina isnad ederse had
cezasına çarptırılır.
229 - İftiraya uğrayan ölünce had cezası düşer. Bu mirasçılara
bir hak olarak devredilmez.
230 - İftira suçundan af etmek ve bir bedel karşılığında
anlaşmaya varmak sahih değildir.
Zinadan Başka Şeyi İftira Etmek
231 - Bir kimse, Müslüman; "ey fâsık, ey pis
(habis), ey kâfir, ey hırsız yahut ey kadın davranışlı" derse ta'zîr
cezasına çarptırılır. Fakih yahut yüksek bir şahsiyete; “ey eşek, ey domuz” denilerek iftirada bulunulsa, bunları
söyleyenlere de ta'zîr cezası verilir.
232 - Hâkimin had veya ta'zîr cezasını tatbik ettiği kimselerin
ölmesi hederdi?? (herhangi bir tazminatı yoktur).
233 - Bir erkek, kendine karşı süslenmeyi terk eden, yatağına
gelmeyen, cenabetlik sonrası yıkanmayan, evinden çıkan karısını; ta'zîr etmek
hakkına sahiptir.
234 - Bir defadan fazla hırsızlık yapan yahut zina eden veya
içki içen bir had cezasına çarptırılır. Bu ceza hepsi için kâfi gelir.
HADD-İ ŞÜRB (İÇKİ İÇMENİN CEZASI)
235 - İçki içmenin cezası; keyfiyet olarak hadd-i zina,
kemiyet (değnek sayısı) ve suçun sabit olması bakımından hadd-i kazf
(iftira cezası) gibidir. Şu kadar var ki, olayın eskimesi, ikrar ve
şahitlikten dönmekle had cezası düşer.
236 - İşlenen suçun eskimiş
olması; sarhoşluğun ve kokunun gitmesidir.
237 - İçki içen yakalandığında üzerinde içki kokusu bulunur ve
yolun uzaklığından dolayı hâkime gelinceye kadar koku kaybolursa yine had
cezasına çarptırılır.
238 - Şarabın bir damlasını içene ve köpürmüş şıradan sarhoş
olanlara had cezası verilir.
239 - Sarhoş; erkeği
kadından, yeri gökten ayırt edemeyen kimsedir.
240 - Sanığın köpürmüş şıradan sarhoş olduğu ve onu isteyerek içtiği
bilininceye kadar had cezası verilmez.
241 - Suçlunun, sarhoşluk hâli geçmeden kendisine had cezası tatbik
edilmez.
242 - Şarap kokan yahut kusan kimseye (ikrarı veya şahitler bulunmadıkça)
sırf bu sebepler yüzünden had cezası verilemez.
EŞRİBE
243 - İçkilerden Haram Olanlar
Bunlar, Dört Kısımdır
1) Hamr (şarap): Bu içki, kaynatılmadan kendi kendine kabaran, şiddetini
artıran ve köpük atan yaş üzüm suyundan ibarettir.
Eşribe: Şarap kelimesinin çoğuludur. Yani şaraplar demektir.
Çiğnemek istemeden içilebilen ince her sıvıya şarap adı verilir. Bu içilen
sıvıların, meşrubatın bir kısmı vardır ki, onlar helâl, bir kısmı da vardır ki
haramdır. Bunlar yaş ve kuru üzümden, hurmadan, hububat vs. şeylerden yapılır.
2) Tilâ: Üzüm suyu kaynatıldığında üçte birinden (1/3) azı kaybolursa bu
adı alır. Eğer yarısı buharlaşıp kaybolursa ona munassaf derler.
3) Seker: Pişirilmeden kendi kendine kabaran taze hurma suyudur.
4) Nakî-u Zebîb: Kendi kendine
kabarıp kuvvetlenen kaynatılmamış kuru üzüm şırasıdır.
244 - Bu son üç çeşit içkinin haramlığı (içtihatla ortaya
konulduğundan) şarabın haramlığından daha aşağıdadır. Bu bakımdan bunların
satışı caizdir ve telef edildiklerinde de sahiplerine kıymetlerinin ödenmesi
gerekir. Sarhoş olmadıkları müddetçe bunları içenlere had cezası verilmez.
Bunları helâl sayan da kâfir olmaz.
245 -Kuru hurma ve kuru üzüm şıraları çok az
kaynatıldıklarında şiddetlerini de artırsalar eğlenceye kaçmadan içildiğinde
sarhoş etmezlerse helâl olurlar.
246 - Üzüm şırası kaynatılıp üçte ikisi kaybolunca şiddetini
artırdığı zaman kuvvetlenmek kastı ile içildiğinde helâldir. Eğlenmek kastı
ile içilirse haram olur.
247 - Bal, incir, buğday, arpa, darı şıraları kaynatılsa da
kaynatılmasa da helâldir. Bunlardan sarhoş olanlara had cezasının verilip verilmemesi
konusunda iki rivayet vardır [23].
248 - Şarabın tortusunu içmek ve onunla taranmak mekruhtur.
Kabak, yeşil sırlı testi, ziftle kaplanmış kap ve ovulmuş tahta içinde şıra
yapıp içmekte bir zarar yoktur.
-----------------
DİPNOTLAR
KELİMELER
[1] Nafaka sarf etmek demektir. Bir kimsenin aile fertlerine harcadığı
şeydir. Hukukta; yiyecek, giyecek, mesken ve bunlara bağlı şeylere nafaka denilir.
Halk arasında sadece yiyeceklere nafaka denilmektedir.
İnfak: Nafaka vermek, bir malı bir yere sarf etmektir.
Munfik: İnfak eden, nafaka veren kimse.
Karabet: Hısımlık, demektir. Karabet ikiye ayrılır,
a) Karâbet-i Vilâdet: Usûl ve furû' arasındaki yakınlık,
b) Karâbet-i Gayri Vilâdet: Diğer hısımlar arasındaki yakınlıktır.
Karâbet-i
gayri vilâdet de ikiye ayrılır: 1- Nikâhı haram kılan akrabalık: Kardeşlerin, dayıların,
amcaların yakınlığı gibi, 2- Nikâhı haram kılmayan yakınlık: Amca, dayı, hala,
teyze çocukları arasındaki yakınlık gibi.
Usûl: Bir kimsenin babası, anası ve yukarıya doğru giden dedeleri ve
nineleridir.
Furû: Bir kimsenin erkek ve kız çocukları ve bunların aşağıya doğru giden
evlâtları ve torunlarıdır.
Havâşî: Usûl ve fürû'dan başka akrabalara denilir. Amcalar, dayılar,
teyzeler, kardeşler v.s. akrabalar gibi.
Nafakanın
farz oluşunun delili Kur'an'daki ayetlerdir: "Boşanan o kadınları, gücünüzün yettiği kadar, ikamet ettiğiniz
yerin bir kısmında oturtun. Üzerlerine baskı yapmak için kendilerine zarar
vermeye kalkışmayın. Eğer onlar hâmile iseler doğum yapıncaya kadar
nafakalarını verin. Evlâtlarınızı sizin faydanıza emzirirlerse onlara
ücretlerini verin. Aranızda bu hususta güzelce müşavere edin. Eğer birbirinize
zorluk çıkaracak olursanız o takdirde baba hesabına bir başka kadın
emzirecektir." (Talâk, a: 6).
Diğer ayette
de şöyle denilir: "(Hâli vakti) geniş olan, nafakayı genişliğine göre
versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan (fakir) de nafakayı Allah’ın ona
verdiğinden versin..." (Talâk, a: 7).
Ebû
Hamzatu'r-Rakkaşı amcasından şu hadisi rivayet eder: 'Teşrik günlerinin ortasında Hz. Peygamberin devesinin yularını
tutuyordum, insanlar ona vedalaşırken onlara şöyle diyordu: Kadınlar hakkında
Allah’tan korkun. Ma'ruf vech ile onların giyim ve yiyimlerini tedarik etmek
size düşer." (Davud- Mace)
[2]. Kadının ise ana ve babasının yanına
gitmesine mâni olunamaz deniliyor.
[3]. Asılda kadın çocuğuna meme verecektir.
Çünkü ayette: "Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. Bu hüküm
emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir..." (Bakara, a: 233) buyurulur.
Kadın meme vermekten çekinirse onun güçsüz olduğunu anlar ve o bu konuda özürlü
sayılır. Fakat ücretle meme verme işine atılınca onun meme vermeğe güç ve
takatinin olduğu anlaşılır. O zaman meme emzirmesi kendisine vacip olur.
Kendisine vacip olan bir görevden dolayı da ücret alması helâl olmaz.
[4]. Bu konuda anne de baba gibi hakka sahiptir.
[5]. Ehil hayvanların nafakalarını vermek sahipleri üzerine dinen bir borçtur. Hâkim; "bunları ya sat veya başkasına bağışla yahut da yemlerini ver" diye sahiplerini uyarır. Fakat zor kullanamaz. Bu tasarruf hakkına aykırı düşebilir. Ebû Yusuf’a göre ise, yiyeceklerini temin veya onları satmaları için hayvan sahiplerine kanunen de zor kullanılır. Mâlikî, Şafi'î ve Hanbelî mezheplerine göre de mal sahibi hayvanının nafakasını vermeğe kanunen mecbur tutulur. (Bak. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 511-514).
[6]. Hızane: Çocuğu veya çocuk hükmünde olan deli, bunak gibi acizleri salahiyetli
[4]. Bu konuda anne de baba gibi hakka sahiptir.
[5]. Ehil hayvanların nafakalarını vermek sahipleri üzerine dinen bir borçtur. Hâkim; "bunları ya sat veya başkasına bağışla yahut da yemlerini ver" diye sahiplerini uyarır. Fakat zor kullanamaz. Bu tasarruf hakkına aykırı düşebilir. Ebû Yusuf’a göre ise, yiyeceklerini temin veya onları satmaları için hayvan sahiplerine kanunen de zor kullanılır. Mâlikî, Şafi'î ve Hanbelî mezheplerine göre de mal sahibi hayvanının nafakasını vermeğe kanunen mecbur tutulur. (Bak. N. B. islâm Hukuku, c. 2, s. 511-514).
[6]. Hızane: Çocuğu veya çocuk hükmünde olan deli, bunak gibi acizleri salahiyetli
olan kimselerin koruma ve terbiye etmeleri, yiyecek ve
içeceklerine bakmaları, temizlik ve istirahatlarını, sağlamaları, zararlı
şeylerden sakındırmaları demektir.
[7]. Bu ifadeye göre kız kardeşin kızları
teyzelerden önce, erkek kardeşin kızları da
halalardan önce gelmelidir. (Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku – Mütercim)
[8]. Memlûk
/ Abd: Bir kimsenin mülküne dahil olan şeye
memlûk denilir. Bu kelimenin müennesi memlûkedir. Bir kimsenin mülkiyeti
altında bulunan köleye memlûk, cariyeye de memlûke denilir.
Câriye: Bir kimsenin memlûkesidir. Kadın köleye câriye denilir.
Rıkk: Lügâtta kulluk demektir. İstilahta: Bir savaşta esir alınan biridir ki, hürriyetini kaybeder ve mülk olmaya elverişli olur. Rıkk, lügâtta esasen zayıflık manasına gelir. Hukukta ise manevî bir zayıflığı ifade eder. O da; velayet, şahitlik, hacca ve cihada gitmek, cuma ve cenaze namazını ve diğer ibadetleri yerine getirmek gibi hürlerin yaptığı işlerden aciz olmaktır.
Rakabe: Köle ve cariye demektir. Akîk kelimesi de kullanılır. Rakabe, lügat olarak boyun demektir. Her şeyin zatına ve aslına da rakabe deniliyor ve çok kere bu mânâda kullanılıyor.
Hürriyet: Kurtulmak ve özgür olmaktır. Hür, halas olan, kurtulan kimsedir. Aynı zamanda saf ve katıksız mânasını taşır. Hukukta hürriyet tâbiri esaretten beri ve insani haklara mâlik olmak durumudur. Bu durumda olanlara hür deniliyor ve onlar başkasının mülkiyeti altına girmezler.
Itk: Lügâtta kuvvet anlamındadır. Güzellik, kerem, genişlik, cömert olmak manalarına da gelir. İstilahta : Köleliğin kalkması, kölenin azad olmasıdır. Bu kelime ı'tâk manasında da kullanılır.
I'tak/ İtlak: Serbest bırakmak. Azad etmek, köle üzerindeki mülkiyet hakkını kendine mahsus şekliyle ortadan kaldırmaktır. Böylece bununla köle hürriyete kavuşmuş olur.
Tatlik: Boşanma; nikahlı eşten ayrılma.
Câriye: Bir kimsenin memlûkesidir. Kadın köleye câriye denilir.
Rıkk: Lügâtta kulluk demektir. İstilahta: Bir savaşta esir alınan biridir ki, hürriyetini kaybeder ve mülk olmaya elverişli olur. Rıkk, lügâtta esasen zayıflık manasına gelir. Hukukta ise manevî bir zayıflığı ifade eder. O da; velayet, şahitlik, hacca ve cihada gitmek, cuma ve cenaze namazını ve diğer ibadetleri yerine getirmek gibi hürlerin yaptığı işlerden aciz olmaktır.
Rakabe: Köle ve cariye demektir. Akîk kelimesi de kullanılır. Rakabe, lügat olarak boyun demektir. Her şeyin zatına ve aslına da rakabe deniliyor ve çok kere bu mânâda kullanılıyor.
Hürriyet: Kurtulmak ve özgür olmaktır. Hür, halas olan, kurtulan kimsedir. Aynı zamanda saf ve katıksız mânasını taşır. Hukukta hürriyet tâbiri esaretten beri ve insani haklara mâlik olmak durumudur. Bu durumda olanlara hür deniliyor ve onlar başkasının mülkiyeti altına girmezler.
Itk: Lügâtta kuvvet anlamındadır. Güzellik, kerem, genişlik, cömert olmak manalarına da gelir. İstilahta : Köleliğin kalkması, kölenin azad olmasıdır. Bu kelime ı'tâk manasında da kullanılır.
I'tak/ İtlak: Serbest bırakmak. Azad etmek, köle üzerindeki mülkiyet hakkını kendine mahsus şekliyle ortadan kaldırmaktır. Böylece bununla köle hürriyete kavuşmuş olur.
Tatlik: Boşanma; nikahlı eşten ayrılma.
Atık: Azad edilmiş olan köle veya câriyedir.
Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler. Dâr-i Adi de bu mânaya gelir.
Dâr-ı Bağy: Azgın ve isyancıların idaresi altında bulunan bir İslâm yurdudur.
Dâr-ı Eman: Müslümanlar tarafından feth olunan ve müslüman olmayanların ikamet ettirildiği bir ülkedir ki burası da dârı İslama dâhildir.
Dâr-ı Harb: Müslümanlar ile aralarında bir antlaşma bulunmayan gayri Müslimlerin ülkesidir.
[9]. Kitabet akdi yapmak müstehaptır ve insanlar buna teşvik edilmişlerdir. Kur'an'da:
Dar-i İslâm: Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler. Dâr-i Adi de bu mânaya gelir.
Dâr-ı Bağy: Azgın ve isyancıların idaresi altında bulunan bir İslâm yurdudur.
Dâr-ı Eman: Müslümanlar tarafından feth olunan ve müslüman olmayanların ikamet ettirildiği bir ülkedir ki burası da dârı İslama dâhildir.
Dâr-ı Harb: Müslümanlar ile aralarında bir antlaşma bulunmayan gayri Müslimlerin ülkesidir.
[9]. Kitabet akdi yapmak müstehaptır ve insanlar buna teşvik edilmişlerdir. Kur'an'da:
"Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile
kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin
altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak isteyenlerle,
eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik
görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de
onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye,
namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında
bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok
bağışlayıcı ve merhametlidir." (Nûr, a: 33) buyrulmaktadır.
Kitabet / Mükâtebe: Efendi ile köle arasında bir mal üzerine yapılan akittir. Buna göre köle kendisini efendisinden satın alır. Borcunu ödeyince azad olur. Kitabet akdinden sonra köle kendisi için çalışır.
Mükâtib: Kölesi ile kitabet akdini yapan efendidir.
Mükâteb: Efendisi ile kitabet akdini imzalamış olan köle demektir. Cariye olursa mükâtebe denilir.
Kitabet / Mükâtebe: Efendi ile köle arasında bir mal üzerine yapılan akittir. Buna göre köle kendisini efendisinden satın alır. Borcunu ödeyince azad olur. Kitabet akdinden sonra köle kendisi için çalışır.
Mükâtib: Kölesi ile kitabet akdini yapan efendidir.
Mükâteb: Efendisi ile kitabet akdini imzalamış olan köle demektir. Cariye olursa mükâtebe denilir.
[10]. Velâ: Yardımlaşma, sevgi ve tasarruf
demektir. Velâ hükmî bir yakınlıktır ki, bu verasete sebep olur.
[11]. İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre,
çocuk velâda annesine tâbi olmaz.
[12] Yemin: Lügâtte kuvvet anlamındadır. “'Elbette
biz onu ondan dolayı yeminiyle yakalar, kuvvetle tutup hıncını alırdık. " (El-Hakka, a: 45) de ki,
yemin kelimesi kuvvet anlamındadır. Bu kelime uzuv, sağ el ve sağ taraf
manalarında kullanıldığı gibi mutlak yemin anlamını da ifade eder. "Nihayet
gizlice onlara yaklaşıp sağ eliyle vurup, darbe indirdi." /Saffet -
93) de bu kelimenin sağ el, kuvvet ve bizzat yemin olmak üzere üç manaya
ihtimali vardır.
Yemin başlıca iki kısma ayrılır:
A) Kasem: Bu, üzerine yemin edilenin büyük olmasını gerekli kılar. Bu bakımdan Allah'tan başkası üzerine yemin edilmez. Hz. Peygamber bir sözlerinde: "Kim ki yemin edecekse Allah'a yemin etsin, yoksa bıraksın" (Selâmet Yollan A. Davudoğlu) derler.
İnsanlar Allah Teâla’ya yemin etmekle sözlerini kuvvetlendirip tevsik ederler. Antlaşma ve muahede yaptıklarında sağ ellerini tutarlar.
B) Şart ve Ceza: Cezayı öylesine şarta bağlamaktır ki, şart bulununca ceza da gelir. "Yarın sana gelmezsem kölem hür olsun" ifadesindeki gibi. Bu türlü yemin şer’i ıstılahla sabit olur. Bu türlü şart koşmalarda da kuvvetlendirme ve tevsik etme manaları vardır.
Muahede ve davalarda sözü te'kid ve tevsik etmek için yemin meşru görülmüştür. Kur'an da: "Allah sizi
yeminlerinizdeki lâğvdan dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin azm ettiği yeminler yüzünden sorumlu tutar (muaheze eder). - Mâide, a: 89) buyrulmuştur. Yemininden dönen günâh kazanmıştır ve keffâreti gerekir.
Hâlif: Yemin eden.
Half: Yemin etmek.
Tahlif: Davacı ile davalıya yemin vermek.
Yemin başlıca iki kısma ayrılır:
A) Kasem: Bu, üzerine yemin edilenin büyük olmasını gerekli kılar. Bu bakımdan Allah'tan başkası üzerine yemin edilmez. Hz. Peygamber bir sözlerinde: "Kim ki yemin edecekse Allah'a yemin etsin, yoksa bıraksın" (Selâmet Yollan A. Davudoğlu) derler.
İnsanlar Allah Teâla’ya yemin etmekle sözlerini kuvvetlendirip tevsik ederler. Antlaşma ve muahede yaptıklarında sağ ellerini tutarlar.
B) Şart ve Ceza: Cezayı öylesine şarta bağlamaktır ki, şart bulununca ceza da gelir. "Yarın sana gelmezsem kölem hür olsun" ifadesindeki gibi. Bu türlü yemin şer’i ıstılahla sabit olur. Bu türlü şart koşmalarda da kuvvetlendirme ve tevsik etme manaları vardır.
Muahede ve davalarda sözü te'kid ve tevsik etmek için yemin meşru görülmüştür. Kur'an da: "Allah sizi
yeminlerinizdeki lâğvdan dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin azm ettiği yeminler yüzünden sorumlu tutar (muaheze eder). - Mâide, a: 89) buyrulmuştur. Yemininden dönen günâh kazanmıştır ve keffâreti gerekir.
Hâlif: Yemin eden.
Half: Yemin etmek.
Tahlif: Davacı ile davalıya yemin vermek.
[13] İmam Ebû Yusuf a göre bu da yemindir.
Örfe itibar edilirse muhtar olan da budur.
[14] Dâr: Bir kaç binadan müteşekkil konak ve
köşk anlamındadır. Bunlara bitişik boş arazi ve bu binaların, üzerinde kurulu
bulunduğu arsalar da dara (eve) dâhildir.
[15] Arapçada isimlerin başına "el"
takısı gelirse o isimler marife (belirli) olurlar.
"el" yoksa o zaman belirsiz olurlar (Mütercim).
"el" yoksa o zaman belirsiz olurlar (Mütercim).
[16]. Görüldüğü üzere gerek yemin ve
gerekse nikâh ve boşanma konularının, olabilecek her şekli ile
ele alınışı belki can sıkıcı olabilir. Kanaatimce bu üç konunun her ihtimali
ile ele alınışının sebebi Hz. Peygamberin bu üç konuda şaka olamayacağı ve şakasının
da ciddî olduğunu ifade eden sözleridir. Efendimizin bu sözü, bu üç konuya bir
ciddiyet kazandırmış ve oyuncak durumundan kurtarmıştır. Bu üç konuda
dolambaçlı olan her yol kapanmıştır. Her şey açık ve ciddî olmalıdır
(Mütercim).
[17]. Haddin çoğulu hudud gelir. Lügatte; men etmek, engel olmak
demektir. İnsanları içeriye girmekten men ettiği için kapıcıya haddad denilir. Akarın hududu; başkalarına
karışmasına mâni olan engeller, mânialar anlamını taşır. Böylece gayrı menkulün
hududu onun sınırlarıdır.
Bir kısım cezalara hudûd adı verilir; bunlar zararlı ve fena hareketlerden insanları men ederler.
Hiç kimse kendisine ait hududun çiğnenerek yerine geçilmesine, hakkının başkaları tarafından çiğnenmesine razı olmaz. Milletler, hudutlarını korumak için olanca güçlerini seferber ederler ve bu uğurda da ölürler. Hatta komşu millet ordularının hudutlarına yaklaşmasından bile endişe duyar ve nota verirler. Allah Teâlâ da haramların, günahların, suçların hudutlarını tayin etmiş yine çeşitli şekil ve gayelerle bu suçları işleyenlere verilecek cezaların hududunu çizmiştir. Allah Teâlâ hudutların aşılarak yasak olan işlerin yapılmasına ve yasak bölgelere girilmesine asla razı değildir. Hudutlarını çiğneyenlere önceden çarptırılacakları cezaları da bildirmiştir.
Değil hududu aşıp gitmek, onlara yaklaşmada bile insanoğlu için tehlike vardır. Kur'an: "... Bu (hükümler) Allah’ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini böylece insanlara açıklar. Tâki korunsunlar" (Bakara, a: 187) buyurur.
Had, ayrıca bir suça verilecek cezanın en son sınırıdır. O sınırdan öteye fazla bir ceza vermek suça denk bir ceza olmadığından adaletsizliktir. Ceza; aynı suçun işleniş şekil ve gayelerine göre değişir. Bunun en fazlası Allah'ın tayin ettiği hududu aşamaz. Hafifletici sebeplerle bu huduttan aşağıya doğru iner ve suç kendine denk bir karşılıkla hükme bağlanır. Böylece suç-ceza ölçülerine riayet, hududa, sınırlara riayet olur. Hırsıza verilebilecek en büyük ceza elini kesmek olabilir. Oradan öteye geçilemez. Aşağıya doğru ise şekil ve niyete göre inilebilir.
Bir kısım cezalara hudûd adı verilir; bunlar zararlı ve fena hareketlerden insanları men ederler.
Hiç kimse kendisine ait hududun çiğnenerek yerine geçilmesine, hakkının başkaları tarafından çiğnenmesine razı olmaz. Milletler, hudutlarını korumak için olanca güçlerini seferber ederler ve bu uğurda da ölürler. Hatta komşu millet ordularının hudutlarına yaklaşmasından bile endişe duyar ve nota verirler. Allah Teâlâ da haramların, günahların, suçların hudutlarını tayin etmiş yine çeşitli şekil ve gayelerle bu suçları işleyenlere verilecek cezaların hududunu çizmiştir. Allah Teâlâ hudutların aşılarak yasak olan işlerin yapılmasına ve yasak bölgelere girilmesine asla razı değildir. Hudutlarını çiğneyenlere önceden çarptırılacakları cezaları da bildirmiştir.
Değil hududu aşıp gitmek, onlara yaklaşmada bile insanoğlu için tehlike vardır. Kur'an: "... Bu (hükümler) Allah’ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini böylece insanlara açıklar. Tâki korunsunlar" (Bakara, a: 187) buyurur.
Had, ayrıca bir suça verilecek cezanın en son sınırıdır. O sınırdan öteye fazla bir ceza vermek suça denk bir ceza olmadığından adaletsizliktir. Ceza; aynı suçun işleniş şekil ve gayelerine göre değişir. Bunun en fazlası Allah'ın tayin ettiği hududu aşamaz. Hafifletici sebeplerle bu huduttan aşağıya doğru iner ve suç kendine denk bir karşılıkla hükme bağlanır. Böylece suç-ceza ölçülerine riayet, hududa, sınırlara riayet olur. Hırsıza verilebilecek en büyük ceza elini kesmek olabilir. Oradan öteye geçilemez. Aşağıya doğru ise şekil ve niyete göre inilebilir.
Kuran: "...
Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Onları (çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın
sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir." (Bakara,
a: 229) buyurur. Diğer bir ayette de şöyle denilir:
"Bunlar Allah'ın hudududur. Kim Allah'ın
hududunu (çiğneyip) aşarsa muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsiniz,
olur ki Allah bunun arkasından bir iş peyda ediverir." (Talâk, a: 1)
Şu ayet te Allah'ın hudutlarını gözetenlerin, onları aşmayanların cennette
olacaklarını müjdeler: 'Tövbe
edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû' edenler, secde
edenler, (insanlara) iyiliği emr edenler ve(onları) kötülükten vaz geçirmeye çalışanlar
ve Allah’ın hudutlarını koruyanlar yok mu? İşte onlar da cennet ehlidirler.
Habîbim, sen o müminlere cenneti müjdele." (Tövbe, a: 112).
Hudutlara riayet ve onları aşmamak konusunda daha
pek çok ayetler vardır. Bu ayetler bize belirtilen esaslara uymamızı söylerler
ve cezaların son sınırlarının geçilmesine izin vermezler.
“Ve kendisini hatır ve hayalîne gelmeyecek bir yönden rızıklandırır. Kim
Allah'a güvenip dayanırsa O, ona yeter. Şüphesiz ki Allah, emrini yerine
getirendir. Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir." (Talâk, a: 3)
Suça denk olamayacak az bir ceza tam bir
ölçüsüzlüktür. Bu, zarara uğrayanları ve
vicdanları incinen halkı tatmin etmez. Onların suçlular aleyhine başka suçlar
işlemelerine sebep olur. Böylece işlenen suçların ve suçluların adedi çoğalıp
gider (Mütercim).
Hudûd-u
Şer'iyye : (Şer'i hadler) Muayyen
suçlara karşılık tatbik edilen şer'i cezalar. Allah hakları demektir ki hukuk
yönünden miktarları belli olan hadd-i sirkat, hadd-i sekr(sarhoşluk), hadd-i
hamr, hadd-i kazf (iftira), hadd-ı zina ve yol kesicilerin haddinden
ibarettir. Bu cezaların yerine getirilmesi cemiyetin menfaatidir.
Muhsan: Akıl-baliğ, hür, müslim ve iffetli olan erkek demektir. Bu vasıflara
sahip olan kadına da muhsana denilir. Bu vasıfları taşıyanlar
birbirleri ile sahih bir nikâhla evlenip cinsî temasta bulunmuş olurlarsa
sonradan işleyecekleri bir zinadan dolayı recm cezasına çarptırılırlar.
Recm: Lügâtte öldürmek, kovmak, terk etmek,
lanet etmek demektir. Atılan taşa da recm denilir, ıstılahta: Muhsan olup zina
eden erkek ile muhsana olup zina eden kadını kendine ait bir tarzda taşlayarak
öldürmektir.
Celd: Lügâtte, deri üzerine
vurmaktır. Her bir vuruşa celde denilir. Istılahta: Muhsan olmayan, fakat
mükellef olan zâni ile zâniyenin muayyen uzuvlarına kendine mahsus bir
şekilde kamçı veya değnekle vurmaktır.
İhsan: Şer'î cezaların yerine getirilebilmesi için hukuk yönünden bulunması
lâzım gelen bazı vasıfların bir şahısta toplanmasıdır.
İhsan-ı Recm: Bir kimse üzerinde akıl, bulûğ, hürriyet, islâm, sahih nikâh ile evlilik vasıflarının bulunması ve ailesinin de bu vasıfları üzerinde taşıması ve sonra da" cinsî münasebette bulunmuş olmaları demektir ki, muhsan kelimesi ile anlatılmıştı.
İhsan-ı Recm: Bir kimse üzerinde akıl, bulûğ, hürriyet, islâm, sahih nikâh ile evlilik vasıflarının bulunması ve ailesinin de bu vasıfları üzerinde taşıması ve sonra da" cinsî münasebette bulunmuş olmaları demektir ki, muhsan kelimesi ile anlatılmıştı.
[18]. Livata: Erkeğin erkekle
temasta bulunmasıdır.
[19]. Ta'zîr: Muayyen
ölçüsü olmayan bir cezadır. Hâkim kendi takdirine göre cezalandırır.
[20]. Kazf: Lügâtta
herhangi bir şeyi atmak demektir. Istılahta ise; "bir kimseye zina
isnat etmek"dir.
İftira: Gayrı meşru bir tecavüz ve saldırıdır. Namuslu insanlar bu
yüzden çok üzülür, manen sarsılır ve çok zarar görürler. Hatta iftira bir
ailenin yıkımına ve ortadan kalkmasına sebep olur. Bazan bununla da kalmaz, iş
karşılıklı aile gurupları arasında silâhlı çatışmaya kadar varır. İspatı
yapılamayan suçların söylenmemesi lâzımdır. Kuran, söylediklerini ispat
edemeyen iftiracıların ebediyen şahitliklerinin kabul edilmeyeceğini söyler ve
onları fasıklar olarak vasıflandırır, "Namuslu ve hür kadınlara (zina
isnadı ile) iftira atan, sonra (bu konuda) dört şahit getirmeyen kimselerin her
birine de seksen değnek vurun. Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin.
Onlar fasıkların ta kendileridir. Meğerki bu hareketten sonra tövbe ve rucû ve
hallerini islah edeler. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir."
(Nur, a: 4–5).
[21]. Lian için, Lian bahsine bak.
[22]. Müste'men; yabancı uyruklu olup, emannâme; bir nevi pasaport
alarak İslâm diyarına gelen kimsedir.
[23]. Sahih
olan görüşe göre bunlardan sarhoş olanlara had cezası verilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder