İÇİNDEKİLER
SİRKAT(HIRSIZLIK)
ELİN KESİLMESİNİ GEREKTİRİP
GEREKTİRMEYEN MALLAR
EL KESME ŞEKLİ
YOL KESİCİLERİN HÜKMÜ
SİYER / CİHAD
GEREKTİRMEYEN MALLAR
EL KESME ŞEKLİ
YOL KESİCİLERİN HÜKMÜ
SİYER / CİHAD
HARP ESNASINDA
YAPILMAMASI GEREKEN ŞEYLER
DÜŞMANLA SULH YAPMAK
EMAN
BİR ÜLKE ZORLA FETHEDİLDİĞİ
ZAMAN DEVLET REİSİNİN YAPABİLECEĞİ ŞEY
GANİMET VE TAKSİMİ
DÜŞMAN YURDUNA GİRİLDİĞİ ZAMAN DEVLET
REİSİNİN YAPACAĞI İŞ VE GANİMETLERİN TAKSİMİ
DÜŞMANIN ELİNE GEÇİRİP KENDİ
ÜLKESİNE GÖTÜRDÜĞÜ MALLARIMIZIN DURUMU
EMANNÂME (PASAPORT) ALIP
İSLÂM ÜLKESİNE GELEN HARBÎLERE
DEVLET REİSİNİN YAPACAĞI İŞ VE CİZYE KONULMASI
CİZYE İKİ KISIMDIR
ARAP ARAZİSİNİN HÜKMÜ VE HARAÇ
HARAÇ İKİ ÇEŞİTTİR
DİNDEN DÖNMEK VE DÖNENLERE AİT HÜKÜMLER
HAVARİÇ VE BAĞÎLER
GAYRİ MÜSLİMİN MÜSLÜMAN OLMASI
KERÂHHİYYET (MEKRUH OLAN VE OLMAYAN İŞLER)
AVRET YERLERİNE BAKMA VE DOKUNMA
GİYİM VE ZİYNETTE ERKEKLERE
VE KADINLARA HELÂL OLUP OLMAYANLAR
İHTİKÂR
ÇEŞİTLİ MESELELER
MÜSLÜMANIN EDEBİ
MÜSABAKA VE ATIŞLAR
KAZANÇ
KAZANCIN DERECELERİ
YEMEK VE ÇEŞİTLERİ
YEMEK YERKEN ŞUNLARA UYMAK SÜNNETTİR
GİYİM VE KISIMLARI
SÖZ
**
SİRKAT(HIRSIZLIK) [24
250 - Hırsızlık; nisap miktarında olan veya kıymeti nisap miktarında bulunan başkasının
mülkündeki korunmuş bir malın, akil ve baliğ olan birisi tarafından kendisinin
o malda bir mülkiyet şüphesi dahi bulunmadan gizlilik üzere alınmasıdır.
251 - Hırsızlık için nisap
miktarı; bir dinar veya halis gümüşten basılmış on dirhemdir.
252 - Hırz (yani bir malın korunmasını sağlayan yer) iki türlü
meydana
gelir:
a. Malın mekânla
korunmuş olması; evler, odalar ve dükkânlar gibi.
b. Bekçi vasıtası
ile olur.
253 - Mekân itibarı ile hırz
olan yerde bekçiye itibar edilmez.
254 - Geceleyin hamamdan mal
çalan el kesme cezasına çarptırılır. Fakat gündüzleyin, sahibi orada bulunsa
dahi, hamamdan mal çalana el kesme cezası verilemez.
255 - Mescit ve boş araziler
ancak bekçi vasıtası ile hırz (malın korunmasına mahsus yer) olur.
256 - Çuval ve çadırlar ev hükmündedir. Şu kadar ki, yanlarında
koruyucuları olmadıkça bunların kendilerini çalanın eli kesilmez. Bundan
dolayı da diyorlar ki, kefen soyana el kesme cezası verilmez.
257 - Hırsızlık suçu, iftiranın sabit olduğu gibi (çalanın bir defa ikrar etmesi yahut iki erkek şahidin şahadeti ile) sabit olur.
257 - Hırsızlık suçu, iftiranın sabit olduğu gibi (çalanın bir defa ikrar etmesi yahut iki erkek şahidin şahadeti ile) sabit olur.
258 - Hâkim hırsızlığa
şahitlik
yapanlara;
a) Hırsızlığın nasıl yapıldığını,
b) Ne zaman yapıldığını,
c) Hırsızlığın yapıldığı mekânı,
d) Çalınan şeyin mahiyetini sorar.
259 - Malı çalınan kimsenin,
hırsızın ikrarı, şahitlerin şahadeti ve el kesilmesi esnasında orada bulunması
lâzımdır.
260 - Bir topluluk, malın korunduğu mahalle girip onlardan biri
çalınan malı üzerine alsa ayrı ayrı hepsine nisap miktarı mal düştüğü zaman
hepsine de el kesme cezası verilir.
261 - Duvarı delip elini
içeriye sokarak mal çalanın eli kesilmediği gibi, hırsızlardan biri içeriye
girip malı dışarıdakine verirse yine el kesme cezası verilmez. Eğer hırsız
malı yola atıp sonra onu alırsa el kesme cezasına çarptırılır. Eğer malı eşeğe
yükler ve sonra da önüne katıp götürürse yine el kesme cezasını alır [25].
262 - Sarrafın sandığına veya başkasının cebine elini sokup
çalana el kesme cezası verilir.
Elin Kesilmesini Gerektirip
Gerektirmeyen
Mallar
263 - İslâm memleketinde kıymetsiz görülen, odun, balık, av hayvanı,
kuş, alçı, zernik ve bunlara benzer şeylerin çalınmasından dolayı el kesme
cezası verilmez.
264 - Meyveler, sebzeler, et, süt gibi çabuk bozulan malların
çalınması el kesme cezasını gerektirmez.
265 - El kesme cezasının verilebilmesi için, çalınan malda,
hırsızı onun alınmasının mubah olabileceği kanaat ve yorumuna götüren bir durum
olmamalıdır. Neşe veren içkileri, oyun âletlerini, tavla ve satranç takımlarını
ve altından yapılmış putu çalmak gibi.(Bunları çalanlara el kesme cezası
verilemez). Bunlar gibi, altın yaldızlı mushafı ve kendisinde mücevher bulunan
hür bir çocuğu, köleyi, hasat edilmeden önce ekini, ağaç üzerindeki meyveleri,
ilmî kitapları çalmak sebebi ile de el kesme cezası verilemez.
266 - Hint çınarı, kana [26], abanoz, sandal ve öd ağaçlarını,
yakut, zebercet, kıymetli yüzük taşlarını ve ağaçtan yapılmış kapları çalanlar
el kesme cezasına çarptırılırlar.
267 - Emniyeti istismar ederek mal çalan hainin, kefen
soyanların, bir malı sahibinin gözleri önünde alıp kaçan (muhteris)’ın, şehirde
veya köyde bulunan bir malı zorla ve alenen alan (müntehib)’in eli kesilmez.
268 - Bir kimse kendisine mahrem olanların veya efendisinin,
efendisinin karısının, mevlâsı olan kadının kocasının, kendi ailesinin,
mükâtebinin malını çalarsa el kesme cezasını giymez.
269 - Devlet hazinesinden veya ganimetlerden yahut ortağı bulunduğu
maldan çalanlara da el kesme cezası verilmez.
El Kesme
Şekli
270 - Hırsızın (ilk hırsızlığında) sağ eli bilekten kesilir ve
(kan zayi olmaması için) ilâçla tedavi edilir.
271 - Hırsız ikinci defa
hırsızlık yaparsa (mafsalından) sol ayağı kesilir. Üçüncü hırsızlıkta artık
uzuv kesme yönüne gidilmez. Tövbe edinceye kadar hapsedilir.
272 - Hırsızın sol eli kesilmiş veya çolak yahut sol elin
başparmağı veya başparmaktan başka iki, bir rivayette de üç parmağı kesilmiş
olsa yahut sağ ayağı kesilmiş bulunsa veya sağ ayağına basamasa yahut yürümesine
mâni olacak derecede topal olsa, ne sağ eli ve ne de sol ayağı kesilir.
273 - Hırsız çaldığı eşyayı satın alır veya kendisine hediye
edilir yahut onda bir hak iddia ederse el kesme cezası verilmez.
274 - Hırsızın eli kesildiğinde çaldığı mal yanında ise sahibine
geri verir. Harcamışsa artık onu ödemez.
275 - Hırsızın yapmış olduğu bir hırsızlıktan dolayı eli kesilir
ve sonra, önceden çalmış bulunduğu malı onda hiçbir değişiklik olmadan tekrar
çalarsa artık eli kesilmez. Fakat hâli değişmişse meselâ ipliği tekrar çalar
iken bez yapılmışsa el kesilir.
YOL KESİCİLERİN HÜKMÜ [27]
276 - Bir topluluk veya bir şahıs yol kesmeğe çıkar ve bu işi
yapmadan önce yakalanırlarsa tövbe edinceye kadar hâkim tarafından hapis
olunurlar.
277 - Yol kesenler bir Müslüman veya bir zimmînin malını alırlar
ve bu mal bölününce her birine hırsızlık nisabı kadar hisse düşerse çaprazvari
(sağ) el ve (sol) ayakları kesilir.
278 - Yol kesenler; insan öldürmüşler ve mal da alamamışlarsa öldürülürler.
Bu hususta ölenlerin velilerinin affına iltifat edilmez.
279 - Yolcuların hem mallarını almak, hem de kendilerini öldürmek
sureti ile yol kesicilik yapanların; önce çaprazvari el ve ayakları kesilir,
sonra öldürülür ve asılırlar. Hâkim isterse el ve ayaklarını kesmeden öldürür.
Veyahut da el ve ayaklarını kesmeden asmak sureti ile idama mahkûm eder.
280 - Yol kesici, diri olarak asılınca; ölünceye kadar sol
memesi altı yarılır. Üç günden fazla da asılı bırakılmaz.
281 - Yol kesicilerden
yalnız biri öldürme işine mübaşeret etmişse had (ceza) hepsine verilir.
282 - Yol kesenler arasında çocuk, mecnun veya yolu kesilenlere
mahrem olan birisi varsa; öldürme hakkı velilerin olur. (Yani had düşer,
ölenin velisi af edince veya sulh olunca da kısas düşer).
283 – SİYER / (CİHAD [28]
1) Umumî seferberlik halinde cihada iştirak etmek farz-ı
ayndır. Kısmî seferberlikte ise farz-ı kifâyedir.
2) Kâfirler ile savaşmak; akil, sıhhatli, hür ve güçlü olan
her erkeğe farzdır. Saldırdığında düşmanı ülkeden çıkartmak bütün insanlara
farz olur. Bu durumda kadınlar ve köleler koca ve efendilerinin izni olmaksızın
harbe çıkarlar.
284 – Müslümanların yiyecek ve harp malzemelerinin tedariki
gayesiyle ihtiyaçları olduğu zaman gazada bulunmak için ücret alıp ücret
vermelerinde bir beis yoktur.
285 - İslâm orduları düşmanı
bir şehir veya bir kalede muhasaraya aldıkları zaman onları önce İslama davet
ederler. Müslüman olurlarsa onlarla savaşmaktan vaz geçerler. Müslüman olmayı
kabul etmediklerinde; şartları tutuyorsa cizye vermeğe çağırırlar.
Kendilerine, cizyenin miktarı ve ödenme zamanları da açıklanır. Cizye vermeyi
kabul ederlerse Müslümanların lehine ve aleyhine olan hükümler onların da
lehine ve aleyhine olarak işlemeye başlar.
286 - Bir memleket halkına
İslama davet emri ulaşmamışsa (savaşa tutuşmadan önce) onları İslâm dinine
davet etmek vacip olur. Eğer daha önceden ulaşmışsa yeniden davet etmek iyi bir
hareket olur [29].
287 - Düşman İslâm dinine
girmek veya cizye vermek şıklarından hiçbirini kabul etmeyince Allah’tan onlara
karşı yardım istenerek harbe tutuşulur. Onlara karşı mancınık kullanılır.
Ekinleri ve ağaçları yok edilebilir, (mal ve mülkleri) yakılır.
288 - Düşman kendi elinde bulunan Müslümanları kendisine kalkan
gibi kullanırsa mücahitler, onların arkasındaki düşmanı kastederek atış
yaparlar.
289 - Harp Esnasında
Yapılmaması Gereken Şeyler
a) Müslümanlar antlaşmalarını bozmamalıdırlar,
b) Hıyanetten uzak durmaları ve ganimetten aşırmamaları gerekir,
c) Başkalarına ibret olsun diye kimseye işkence
edilmemelidir,
d) Mecnun, kadın, çocuk, kör, kötürüm, sağ eli kesik ve çok
yaşlı kimseler öldürülmezler. Ancak bunlardan biri devlet reisi olur veya savaş
etmeğe iktidarı bulunur yahut savaşa teşvik eder veya savaş hakkında görüşü
olan kimse olur, malı ile savaşı destekleyenler bulunur veyahut da hile yapan
bir yaşlı olursa bunlar da fiilî olarak savaşa katılanlar hükmünde olur.
Düşmanla Sulh Yapmak
290 - Müslümanlar kuvvetli
oldukları zaman, düşmanla sulh yapmaları gerekmez. Fakat Müslümanların zayıfsa
düşmanla sulh yapmalarında bir mahzur yoktur.
291 - Düşmanla antlaşma
yapıldıktan sonra savaşa devam etmenin daha uygun olduğu görülürse, antlaşma
bozularak karşı tarafın devlet başkanına durum bildirilir.
292 - Sulh antlaşmasından
sonra düşman hıyanete başlar ve devlet başkanları da bu durumu biliyorsa
antlaşmanın bozulduğu bildirilmeden savaşa karar verilir.
293 - Mal ve diğer şeyler karşılığında düşmanla sulh olmak
caizdir.
294 – Düşmanı kuşatmadan önce düşmandan alınan mallar cizye,
sonra alınanlar ise ganimet hükmündedir.
295 - Zaruret halinde düşmana mal vererek sulh olmak caizdir.
296 - Dinden dönenler bir şehre galip gelirler ve zimmîler ahdi
bozarlarsa mütareke içinde yaşayan müşrikler hükmünde olurlar.
297 - Barıştan önce olsun sonra olsun düşmana silâh ve savaşta
iş gören hayvanları satmak ve düşmanı donatmak mekruhtur.
Eman [30].
298 - Bir erkek veya bir
kadının, toptan şehir halkına yahut bir topluluğa veya tek bir gayri Müslime
eman vermesi sahihtir. Eman vermekte bir zarar varsa eman veren kimse devlet
başkanı tarafından cezalandırılır ve verilen eman da kaldırılıp sahiplerine
bildirilir.
299 -Zimmînin, esirin, düşman
içerisinde kalan tüccarın, düşman safındayken İslâmı kabul edip, henüz onlar
arasında bulunan müslümanın ve harbe katılmasına izin verilmeyen kölenin
verdikleri eman geçerli değildir. Murahıkın (akil baliğ olmamış) da eman
vermeğe hakkı yoktur.
Bir Ülke Zorla Fethedildiği
Zaman Devlet Reisinin Yapabileceği Şey
300 - İslâm ordusu bir ülkeyi zor kullanarak fethettiği zaman
devlet reisi serbesttir;
1) İsterse o ülkeyi ganimet sahipleri arasında taksim eder,
2) İsterse de ahalisine bırakıp kendilerine cizye ve
arazilerine de haraç vergisi koyar,
3) Aldığı esirleri de dilerse öldürür, dilerse köleleştirir
veya onları Müslümanların zimmetinde olmak üzere hür ve serbest bırakır.
4) İhtiyaç olmadıkça düşman esirlerini fidye karşılığında
veya Müslüman esirler karşılığında geri vermez (SM. [31].
5) Ordular geri dönerken yanlarında hayvan bulunur ve onları
da beraberlerinde getiremezlerse keserler ve sonra da yakarlar. Silâhlar (ve
diğer mallar) da aynı şekilde yakılıp imha edilir.
GANİMET VE
TAKSİMİ [32]
301 - Elde edilen ganimetler
(İslâm memleketine taşınmadan) düşman yurdunda iken taksim edilemezler (S).
302 - Ganimetlerin taksim edilmeden önce satılması caiz
değildir.
303 - Ganimet ehlinden olan savaşçı düşman yurdunda (dâr-ı
harpte) ölürse ganimetten hisse alamaz. Ganimet, İslâm ülkesine çıkarıldıktan
sonra ölen savaşçıların hissesi mirasçılarına kalır.
304 - Harpte, geri hizmetlerde çalışanlar ile önde vuruşanlar
ganimetten eşit hisse alırlar. Orduya, düşman yurdunda iken sonradan katılanlar
da öncekilere ortak olurlar.
Ticaretle meşgul olan kişilere, savaşa
katılmadıkça, ganimetten hisse verilmez.
305 - Devlet reisinin ganimetleri taşımak için elinde vasıtaları
yoksa onları İslâm ülkesine çıkarmaları için mücahitlere emanet olarak verir.
Ganimetler yurda getirildikten sonra da taksim edilir.
306 - Asker, ihtiyaç olduğu zaman düşman ülkesindeki otlukları
hayvanlarına otlatır. Gıda maddelerini yiyebilir, yağlardan faydalanır. Ele
geçirdiği silâhlarla savaş yapar ve hayvanlara biner. Elde ettiği elbiseleri
giyer. Ülkelerine döndükleri zaman ise bunların hiç birini yapamazlar.
Ganimetler taksim edilmeden önce yanlarında bulunan fazla şeylerini de geri
verirler. Taksimden sonra ise o eşyaları sadaka olarak verirler.
Düşman Yurduna Girildiği Zaman Devlet
Reisinin Yapacağı İş ve Ganimetlerin Taksimi
307 - Düşman ülkesine girildiğinde devlet reisi veya onun vekili
süvari ile yaya olanları bilebilmesi için orduyu karşılayıp teftiş etmesi
gerekir.
308 - Düşman ülkesine girildikten sonra atı ölen asker,
ganimetlerden süvari hissesi alır. Ama atını satar, başkasına bağışlar, rehin
olarak verir veya atı harbe gücü yetmeyecek kadar küçük, yaşlı yahut hasta
olursa ganimetlerden piyade hissesi alır. Hududu piyade olarak geçip sonra bir
at satın alan da, piyade hissesi alır.
309 - Ganimetler beşe ayrılır. Beşte dördü (4/5) harbe
katılanlarındır.
310 -1) Piyadeler bir hisse, süvariler ise iki (SM) hisse
alırlar. Yük develeri ve katırlar için ganimetten hisse ayrılmaz. Hisse sadece
tek at için ayrılır (S).
2) Köleler, küçükler, mükâteb köleler harbe katıldıklarında
paylaşımda daha az alırlar. Yaralıları tedavi eden kadınlar, Müslümanlara
yardım eden veya düşmanın eksik taraflarını ve yolları gösteren zimmîler de
normal hissenin altında pay alırlar.
311 - Ganimetlerin geriye
kalan beşte biri (1/5) de; yetimlere, fakirlere ve yolculara olmak üzere üçe
taksim edilir. Beni Haşim ile Beni Muttalibin fakirleri, yetimleri, yolda
kalmışları diğerlerinden öne alınır.
312 - Kendilerinde kuvvet ve
üstünlük bulunan bir topluluk, düşman yurduna girer ve oradan ganimet elde
ederlerse bu da beşe taksim olunur. Fakat kuvveti bulunmayan bir toplumun
aldığı şey beşe taksim edilmez.
313–1) Ganimetler yurda çıkarılmadan ve daha henüz harp bitmeden,
savaşçılara teşvik babında ganimet için söz vermek caizdir. Bu durumda devlet
reisi askerlere: "Kim ki bir düşman öldürürse, ölenin üzerinden
çıkan malı kendisinin olacaktır." Yahut "Bir mala rastlayan
onun dörtte birine sahip olacaktır" der.
2) Ganimetler yurda
sokulduktan sonra fazla mal va'di ancak beşte bir üzerinden yapılır.
314 - Öldürülen düşmanın
selebi; ölen düşmanın silâhı,
atı, âletleri, üzerinde bulunan şeyler, şahsî eşyalarından ve mallarından
yanında bulunan şeyleridir. Bu eşyalar öldürene söz verilmediği zaman genel
ganimete dâhil olurlar.
Düşmanın Eline Geçirip Kendi
Ülkesine Götürdüğü Mallarımızın Durumu
315 - Düşman, mallarımızı
elde edip kendi ülkesine götürürse o mallar onundur.
316 - Eğer, bundan sonra
düşmana üstün gelirsek ganimetlerin taksiminden önce kim ki malını bulursa, hiç
bir karşılık ödemeden malını alır. Ganimetler taksim edildikten sonra malını
bulan isterse kıymeti karşılığında onu satın alır.
317 - Bu malı düşman
ülkesine giren bir tüccar satın alırsa; sahibi, isterse onu alış ücreti
karşılığında geri alır. İsterse de hakkından vaz geçer. Fakat tüccara hibe
edilmişse kıymetini ödeyerek alması gerekir.
318 - Düşman devletlerden biri diğerini
mağlup ederek malını alırsa ona sahip olur. Fakat Müslümanlara ait mükâteb,
müdebber, ümmü'l-veled ve hür insanları esir alırlarsa bunlara sahip olamazlar.
Eğer bir köle onlara kaçarsa ona da sahip olamazlar (SM).
319 -Düşmanların köleleri, Müslümanların ülkesine
müslüman olarak gelirlerse hür olurlar. Düşmanı mağlup ettiğimizde müslüman
olmuşlarsa durum aynıdır.
320 - Müste'menin müslüman bir köle satın alıp onu dâr-ı harbe
götürmesi ile köle hür olur (SM).
321 - Bir müslüman, emannâme
olarak dâr-ı harbe giderse onların mal ve canlarına tecavüz edemez. Oradan bir
şey alıp çıkarsa onu da fakirlere sadaka olarak verir.
Emannâme (pasaport) alıp
İslâm Ülkesine Gelen Harbîlere
Devlet Reisinin Yapacağı İş ve Cizye
Konulması
322 -Harbi[33], emannâme olarak İslâm ülkesine
gelince devlet başkanı ona, bir sene kalacaksa cizye vergisi koyacağını
bildirir. Eğer İslâm ülkesinde bir sene kalırsa zimmî olur. Bu durumda dâr-ı
harbe dönmesine müsaade edilmez. Devlet başkanı (cizye koymak için) bir
seneden az bir vakit tayin eder ve müste'men (emannâme alan) de o kadar müddet
ikamet ederse yine zimmî (azınlıklardan biri) olur. Haraç arazisini satın alıp
haracını ödeyince de durum yine aynı olur.
323 - Yabancı uyruklu müslüman olmayan kadın (Harbiye) zimmî ile
evlenince, o da zimmî olur. Fakat harbî olan bir kimse, zimmî olan bir kadınla
evlenirse zimmî olmaz.
324 - Cizye İki Kısımdır
1) Karşılıklı rıza ile konulan cizyedir ki, kararlaştırılan
miktarın ötesine geçemez.
2) Düşmanın yenilişinden sonra kendi mülk ve toprakları
üzerinde bırakıldıklarında devlet başkanı tarafından konulan cizyedir. Bu durumda
zenginliği meydanda olana, her sene için 48 dirhem, orta halliye 24 dirhem,
fakir olana da 12 dirhem cizye vergisi konulur. Bu cizye senenin başında
tahakkuk eder ve her ay bir aya düşen miktarda taksitle alınır.
325- Cizye vergisi ehl-i
kitap (Yahudi ve Hıristiyan dinine mensup olan) a, Mecusîlere, Arap olmayan
putperestlere konulur. Arap putperestlerine ve İslâm dininden dönen
(mürtet)lere bu vergi konulmaz [34].
326 - Çocuklardan, kadınlardan, mecnun, köle, mükâteb köle, yatalak,
kör, kötürüm ve çok yaşlı olanlardan, inzivaya çekilmiş rahiplerden ve
çalışmaya gücü olmayan fakirlerden cizye alınmaz.
327 - Cizye, zımnimin ölümü veya İslâmiyeti kabul etmesi ile düşer.
328 - İki senenin cizyesi toplanınca bir tekinin verilmesi
gerekir. (SM).
329 - Cizyenin zillet vasfı ile alınması gerekirse: "Ey
Allah düşmanı cizyeyi ver"
denilir.
330 - Zimmîler, dâr-ı harbe katılmadıkları yahut bir bölgede üstünlük
elde edip bizimle savaşmadıkları sürece onlarla yapılan antlaşma bozulmaz.
Antlaşmaları bozulan zimmîlerin hükmü, dinden dönenlerin hükmü gibi olur. Şu
kadar var ki onlara karşı zafer elde edersek köleleştiririz ve onları İslama
girmeleri için zorlamayız.
331 - Cizye ehli, giyim ve
bineklerinde Müslümanlardan ayırt edilecekleri gibi davranırlar. Gerekmedikçe
ata binemezler. Silâh kuşanamazlar.
332 -Zimmet ehli, İslâm ülkesinde Kilise ve Havra
inşa edemezler. Ancak yıkıldığı zaman eskilerini tamir ederler.
333 - Tağlib kabilesi Hıristiyanlarından,
Müslümanların verdiği zekâtın bir katı fazla cizye alınır. Onların
kadınlarından da cizye alınır. Tağlib kabilesinden öşür de bir kat fazla
alınır. Cizye ve haraç hususunda bunların mevlâları Kureyş mevlâları gibidir.
334 - Cizye ve haraç vergileri, Tağlib kabilesinden ve ahalisi
çıkartılan arazilerden elde edilen gelirler ve harb ehlinin devlet reisine
verdiği hediyeler Müslümanların işlerine sarf edilir; Muharipleri, onların çocuk
ve ailelerini doyurmak, açık mevzileri, gedikleri kapatmak, köprüler yapmak,
hâkimlerin, müderrislerin, âlimlerin, müftülerin ve zekât memurlarının yetecek
kadar maaşlarını vermek bu işler arasındadır.
335 - Arap arazisi öşür arazisidir. O da; Uzeybden Yemen'de bulunan
Mehredeki hacerin en nihayetine kadar devam eden yerler ile orada Şam beldesi
hududuna kadar uzanan yerlerdir. Sevad, haraç arazisidir. Sevad; Uzeybden
Akabe-i hulvana ve Alsden yahut Sa'lebiyyeden Abbadan’a kadar olan yerdir.
Sevad arazisi, oradaki ahaliye mülk olarak bırakılmıştır ve orada tasarrufta
bulunmaları caizdir.
336 – Üzerinde yaşayan halkı
Müslüman olan her arazi yahut zorla fethedilip, savaşçılar (mücahitler)
arasında paylaştırılan bir yer öşür arazisi olur.
337 - Zorla fethedilip halkına bırakılan veya halkı ile antlaşma
yapılan her arazi haraç arazisi olur. Allah’ın şeref verdiği Mekke bu hükmün
dışında kalır.
338 - Bir kimse, bir yeri ihya ederse o yerin bulunduğu mevkie
(orasının Haraç ve Öşür arazilerinden birine olan yakınlığına) itibar edilir
(M).
339 - Aynı araziden hem öşür ve hem de haraç alınamaz.
340 - Her mahsul alınışında haraç vergisi tahakkuk etmez. Fakat
öşür her mahsul için yeniden tahakkuk eder.
341 - Arazi su baskınına
uğrar veya su kesilirse yahut ekine bir afet gelirse haraç vergisi alınmaz. Fakat
sahibi araziyi muattal bırakır; işletmezse haracını vermesi üzerine borç olur.
342 - Haraç İki Çeşittir
1) Harac-ı mukâseme: Ki - öşür gibi mahsulata bağlı olur [35].
2) Harac-ı vazife: Ki, bu Hz. Ömer (R.A) in koyduğu ölçülerden
daha fazla olamaz. Bu da; su ulaşan her dönüm araziden bir sağ [36] (2920 gr.) mahsul ile bir dirhem
paradır. Yoncanın her dönümü için beş dirhem, ağaçları birbirine bitişik hurma
ve üzüm bahçelerinden on dirhem para,
343 - Hz. Ömer zamanında haraç mikdarı belli edilmeyen şeylerin
haracı tâkata göredir. Takatin en sonu da mahsulün yarısına kadardır.
Konulan vergi yarıyı aşamaz. Acizlik hâlinde
ise yarıdan aşağıya iner.
344 - Bir Müslüman, haraç arazisini satın alır veya Zımmî
Müslüman olursa o yerden yine de haraç vergisi alınır.
DİNDEN
DÖNMEK VE DÖNENLERE AİT HÜKÜMLER
345 - Bir Müslüman erkek -Allah korusun- dinden dönerse hapsedilir
ve kendisine İslâm arz edilir, şüpheleri varsa giderilir. Bundan sonra
Müslüman olursa olur, yoksa öldürülür.
346 - Mürted (dinden dönen) e İslâm
arz olunmadan önce onu birisi öldürürse bir şey lâzım gelmez.
347 - Mürtedin yeniden Müslüman olması iki kere şehâdet getirmesi
ve İslâm dininden başka bütün dinlerden yahut girdiği dinden uzak olması ile
olur.
348 - Dinden dönenin, malları üzerindeki mülkiyeti mevkuf olarak sona erer (SM). Eğer
Müslümanlığa dönerse malları da yeniden mülkiyeti altına girer.
349 - Mürted, ölür yahut öldürülür veya dâr-ı harbe katılır ve
katıldığına da hüküm verilirse müdebber kölesi ve ümmıü'l-veledi azâd olur.
Üzerindeki borçları da acelelik kazanır. Bu durumda Müslüman iken kazandıkları,
Müslüman olan varislerine intikal eder. Dinden döndükten sonra kazandıkları
ganimet olur (SM).
350 - Mürtedin dinden dönmeden önce edindiği borçlan Müslüman
iken kazandıklarından, irtidat (dinden dönme) halinde edindiği borçları da
zamanında kazandığı mallardan ödenir (SM).
351 - Mürted, Müslüman
olarak geri dönerse mallarından mirasçılarının elinde bulduğunu alır.
352 - Temyiz kabiliyetindeki çocuğun Müslüman olması da (Z) dinden
dönmesi de sahihtir (SZ). Böyle bir çocuk dinden dönünce Müslüman olması için
zor kullanılır, fakat öldürülmez.
353 – Mürtedde (dinden dönen kadın) öldürülmez, fakat hapsolur
ve Müslümanlığa dönünceye kadar her gün dövülür. Bu kadını bir kimse öldürürse
bir şey ödemesi gerekmez, fakat ta'zîr cezasını alır.
354 - Dinden dönen kadının malları üzerindeki tasarrufu caizdir.
Dâr-ı harbe katılır yahut ölürse kazancı mirasçılarının olur.
Gayri Müslimin Müslüman Olması
355 - Bir gayri Müslim, cemaatle namaz kılar veya bir camide
ezan okur yahut cemaatle kılınan namazın hak olduğuna inandığını söylerse
Müslüman olur.
HAVARİÇ VE BAĞÎLER [37]
356 - Müslümanlardan bir topluluk, devlet reisine itaatten
çıkar ve bir beldeyi zorla ele geçirirlerse önce topluluk, kurallara uymaya
davet edilirler ve şüpheleri de bertaraf edilir.
357 - Bâğîlere karşı silâh ilk önce devlet tarafından
kullanılmaz. Fakat bunu onlar başlatırsa hepsi dağıtılıncaya kadar onlarla harb
edilir, isyancılar yeniden toplanır ve ordu hazırlığına girişirlerse, bu
sefer-savaşa devlet tarafından başlanır.
358 - İsyancılarla savaşılırken (kaçıp katılacakları) bir
toplulukları varsa yaralı olanları öldürülür ve kaçanları da takibe alınır.
359 - İsyancıların zurriyyeti (çocukları ve aileleri) esir
alınarak köleleştirilemez, mallarına da ganimet olarak el konulamaz. Ancak tövbe
edinceye kadar mallarına el konulur ve tövbe ederlerse malları kendilerine
geri verilir. İhtiyaç duyulduğunda onlara ait silâh ve harp için kullanılan
hayvanlar ile savaş yapılabilir.
360 - Adalet sahibi (yani isyancılardan olmayan) bir kimse
bâğîyi öldürürse (akrabası ise) ona mirasçı olur. Bâğî de adalet ehlinden
birini öldürür ve kendisinin hak üzere olduğunu iddia ederse âdil olana mirasçı
olur (S). Fakat kendisinin haksız olduğunu söylerse mirasçı olamaz.
MEKRUH OLAN VE OLMIYAN İŞLER [38]
(KERÂHHİYYET)
361 -İmam Muhammed'e göre mekruh olan şeyleri
işlemek haramdır. İmam Azam ile Ebû Yusuf’a göre ise harama yakındır.
Avret Yerlerine Bakma ve Dokunma
362 – Başkasının avret yerlerine bakmak haramdır. Ancak
zaruret hâlinde; doktorun, sünnetçinin, kadınları sünnet eden kadın sünnetçinin
ve ebenin bakması bu hükmün dışındadır. Avret bahsi namaz bölümünde anlatılmıştır.
363 - Bir erkek diğer erkeğin avret yerlerinden başka bütün bedenine
bakabilir.
364 - Bir kadın, erkeklerin birbirlerinin bakabildikleri
yerlerine kadar, diğer kadının ve erkeğin yerlerine bakabilir.
365 - Bir erkek, karısının ve kendisine helâl olan cariyesinin
bütün vücuduna bakabilir.
366 - Bir erkek, kendisine mahrem olan kadınların ve başkalarına
ait cariyelerin yüzlerine, başlarına, göğüslerine, dizlere kadar bacaklarına,
omuzlara kadar kollarına ve saçlarına bakabilir. Şehvetten emin olduğu zaman
bakmasında bir mahzur olmayan yerlere, dokunmasında da bir mahzur olmaz.
367 - Hür ve namahrem kadınların şehvete gelmekten korkulmadığında
ancak yüz ve el içlerine bakılır. Şehvete gelmek korkusu varsa onlara da bakmak
caiz olmaz. Ancak hâkimlerin ve şahitlerin bakması caizdir. Bir erkeğin,
şehvetinden emin olsa bile namahrem kadınların ellerini tutması ve yüzlerine
dokunması caiz olmaz [39].
Köle, hanımefendisi (mevlâsı) olan kadına göre
yabancı bir erkek gibidir.
368 - Hadım veya tenasül uzvu kesik olan bir erkek (kadınlara
bakmak hususunda) sağlam erkek gibidir.
369 - Bir erkeğin diğer bir erkeğin ağzından veya diğer bir
yerinden öpmesi yahut boynuna sarılması mekruhtur [40]Musafaha (tokalaşma)
yapmakta, âlimin ve âdil bir devlet başkanının elini öpmekte bir mahzur yoktur [41].
370 - Giyim
ve Ziynette Erkeklere
Ve Kadınlara
Helâl Olup Olmayanlar
1) Kadınların ipek elbise giyinmesi helâl, erkeklerin
giyinmesi ise haramdır. Ancak erkekler bir işaret olarak dört parmak kadar bir
parçayı kullanabilirler.
2) İpekten yastık (SM) ve yatak yapmakta bir mahzur yoktur.
3) Uzatma iplikleri ipek ve dokuma iplikleri pamuk veya
yünden olursa böyle bir kumaştan elbise giyinmekte bir sakınca yoktur.
371 - Kadınların altın ve
gümüş ziynetler takınması helâldir. Erkeklere ise haramdır. Ancak erkeklerin
gümüş yüzük ve kemer takmaları, gümüşten kılıçlarına süs koymaları, altından
veya gümüşten elbiseye yazı koymaları, dikiş atmaları [42] ve dişlerini gümüşle bağlamaları,
helâldir [43].
Çocuğun altın ziynetler takınması ve ipek
giyinmesi ise mekruhtur.
372 - Altın ve gümüş kapların kullanımı caiz değildir. Bu konuda
erkeklerle kadınlar arasında bir fark yoktur. Akîk taşından, billurdan, camdan,
kalaydan yapılmış kaplar kullanmak ise helâldir.
Gümüş yerinden sakmıldığında, gümüşle yaldızlanmış bir kaptan su
içmek ve gümüş yaldızlı divana oturmak caizdir (S).
İHTİKÂR [44
373 - Halkına
zararı dokunan bir bölgede insan ve hayvanların gıda maddelerinde ihtikâr
yapmak mekruhtur.
374 - Bir kimsenin, kendi çıkardığı mahsulü ve uzak bir yerden
getirdiği malları depo etmesi ihtikâr olmaz [45].
375 - Muhtekirin durumu
hâkime arz edildiği zaman hâkim ona, kendisinin ve ailesinin azığından
fazlasını satışa arz etmesini emreder. Eğer satmaya yanaşmazsa hakim onun adına
malları satışa arz eder.
376 - Devlet reisi insanlara karşı fiyatları sınırlamaz. Ancak
yiyecek maddelerini satanlar kıymet takdirinde aşırı giderler, haddi tecavüz
ederlerse devlet bu konuda fikir sahibi olanlarla istişarede bulunup fiyatları
sınırlayabilir.
377 - Şarap yapacağı bilinen bir kimseye şıra satmak ta bir
mahzur yoktur.
378 - Gayri Müslime ait şarabı taşıyan hamalın ücret alması
helâldir (SM).
379 - Kuru hayvan gübresini satmak caizdir.
380 - Mekke'deki evlerin binasını satmak caizdir. Fakat
arazisini satmak mekruh olur (SM).
381 – Alışverişte fâsık olan
bir kimsenin de sözü kabul edilir. Diyanet sahasında ise hür olsun, köle
olsun, kadın olsun erkek olsun ancak âdil olanın sözü kabul edilir. İzin ve
hediye mevzuunda çocuğun, kölenin ve cariyenin sözleri de kabul olunur.
Hakkının ilişiği olmasından dolayı mekruh olur.
ÇEŞİTLİ MESELELER
382 - Cariyesinin iznini almadan efendisi azil yapabilir. Fakat
hanımından izin almadan azil yapamaz [46]
383 - Husyeleri alınmış buruk kimselerin hizmetçi olarak
kullanılması mekruhtur.
384 - Satranç, tavla ve diğer bütün oyunları oynamak mekruhtur [47].
385 - Saça insan saçı takmak (ister kendi saçı olsun, ister
başkasının saçı olsun) haramdır.
386 – Allah’tan, başkaları hakkı için istekte bulunmak, duâ
etmek mekruhtur. Bunun gibi duâ da: "Arşında izzetin makamı hakkı için
senden istiyorum" demek mekruh olur. Allah’tan ancak, Allah hakkı için
istenir.
387 - Selâmı işiten herkesin selâm alması farzdır. Topluluktan
biri selâm alınca diğerlerinden farz düşer. Selâm vermek ise sünnettir. Selâm
verenin aldığı sevap ise alanınkinden daha çoktur. Gayri Müslimlere selâm
vermek mekruhtur. Onlardan selâm almakta ise bir mahzur yoktur.
388 - Bir kimseyi devlet reisi veya emir çağırır ve kendisinden
bazı şeyleri sorarsa doğrudan başkasını söylemesi gerekli olmaz.
389 - Eğlence âletlerini dinlemek haramdır. [48].
390 - Mushaf’ın ayetlerini işaretlemek ve noktalamak mekruhtur.
Onu yaldızlamakta ise bir mahzur yoktur. Camileri nakışlayıp süslemenin de bir
mahzuru yoktur.
391 – Müslüman olmayanların Kebeye ve diğer mescitlere girmelerinde
beis yoktur.
Müslümanın Edebi
392 - Tırnakları kesmek, koltuk altlarını yolmak, kasıkları ve
bıyığı tıraş etmek sünnettir. Bıyıkları kısaltmak onları tıraş etmekten daha
güzel olur.
393 - Erkeklerin ve kadınların peştamal giyerek, gözlerini
başkalarının avret yerlerine bakmaktan sakındırarak hamama gitmelerinde bir
mahzur yoktur.
Müsabaka ve
Atışlar
394 -Yaya olarak yarış düzenlemek; at, katır, eşek,
deve yarışları ve atıcılık müsabakaları tertip etmek helâldir.
395 - İki taraftan birinin (sen beni geçersen sana şu kadar şey
vereceğim. Ben seni geçersem senden bir şey almayacağım tarzında) müsabakaya
ücret şartını koyması yahut hariçten üçüncü bir kimsenin müsabakayı kazanana
para koyması da helâldir. Fakat müsabakaya katılan her iki taraftan da: “Ben
kazanırsam şu kadar kuruş alırım, sen kazanırsan şu kadar kuruş veririm”
diyerek ücret şartı konulması kumar olur. Ancak aralarında ikisinin atma denk
ve ikisini de geçmesi umulan muhallil (helâl kılan yani müsabakayı kumar
olmaktan çıkarıp karşılık alınmasını helâlleştiren) bir atın bulunması
müstesnadır. Eğer bu at ikisini de geçerse, ikisinden de mükâfat alır. Fakat
ikisi onu geçerse onlara bir şey vermez. Bu arada o ikisinden hangisi diğerini
geçerse geri kalandan mükâfat alır.
Yukarıdaki açıklama gibi iki yarışmacı bir
konuda ayrılığa düşüp hadiseyi önde gelen bir bilene götürürler ve bunun için
de (tek taraflı ödül vermek kaydı ile) para koyarlarsa caiz olur.
KAZANÇ [49]
397 – Kazancın Dereceleri
a. İnsanın kendisine aile ve çocuklarına yetecek ve
borçlarını ödeyecek kadar kazanç temin etmesi farzdır.
b. Fakirlerin ihtiyacını gidermek, yakınlara bağışta bulunmak
derecesinde farz olan miktara ilâvede bulunmak müstehaptır.
c. Nimetlenmek ve güzelleşmek için
müstehab olan miktara ilâvelerde bulunmak mubahtır.
d. Kazanç vardır ki mekruhtur, o da helâlinden olsa bile
böbürlenmek, çokluğu ile övünmek, şımarmak ve taşkınlık yapmak için mal
yığmaktan ibarettir.
YEMEK
398 - Yemek İşine Gelince O da Çeşit Çeşittir
a. Ölüme gitmeyi
önleyecek kadar yemek farzdır.
b. Orucu kolaylıkla tutmaya ve ayakta namaz kılmaya güç kazanmak
derecesinde farz olan miktara ilâve yapmak sevaptır [51].
c. Bedeni kuvvetlendirmek
için doyuncaya kadar yemek yemek mubahtır.
d. Doygunluğun üstüne yemek yemek haramdır. Ancak ertesi günkü
oruca dayanmak yahut misafiri utandırmamak kastı ile yemeğe devam etmek bu
hükmün dışındadır.
399 - Farz olan vazifeleri yerine getirmekten aciz kalacak
şekilde yemeyi azaltarak riyazat (nefsin arzularına karşı koymak)ta bulunmak caiz
değildir.
400 - Zaruret halinde leş
yemekten sakınan yahut oruçlu olup bir şey yemeyen ve bu açlık sebepleri
yüzünden ölenler günahkâr olurlar. Fakat bir kimse tedavi olmaz ve ölürse
(ilâcın kendisine şifa vereceği kesin olarak bilinmediğinden ve ilâç kullanmadan iyi olma ümidi de bulunduğundan)
günahkâr olmaz.
401 - Çeşitli meyvelerden tatmanın bir mahzuru yoktur. Fakat
(hoşluğunu gidermemek, derecesini düşürmemek için bir defada) hepsinden tatmamak daha iyi olur.
402 - Çeşit çeşit yemekler hazırlamak ve sofraya ekmek koymak
israftır.
403 - Tuzluğu ekmek üzerine koymak, ekmekle parmakları ve bıçağı
silmek mekruhtur. Fakat tuzun kendisi ekmek üzerine konulabilir.
404 - Yemek
Yerken Şunlara Uymak Sünnettir
a. Yemeğe besmele ile başlamak ve yemeğin
sonunda Allah'a şükretmek,
b. Yemeğe başlamadan önce ve yemekten sonra
elleri yıkamak.
405 - Evlere su taşımak için kaplar edinmek müstehaptır. Bunun
testi olması daha iyi olur.
406 - Bir erkek, kendisine ve aile fertlerine; israfa kaçmadan
ve cimrilik göstermeden harcamada bulunmalıdır.
407 - Açlığı şiddetleşen ve azık dilenmekten de âciz olan bir
kimsenin durumunu bilen herkese, onu doyurmak yahut doyuracak kimseye onu
göstermek farz olur. Çalışmaya gücü olanın çalışıp kazanması gerekir. Çalışıp
kazanmaya gücü olmayanın da dilenmesi lâzım gelir. Dilenmeyi bırakıp ölürse
günahkâr olur.
408 - Bir günlük yiyeceği olanın dilenmesi haramdır. Camilerde
dilenenlere bir şey vermek mekruhtur. Ancak insanları ezip çiğnemez ve namaz
kılanların önlerinde gezip dolaşmazsa mekruh olmaz.
409 - Zalim devlet reisinin hediyesini kabul etmek caiz
değildir. Ancak, malının çoğunun helâl olduğa bilinirse kabul edilebilir.
410 - Düğünde yemek vermek
sünnettir. Düğüne davet edilenin bu davete uyması gerekir. Eğer düğüne gitmezse
günahkâr olur. Düğün sahibinin izni olmadan düğün yemeklerinden bir şey alınıp
götürülemez ve isteyene de verilemez.
411 - Bir düğüne davet edilen orada oyun, eğlence olduğunu
biliyorsa oraya gitmez. Haberi olmadan gidip orada bir oyun ile karşılaşmışsa
gücü yettiğinde bu oyunlara mâni olur. Gücü yetmiyor ve oyun da sofraya karşı
yapılıyorsa sofraya oturmaz. Davet edilen bu kimse; kendisine uyulan, önde
gelen bir kimse ise oyun sofra yanında olmasa bile o sofraya oturmaz. Böyle
birisi değilse bu durumda oturmasında bir mahzur yoktur [52]
GİYİM
412 - Giyinmek de Kısım Kısımdır
a. Avret yerlerini
örtecek, soğuk ve sıcağın zararını giderecek kadar giyinmek farzdır. Elbisenin
pamuktan veya ketenden olması, en iyi ile en kötü arasında orta bir kıymette [53] bulunması gerekir.
b. Avret yerlerini
örttükten sonra ziynet temin eden elbise giyinmek müstehaptır.
c. Toplantılarda,
cumalarda ve bayramlarda güzel olmak için güzel elbiseler giyinmek mubahtır.
d. Kibirlenmek ve kendini beğenmek
düşüncesi ile elbise giyinmek mekruhtur.
413 - Beyaz
elbise giymek müstehaptır. Nebatî ve kırmızı renkte elbise giymek ise
mekruhtur. Sarığın sargısının ucunu iki omuz arasında sarkıtmak sünnettir.
Sarığını yeniden sarmak isteyen onu sardığı gibi açar.
SÖZ
414 - Söz de çeşit çeşittir
a. Allah’ı tespih etmek, Ona hamd etmek,
Kur'an-ı Kerîm ve hadis okumak, fıkıh öğrenmek gibi sözler insana sevap
kazandırır. Bir insan yapageldiği bir şeyi gidip de fâsıklar meclisinde de
yaparsa bununla sevap yerine günah kazanmış olur. Eğer o topluluğa Allah’ı
tesbîh etmeğe itibar ettirmek, yaptıklarını yadırgamak, inkâr etmek ve
bulundukları fısk durumundan ayrılmalarını sağlamak için böyle bir yerde
Allah'ı tespîh ederse güzel olur.
Tüccarın mallarını açarken:”Lâ ilahe
illâ-Allah, Sallallahu âlâ Muhammed” diyerek
tespih ve zikirde bulunması mekruhtur(+).
Kur'an okurken, sesi yükseltip alçaltarak
tegannide bulunmak ve böyle okunan Kuran’ı dinlemek mekruhtur [54].
b. Bir kısım sözlerin ne sevabı ve ne de
günahı vardır. Bunlar da; kalk,
otur, yemek yedim, su içtim gibi
sözlerdir.
c. Söz vardır insan onunla günah kazanmış
olur: Örneğin; sövmek, gıybet etmek, koğuculuk yapmak ve yalan
söylemek bu cins
sözlerdendir.
415 - Yalan söylemek yasaklanmıştır. Ancak dört yerde yalan
söylemek caiz olur:
a) Harpte
hile yapmak için,
b) İki
kişi arasını düzeltmek için,
c) Erkeğin karısını razı etmesi için,
d) Zâlimi,
zulmünden alıkoymak için.
İhtiyaç olmadan yalanla (meselâ; gel yemek ye
denilen adamın dünkü yediğini kastederek yedim demesi gibi) ta'rizde bulunmak
mekruhtur.
416 - İnsanlara sözleri ve yaptıkları ile eziyet eden bir
zalimin gıybetini etmek suç değildir. Böyle bir kimseyi, sakındırması için
devlet başkanına şikâyet etmenin bir günahı yoktur. Ancak belli kimselerin
gıybetini etmek gıybet olur. Bu bakımdan bir köy halkının gıybetini etmek
gıybet olmaz.
417 - Bir kimsenin farz olan
vazifeleri yerine getirmesinden sonra güzel yüz ve güzel cariyelerden
faydalanmak istemesinin bir mahzuru yoktur. Bu konuda az ile yetinmek ve geri
kalan zamanda ahirete fayda verecek şeylere yönelmek daha iyidir.
-----------------
DİPNOTLAR
KELİMELER
[24] Sirkat (hırsızlık): Lügâtta, az olsun çok olsun, mal
sayılsın sayılmasın bir şeyi sahibinin izni olmadan gizlice aşırıp almaktır.
Nitekim kulak hırsızlığı da vardır. Kur'an'da: "Ancak kulak hırsızlığı eden
(şeytan) vardır ki onun ardına da (bakanların) apaçık (gördüğü) bir ateş
parçası düşmektedir." (Hıcr, a:18) denilerek kulak hırsızlığı tabiri
kullanılmaktadır. Şairin mânayı çalması, san'atı vs. şeyleri çalmak da vardır.
Sarık: Hırsız, başkasının malını gizlice alan kimsedir. Kadın olursa sarıka denilir.
Mesrûk: Çalınan şey
Mesrûkun Minh: Malı çalınan kimsedir.
Hırz: Bir malın âdete göre korunmasına mahsus olan yerdir ki, ikiye ayrılır:
Sarık: Hırsız, başkasının malını gizlice alan kimsedir. Kadın olursa sarıka denilir.
Mesrûk: Çalınan şey
Mesrûkun Minh: Malı çalınan kimsedir.
Hırz: Bir malın âdete göre korunmasına mahsus olan yerdir ki, ikiye ayrılır:
1- Bizzat eşyanın korunması için
hazırlanmıştır. Buna: "Hırz
binefsihi" denilir. Ev, dükkân, sandık, kasa vs.
2- Hırz bigayrihi: Eşyanın korunması için
hazırlanmamıştır. Bu yerlere izinsiz girilir. Yollar, boş araziler vs. yerler
gibi.
İnsanların mala karşı meyil ve arzuları fazladır. Bilhassa ihtiyaç ve zaruret hallerinde bu hırs daha da artar, ihtiyaçlarını meşru yollardan elde etmeye uğraşmayan ahlâksız tembeller, başkalarının malını helâl olmayan yollardan ele geçirmek isterler, onların bu kötü emel ve hırslarının önüne ceza duvarı koymak gerekir. Kur'an böyle bir duvarı koymuştur:
İnsanların mala karşı meyil ve arzuları fazladır. Bilhassa ihtiyaç ve zaruret hallerinde bu hırs daha da artar, ihtiyaçlarını meşru yollardan elde etmeye uğraşmayan ahlâksız tembeller, başkalarının malını helâl olmayan yollardan ele geçirmek isterler, onların bu kötü emel ve hırslarının önüne ceza duvarı koymak gerekir. Kur'an böyle bir duvarı koymuştur:
“ Hırsızlık yapan
kadın ve hırsızlık yapan erkeğin suçları sabit odlumu Allah tarafından ibret
olsun diye, yaptıklarının cezası olarak ellerini kesin. Çünkü Allah çok güçlüdür,
hikmet sahibidir”. (Mâide, a: 38) (Mütercim)
[25]. Eğer malın bulunduğu yerden eşekten önce çıkar ve eşeği orada bırakıp o da arkasından çıkar ve kendi kendine sahibinin evine giderse el kesilmez. Bir kimse çaldığı eşyayı kendisine ait bir kuşa bağlar ve onu, eşyayı çaldığı evde kendi hâline bırakır, kuş da bundan sonra uçup evine giderse el kesilmez. Çünkü bu hayvanlar serbesttirler. Çalınan eşya evden geçen bir dereye atılır ve su onu alıp götürür de sonra çıkartılırsa el kesilmez. Su kendi kuvveti ile götüremez de hırsız onu hareket ettirirse el kesme cezasına çarptırılır.
[25]. Eğer malın bulunduğu yerden eşekten önce çıkar ve eşeği orada bırakıp o da arkasından çıkar ve kendi kendine sahibinin evine giderse el kesilmez. Bir kimse çaldığı eşyayı kendisine ait bir kuşa bağlar ve onu, eşyayı çaldığı evde kendi hâline bırakır, kuş da bundan sonra uçup evine giderse el kesilmez. Çünkü bu hayvanlar serbesttirler. Çalınan eşya evden geçen bir dereye atılır ve su onu alıp götürür de sonra çıkartılırsa el kesilmez. Su kendi kuvveti ile götüremez de hırsız onu hareket ettirirse el kesme cezasına çarptırılır.
[26]. Hint çınarına Arapçada sâc denilir.
Abanoza benzer çok kıymetli bir ağaçtır.
Kana: Çiçek cinsinden bir bitkidir. Asıl yeri
Asya ve Amerika'dır. Sapı çok sert, yaprakları iri ve yumurtavâridir. Çiçekleri
muhtelif renklerde olur. Bu bitkiden kırmızı bir boya çıkartırlar (Bak.
El-Müncid).
[27]. Yol kesicilik, insanlara karşı çok
büyük bir olumsuzluktur. Seyahat emniyetini tamamen ortadan kaldırır.
İinsanlar bir yerden diğer bir yere gidemedikleri gibi mallarını da
nakledemezler. Bir bölge ile diğer bölge arasındaki münasebetler tamamen
kesilir ve dünyanın o kesimi felç olur. Bu balamdan yol kesicilik Kur'an'da
Allah ve peygamberine karşı açılmış bir harp olarak vasıflandırılır. Bölgeyi
felce uğratanlar çok şiddetli cezaya çarptırılırlar (Mütercim).
“ Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkaranların
cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama
kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada
onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır. *
Ancak, siz kendilerini ele geçirmeden önce tevbe edenleri olursa, biliniz ki,
Allah bağışlayan ve merhamet edendir."(Mâide:33-34).
Kâtı'ı-Tarîk (Yol Kesen): İnsanların mallanın zor kullanarak
ellerinden almak için yol kesen kimsedir.
Muharip: Yol kesen, savaşın hile tekniklerini
iyi bilen. Yolu kesilene de: "maktu'un aleyh" denilir.
Mübaşeret: Karışmak, yapmak, herhangi bir işe girişmek.
[28]. Siyer: Sîret kelimesinin çoğuludur. Sîret; ister
hayırlı olsun, ister şerli olsun yol anlamındadır. Bu bölüme "Siyer" adının verilmesinin
sebebi Hz. Peygamber (S.A.V.) in yolunu ve Hz. Peygamber ile ashabın harp
hususunda takip ettikleri yolları ve bu alanda nakledilen sözleri içine aldığı
içindir.
Cihad: Muhkem (kuvvetli) bir farzdır,
inkâr eden kâfir olur. Bunun farz oluşu; Kur'an, sünnet ve icma ile sabittir:
Kur'an'da: “Kendilerine kitap verilenlerden
ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram ettiği
şeyleri tanımayan, hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelîl ve
hakîr kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın."
(Tövbe: 29) deniliyor. Kâfirlerle vuruşarak cihad etmek hususunda daha pek çok
ayetler vardır. Bir ayette de: " Sizinle savaşanlarla Allah yolunda
savaşın. Aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara, a. 190)
buyurulur.
Hz. Peygamber de: "Allah Tealanın beni peygamber olarak
gönderdiği günden kıyamete kadar cihad devam edecek olan bir farzdır. Hatta
ümmetimden bir topluluk deccal ile harp eder." buyurdular.
Cihad hususunda ümmetin de icma'ı vardır. Hz. Peygamberimiz ordu
veya küçük bir askerî birlik gönderdiği zaman onun komutanına Allah'tan
korkmayı tavsiye eder ve: "Allah yolunda onun ismi ile savaşın. Allah'ı
tanımayanlarla vuruşun. Taşkınlık yapmayın. Ahdinizi bozmayın. İbret
olsun diye kimseye işkence etmeyin. Çocukları öldürmeyin. Müşriklerden
olan düşmanlarınızla karşılaştığınızda üç şeye davet edin: 1- Önce İslama
çağırın. Müslüman olurlarsa kabul edin ve onları bırakın, 2- Müslüman olmayı
ret ederlerse cizye vermeğe çağırın. 3- Cizyeyi kabule yanaşmazlarsa harb
açtığınızı bildirin. Onları, bir kalede veya şehirde muhasaraya aldığınızda
sizden Allah'ın hükmüne göre muameleye tâbi tutulmalarını isterlerse, onları bu
hüküm karşısına getirmeyiniz. Çünkü siz Allah'ın onlar hakkındaki hükmünün ne
olduğunu bilmezsiniz. Fakat onları kendi hükmünüze getirin. Sonra reyinize göre
haklarında hüküm verin. Sizden kendilerine Allah ve Resulünün zimmetinin
verilmesini isterlerse bunu da onlara vermeyin. Fakat kendinizin ve babalarınızın
zimmetini verin. Çünkü babalarınızın ve kendilerinizin zimmetlerini bozmanız
Allah ve Resul zimmetini bozmanızdan daha hafiftir." buyururlar.
(Davud, Tirmizî).
İslâm düşüncesi içerisinde harp iyi bir şey olarak görülmez ve
sulh içinde yaşamak mümkün oldukça bu yola başvurulmaz. Harp insanları öldürmek,
ülkeleri yakıp yıkmaktır. Harbin taşkınlıklarından korumak için kanunla bazı
tedbirler getirilmişse de silâhlar patladığında bunlara uymak zor mümkün olur.
Güzellikler sıralanırken harp esasında değil de dolayısıyla güzel olarak
vasıflandırılır (Mütercim).
[29] Bir kısım hukukçular davet etmeden de
harb etmek caizdir diyorlar. Çünkü İslâmiyet düşman ülkesinde de yayılmıştır.
Islâmın yayılıp genişlemesi tebliğ yerine geçer. Eğer baskın yapmak gerekiyorsa
davet yapılmaz.
[30] Eman, korkusuzluk ve endişeden uzak
olmaktır. İstilahta Eman; "Düşmana,
hayatının korunacağına ait teminat vermektir." Eman alan düşmana, müste'min veya m üste'men denilir.
Müste'menin malı, canı ve namusu her türlü tecavüzden korunur.
[31] Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre esirler mübadele(değiştirilir) edilir. Çünkü Müslümanların bize dönmesi bize yardım olur. Sonra müslümanı kurtarmak kâfirleri öldürmekten daha üstündür.
[31] Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre esirler mübadele(değiştirilir) edilir. Çünkü Müslümanların bize dönmesi bize yardım olur. Sonra müslümanı kurtarmak kâfirleri öldürmekten daha üstündür.
[32] Ganimet: Muharebe esnasında düşmandan zorla
alınan mallara ganimet denilir. Hediye olarak, çalmak sureti ile kaparak veya
bağış yolu ile alınan şeyler ganimet değildir. Onlar hassaten alanlarındır.
Ganim: Harbe katılan ve ganimetten hisse almaya hak kazanan mücahit (savaşçı) demektir. Bunun çoğulu ganimin gelir,
Ganim: Harbe katılan ve ganimetten hisse almaya hak kazanan mücahit (savaşçı) demektir. Bunun çoğulu ganimin gelir,
Emanname: Düşmana
verilen emniyette olduklarını bildiren kâğıt, belge, pasaport.
[33] Harbî: Müslümanlar ile aralarında antlaşma
yapılmamış yan gayri müslim ülke halkından her birine denilir. Kadın olursa
harbiye adını alır.
[34.] Bunlar
ya islâm ya da kılıç ikisinden birini seçerler.
[35]. Yâni bir sene içinde aynı araziden
birden fazla mahsul alınınca her mahsul için ayrı ayrı haraç lâzım gelir
(Mütercim).
[36]. Bir sağın = 2920 gram olduğu F. Yavuz'un İslâm Fıkhı (îst.
1970) adlı eserinden alınmıştır.
[37] Bâğî: Haklı olan bir devlet reisine veya onun
vekiline karşı kendisinin haklı olduğu düşüncesi ile isyan eden, bununla
beraber Müslümanların öldürülmesini, mallarının alınmasını, esir
edilmesini helâl görmeyen kuvvet sahibi bir kimsedir. Bâğînin çoğulu buğât
gelir.
Bağy: Eza ve zülüm gibi yapılması haram olan
bir şeyi istemek ve fesada koşmak, adaletten yüz çevirmek ve taşkınlık yapmak
manalarında kullanılır. Hukuk ıstılahında ise: Bir tevîle dayanarak haksız yere
devlet reisine tâbi olmaktan çıkarak galebe etmeğe çalışmaktır.
Havâric (Haricîler): Bunlar kendilerince hak olan bir yoruma
dayanarak devlet reisinin kâfir olduğuna ve ma'sıyetine inanarak onunla
savaşmanın farz olduğunu iddia ederler. Kendilerine muhalefet eden
Müslümanların öldürülmesi, zürriyetlerinin esir edilmesi ye mallarının alınması
gerektiğini savunan kuvvet sahibi bir topluluktur. (Ö. N. B. islâm Hukuku).
[38]. Bu bölümde mekruh olan ve olmayan
işlerin açıklaması vardır. Bu bölüm kerâhiyyet olarak isimlendirilmiştir,
çünkü mekruhu açıklamak, ondan sakınmak gerektiğinden ehemmiyet kazanmıştır.
Bu bölüm çeşitli eserlerde muhtelif isimler altında incelenmiştir. Örneğin:
Kudûrî’nin muhtasar eserinde ve şerhinde
incelenmiştir. Burada dinin, yasak ettiği şeylerle mubah kıldığı şeyler
açıklanır. Bazı fıkıhçılar da bu konuya: "El-istihsan" başlığını
koymuşlardır. Çünkü burada dinin iyi ve güzel gördüğü şeylerle çirkin bulduğu
işler anlatılır. İstihsan adının verilişi daha güzeldir. Yahut bu konuya
istihsan adının verilişi buradaki meselelerin çoğunun "istihsan" deliline dayanmış
olmasından ve kıyasa yer olmadığındandır. Bir kısım fıkıhçılar da: Kitabu'z zühdi ve'l-vera'ı diye başlık koyarlar. Çünkü bu başlık
altında anlatılan hususların çoğunu şeriat serbest bıraktı, insanların züht ve
vera'ı ise onları terk etti.
[39]. Namahrem olan kadının ayaklarına
gelince onların da mutlak olarak avret mahallinden olmadığı rivayet edildi.
Çünkü onlarla yürümeye ihtiyacı vardır, böylece de görünürler. Yüz ve
ele bakışın şehveti daha çoktur. Böyle olunca, ayağa bakmanın helâl olması
daha üstünlük kazanır. Bir rivayette de ayağın namaza göre değil de bakmaya
göre avret olduğu söylenir.
Muhtasar: Kısaltılmış, kısa, özet.
[40]. Ebû Yusuf’ a
göre bunların bir sakıncası yoktur. Bazı âlimler de nefsi uyarma olmayınca ve
bunda bir ikram ve iyilik kast ediliyorsa mekruh değildir, derler. Rivayet
edilen bir hadise göre; Ebû Tâlib'in oğlu Cafer Habeşistan'dan döndüğü zaman,
Hz. Peygamber onun boynuna sarılmış ve iki gözü arasını öpmüştü. O gün,
Hayber'in fethedildiği gündü ve dedi ki: "Cafer’in gelişine mi, yoksa
Hayber'in fethine mi hangisine sevineyim? Bilmiyorum." Zahire
bakılırsa Hz. Peygamberin boyna sarılmayı ve öpmeyi yasaklamış olmasıdır.
[41]. Musafaha
(tokalaşma); ilk zamanlardan bugüne kadar Müslümanlar arasında süregelen bir
sünnettir. Sahabe Hz. Peygamberin ellerinden öperlerdi. Sufyan Ibni Uyeyne
âlimlerin ve âdil bir devlet başkanının elini öpmek sünnettir, der. Abdullah
Ibni Mübarek de kalkıp onun başını öpmüştü. Hükümdara secde etmeğe zorlananın
secde etmemesi daha
üstün olur. Çünkü bu kâfirliktir. Fakat hükümdara medhu sena için secde ederse
kâfir olmamış olur.
[42]. Metinde
geçen "Kitâbetü's-sevb" dikişle elbiseye yazı yazmak manasına
geldiği gibi, doğrudan doğruya elbiseye dikiş atmak, yâni dikmek mânasına da
gelir. Tercümede her iki mana da ifade edilmiştir (Mütercim).
[43]. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre; altınla diş bağlamak da helâldir. Onlar bunu burna kıyas etmişlerdir. Rivayet edilir; Basra ile Küfe arasında bulunan Kül-âb denilen bir vadide yapılan savaşta burnunu kaybedip gümüşten takma burun edinen Arfece (R) ye, koku yapması üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) altından burun edinmesini emretmişti. Bu bir zaruretti, bu durumda da altın kullanmak caiz oldu.
[43]. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre; altınla diş bağlamak da helâldir. Onlar bunu burna kıyas etmişlerdir. Rivayet edilir; Basra ile Küfe arasında bulunan Kül-âb denilen bir vadide yapılan savaşta burnunu kaybedip gümüşten takma burun edinen Arfece (R) ye, koku yapması üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) altından burun edinmesini emretmişti. Bu bir zaruretti, bu durumda da altın kullanmak caiz oldu.
[44]. İhtikâr:
İnsanların muhtaç oldukları şeyleri, kıtlık olması ve fiyat yükselmesi zamanına
kadar satmayıp bekletmektir.
[45]. Ebû Yusuf’a göre; bir kimsenin uzak yerden getirdiği mallarda da (gıda maddesi olsun olmasın) ihtikâr yapması mekruhtur. Çünkü yasak geneldir. Ebû Muhammed'e göre; mallar, şehre umumiyetle o yerden satın alınıp getiriliyorsa, bu yerlerden getirilen mallarda ihtikâr yapmak, halkın o mallara hakkinin taalluk etmesinden dolayı mekruh olur.
[45]. Ebû Yusuf’a göre; bir kimsenin uzak yerden getirdiği mallarda da (gıda maddesi olsun olmasın) ihtikâr yapması mekruhtur. Çünkü yasak geneldir. Ebû Muhammed'e göre; mallar, şehre umumiyetle o yerden satın alınıp getiriliyorsa, bu yerlerden getirilen mallarda ihtikâr yapmak, halkın o mallara hakkinin taalluk etmesinden dolayı mekruh olur.
[46]. Azil, çocuk olmaması için meniyi
dışarı akıtmaktır.
[47]. Eğer herhangi bir şey, para, mal karşılığında oynanırsa kumar olur ki bu haramdır. Karşılıksız olanı kumar olamayacağından sadece mekruhtur.
[48]. Hasan b. Zeyyad'dan nakledildiğine göre düğünü yaymak ve nikâhı ilân etmek için def çalmanın bir zararı yoktur.
[47]. Eğer herhangi bir şey, para, mal karşılığında oynanırsa kumar olur ki bu haramdır. Karşılıksız olanı kumar olamayacağından sadece mekruhtur.
[48]. Hasan b. Zeyyad'dan nakledildiğine göre düğünü yaymak ve nikâhı ilân etmek için def çalmanın bir zararı yoktur.
Ebû Yusuf’a soruldu; "düğünlerin haricinde fişka
saplanmadan kadının çocuğa def çalması mekruh mudur" denildi. O da;
"Hayır, fakat müzikten fazla bir coşkunluk gelirse mekruh
görürüm" dedi.
“Falan adamın veya meleklerinin yahut peygamberlerinin
hakkı için" gibi Allah’a
duâ etmek, Ondan İstemek mekruhtur. Çünkü hiçbir mahlûkun Yaratan üzerinde bir
hakkı yoktur.
Husye: Er bezi, testis.
[49]. Muhammed
b. Semaa der ki; Muhammed b. Hasan'dan işittim: Diyordu ki; "İlim
peşinde koşmak gibi kazanç peşinde koşmak da farzdır. "İbni Mesud (R.A)
ın Hz. Peygamber (S.A.V.) den rivayetine bakılırsa bu doğru bir sözdür. Hz.
Muhammed (SAV): “Kazanç peşinde koşmak her Müslümana farzdır."
buyurdular. Yine Hz. Peygamber, farz namazdan sonra kazanca koşmak farizasının
geldiğini bildirirler. Yani kazanca koşmak, farzdan sonra gelen yine bir
farzdır. Çünkü insan kazanç olmadan namaz kılamayacağına göre, o da farz olmuş
olur Zira insan ibadetlerini ancak bedenindeki kuvvet sayesinde yerine
getirir. Bedenin kuvveti de ancak yaratılış ve adet itibarı ile azık sayesinde
meydana gelir. Allah Teâlâ: "Biz insanları bir şey yemeyen cesetler
olarak yaratmadık" (Enbiya / 8 - buyuruyorlar.
Azık
elde etmek, çalışma ve kazançla olur. Abdest almak için su kaplarına,
namazda da avret yerlerini örtecek elbiselere ihtiyaç duyulur. Bütün bunlar
kendiliğinden gelmez. Yalnız çalışma ve kazançla elde edilir. Peygamberler(SAV’
in hepsi de bu yolu tutmuşlardır.
[50]. Hz. Peygamber (S.A) "Sanat,
fakirliğe karşı bir emniyettir" derler.
[51]. Hz.
Peygamber (S.A.V.): "Kuvvetli mü'min Allah’a, zayıf
müminden daha sevimlidir" buyururlar. Çünkü Allah'a itaat etmek için
kuvvet kazanma yolunda didinmek ve uğraşmak da bir itaattir. Ebû Zer el-Gıfarî
(RA) ye; amellerin en üstününden soruldu. O da bu dediğimize işaret olarak:
"Namaz kılmak ve ekmek yemek" dedi.
Riyazat: Zühd ve takva maksadıyla dünya zevklerinden kaçınma ve nefsin isteklerini yenmeye çalışma. Riyazet ve mücahede yolu tasfiye yoludur. Bu yolda olanlar gerek hak, gerekse halk ile olan muamelelerinde sadakat üzere olurlar. Çünkü bu yol iyilerin yoludur. İnsanın dünyaya bağlı bütün eğilimlerinden sıyrılması, kendini Allah'a adaması anlamına gelen riyazatın amacı, insan nefsini eğitmek, Allah sevgisi dışında kalan bütün istekleri yok etmektir. Allah'tan başka bir şey düşünmemek, daima zikir ve ibadetle meşgul olmaktır.
Riyazat: Zühd ve takva maksadıyla dünya zevklerinden kaçınma ve nefsin isteklerini yenmeye çalışma. Riyazet ve mücahede yolu tasfiye yoludur. Bu yolda olanlar gerek hak, gerekse halk ile olan muamelelerinde sadakat üzere olurlar. Çünkü bu yol iyilerin yoludur. İnsanın dünyaya bağlı bütün eğilimlerinden sıyrılması, kendini Allah'a adaması anlamına gelen riyazatın amacı, insan nefsini eğitmek, Allah sevgisi dışında kalan bütün istekleri yok etmektir. Allah'tan başka bir şey düşünmemek, daima zikir ve ibadetle meşgul olmaktır.
Mücahede: Çalışma, gayret. Allah yolunda
savaşma.
Tasfiye Etmek: Arıtmak, temizlemek; işine son vermek
[52]. Burada geçen oyun ve eğlence,
gayrı meşru olan oyun ve eğlence olmalıdır (Mütercim).
[53]. Hz. Peygamber: “İki şöhretten nehyetti." O da;
[53]. Hz. Peygamber: “İki şöhretten nehyetti." O da;
1. Nefasetin,
güzelliğin en sonu ile
2. Adîliğin,
bayalığın en sonudur.
Her şeyin hayırlısı orta olanıdır. Her zaman temiz giyinmek
gerekir
54]. İmam-ı Azama göre, mezarlara
Kuran okumak mekruhtur. Ona göre bu konuda Hz. Peygamber (S.A.V.) den rivayet
edilen hiç bir sahih hadis yoktur.
İmam Muhammed'e göre ise mezarlara Kur'an okumak mekruh değildir.
İmam Muhammed ve aynı görüşte olanlar: Kuranı Kerimin ilgili âyetine
ve Hz. Muhammed (S.A.V.) in "İnsan öldüğü zaman ameli sona erer. Ancak
dünyada iyi evlât bırakanların, ilmî eserler verenlerin ve sadaka-i cariye
denilen hayır yapanların ameli müstesna" hadisine tutunurlar.
(Müslim, Ebû Davud).
Fısk: Sözlük anlam:1. Doğru yoldan çıkma, günahkârlık, 2.
Ahlâksızlık. 3. Belirli bir sınırı aşmak. Fısk işleyen kişiye, fâsık denir.
Fısk: Istılahta; isyan etmek, Allah’ın
emirlerini terk etmek, Ona itaatten ve hak yoldan ayrılmak, zulüm, ahlaksızlık
ve bozgunculuk yoluna girmek manalarında kullanılmaktadır.
Fasık, kısaca Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimseye
denir.
Fasık, kâfir demek değildir. Tövbe edip bir daha günah işlemeyen
kurtulur
(+). Zira
tüccar, bu durumda kendi yararı için zikir ve tespihte bulunuyor. Yani,
dini yükseltmek, saygı duymak, dinin şiarını izhar etmek gibi bir kast içinde
değil, bunu para kazanmak için yapmaktadır - Mütercim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder