19 Haziran 2015 Cuma

8. İHTİYAR


İÇİNDEKİLER

SİRKAT(HIRSIZLIK)
ELİN KESİLMESİNİ GEREKTİRİP
GEREKTİRMEYEN MALLAR
EL KESME ŞEKLİ
YOL KESİCİLERİN HÜKMÜ
SİYER / CİHAD
HARP ESNASINDA
YAPILMAMASI GEREKEN ŞEYLER
DÜŞMANLA SULH YAPMAK
EMAN
BİR ÜLKE ZORLA FETHEDİLDİĞİ
ZAMAN DEVLET REİSİNİN YAPABİLECEĞİ ŞEY 
GANİMET VE TAKSİMİ
DÜŞMAN YURDUNA GİRİLDİĞİ ZAMAN DEVLET
REİSİNİN YAPACAĞI İŞ VE GANİMETLERİN TAKSİMİ
DÜŞMANIN ELİNE GEÇİRİP KENDİ
ÜLKESİNE GÖTÜRDÜĞÜ MALLARIMIZIN DURUMU
EMANNÂME (PASAPORT) ALIP
İSLÂM ÜLKESİNE GELEN HARBÎLERE
DEVLET REİSİNİN YAPACAĞI İŞ VE CİZYE KONULMASI
CİZYE İKİ KISIMDIR
ARAP ARAZİSİNİN HÜKMÜ VE HARAÇ 
HARAÇ İKİ ÇEŞİTTİR
DİNDEN DÖNMEK VE DÖNENLERE AİT HÜKÜMLER
HAVARİÇ VE BAĞÎLER
GAYRİ MÜSLİMİN MÜSLÜMAN OLMASI
KERÂHHİYYET (MEKRUH OLAN VE OLMAYAN İŞLER)
AVRET YERLERİNE BAKMA VE DOKUNMA
GİYİM VE ZİYNETTE ERKEKLERE
VE KADINLARA HELÂL OLUP OLMAYANLAR
İHTİKÂR
ÇEŞİTLİ MESELELER 
MÜSLÜMANIN EDEBİ
MÜSABAKA VE ATIŞLAR
KAZANÇ  
KAZANCIN DERECELERİ 
YEMEK VE ÇEŞİTLERİ
YEMEK YERKEN ŞUNLARA UYMAK SÜNNETTİR
GİYİM VE KISIMLARI
SÖZ

**

SİRKAT(HIRSIZLIK) [24

 

250 - Hırsızlık; nisap miktarında olan veya kıymeti nisap mikta­rında bulunan başkasının mülkündeki korunmuş bir malın, akil ve baliğ olan birisi tarafından kendisinin o malda bir mülkiyet şüphesi da­hi bulunmadan gizlilik üzere alınmasıdır.
251 - Hırsızlık için nisap miktarı; bir dinar veya halis gümüşten basılmış on dirhemdir.
252 - Hırz (yani bir malın korunmasını sağlayan yer) iki türlü meydana gelir:                                                                       
a.  Malın mekânla korunmuş olması; evler, odalar ve dükkânlar gi­bi.
b.  Bekçi vasıtası ile olur.
253 - Mekân itibarı ile hırz olan yerde bekçiye itibar edilmez.
254 - Geceleyin hamamdan mal çalan el kesme cezasına çarptırılır. Fakat gündüzleyin, sahibi orada bulunsa dahi, hamamdan mal çalana el kesme cezası verilemez.
255 - Mescit ve boş araziler ancak bekçi vasıtası ile hırz (malın korunmasına mahsus yer) olur.
256 - Çuval ve çadırlar ev hükmündedir. Şu kadar ki, yanlarında koruyucuları olmadıkça bunların kendilerini çalanın eli kesilmez. Bun­dan dolayı da diyorlar ki, kefen soyana el kesme cezası verilmez. 
257 - 
Hırsızlık suçu, iftiranın sabit olduğu gibi (çalanın bir defa ik­rar etmesi yahut iki erkek şahidin şahadeti ile) sabit olur.
258 - Hâkim hırsızlığa şahitlik yapanlara;                               
a) Hırsızlığın nasıl yapıldığını,
b) Ne zaman yapıldığını,
c) Hırsızlığın yapıldığı mekânı,
d) Çalınan şeyin mahiyetini sorar.
259 - Malı çalınan kimsenin, hırsızın ikrarı, şahitlerin şahadeti ve el kesilmesi esnasında orada bulunması lâzımdır.
260 - Bir topluluk, malın korunduğu mahalle girip onlardan biri çalınan malı üzerine alsa ayrı ayrı hepsine nisap miktarı mal düştüğü zaman hepsine de el kesme cezası verilir.
261 - Duvarı delip elini içeriye sokarak mal çalanın eli kesilmediği gibi, hırsızlardan biri içeriye girip malı dışarıdakine verirse yine el kes­me cezası verilmez. Eğer hırsız malı yola atıp sonra onu alırsa el kesme cezasına çarptırılır. Eğer malı eşeğe yükler ve sonra da önüne katıp gö­türürse yine el kesme cezasını alır [25].
262 - Sarrafın sandığına veya başkasının cebine elini sokup çalana el kesme cezası verilir.

Elin Kesilmesini Gerektirip

Gerektirmeyen Mallar


263 - İslâm memleketinde kıymetsiz görülen, odun, balık, av hay­vanı, kuş, alçı, zernik ve bunlara benzer şeylerin çalınmasından dolayı el kesme cezası verilmez.
264 - Meyveler, sebzeler, et, süt gibi çabuk bozulan malların çalın­ması el kesme cezasını gerektirmez.
265 - El kesme cezasının verilebilmesi için, çalınan malda, hırsızı onun alınmasının mubah olabileceği kanaat ve yorumuna götüren bir du­rum olmamalıdır. Neşe veren içkileri, oyun âletlerini, tavla ve satranç takımlarını ve altından yapılmış putu çalmak gibi.(Bunları çalanlara el kesme cezası verilemez). Bunlar gibi, altın yaldızlı mushafı ve kendisin­de mücevher bulunan hür bir çocuğu, köleyi, hasat edilmeden önce eki­ni, ağaç üzerindeki meyveleri, ilmî kitapları çalmak sebebi ile de el kes­me cezası verilemez.
266 - Hint çınarı, kana [26], abanoz, sandal ve öd ağaçlarını, yakut, zebercet, kıymetli yüzük taşlarını ve ağaçtan yapılmış kapları çalanlar el kesme cezasına çarptırılırlar.
267 - Emniyeti istismar ederek mal çalan hainin, kefen soyanların, bir malı sahibinin gözleri önünde alıp kaçan (muhteris)’ın, şehirde ve­ya köyde bulunan bir malı zorla ve alenen alan (müntehib)’in eli kesil­mez.
268  - Bir kimse kendisine mahrem olanların veya efendisinin, efendisinin karısının, mevlâsı olan kadının kocasının, kendi ailesinin, mükâtebinin malını çalarsa el kesme cezasını giymez.
269 - Devlet hazinesinden veya ganimetlerden yahut ortağı bulun­duğu maldan çalanlara da el kesme cezası verilmez.

El Kesme Şekli   


270 - Hırsızın (ilk hırsızlığında) sağ eli bilekten kesilir ve (kan zayi olmaması için) ilâçla tedavi edilir.
271 - Hırsız ikinci defa hırsızlık yaparsa (mafsalından) sol ayağı kesilir. Üçüncü hırsızlıkta artık uzuv kesme yönüne gidilmez. Tövbe edinceye kadar hapsedilir.
272 - Hırsızın sol eli kesilmiş veya çolak yahut sol elin başparmağı veya başparmaktan başka iki, bir rivayette de üç parmağı kesilmiş olsa yahut sağ ayağı kesilmiş bulunsa veya sağ ayağına basamasa yahut yü­rümesine mâni olacak derecede topal olsa, ne sağ eli ve ne de sol ayağı kesilir.
273 - Hırsız çaldığı eşyayı satın alır veya kendisine hediye edilir yahut onda bir hak iddia ederse el kesme cezası verilmez.
274 - Hırsızın eli kesildiğinde çaldığı mal yanında ise sahibine geri verir. Harcamışsa artık onu ödemez.
275 - Hırsızın yapmış olduğu bir hırsızlıktan dolayı eli kesilir ve sonra, önceden çalmış bulunduğu malı onda hiçbir değişiklik olmadan tekrar çalarsa artık eli kesilmez. Fakat hâli değişmişse meselâ ipliği tekrar çalar iken bez yapılmışsa el kesilir.

YOL KESİCİLERİN HÜKMÜ [27]

 

276 - Bir topluluk veya bir şahıs yol kesmeğe çıkar ve bu işi yapma­dan önce yakalanırlarsa tövbe edinceye kadar hâkim tarafından hapis olunurlar.
277 - Yol kesenler bir Müslüman veya bir zimmînin malını alırlar ve bu mal bölününce her birine hırsızlık nisabı kadar hisse düşerse çaprazvari (sağ) el ve (sol) ayakları kesilir.
278 - Yol kesenler; insan öldürmüşler ve mal da alamamışlarsa öl­dürülürler. Bu hususta ölenlerin velilerinin affına iltifat edilmez.
279 - Yolcuların hem mallarını almak, hem de kendilerini öldür­mek sureti ile yol kesicilik yapanların; önce çaprazvari el ve ayakları ke­silir, sonra öldürülür ve asılırlar. Hâkim isterse el ve ayaklarını kesme­den öldürür. Veyahut da el ve ayaklarını kesmeden asmak sureti ile idama mahkûm eder.
280 - Yol kesici, diri olarak asılınca; ölünceye kadar sol memesi altı yarılır. Üç günden fazla da asılı bırakılmaz.
281 - Yol kesicilerden yalnız biri öldürme işine mübaşeret etmişse had (ceza) hepsine verilir.
282 - Yol kesenler arasında çocuk, mecnun veya yolu kesilenlere mahrem olan birisi varsa;  öldürme hakkı velilerin olur. (Yani had düşer, ölenin velisi af edince veya sulh olunca da kısas düşer).

283 – SİYER / (CİHAD [28]


1) Umumî seferberlik halinde cihada iştirak etmek farz-ı ayndır. Kısmî seferberlikte ise farz-ı kifâyedir.
2) Kâfirler ile savaşmak; akil, sıhhatli, hür ve güçlü olan her erkeğe farzdır. Saldırdığında düşmanı ülkeden çıkartmak bütün insanlara farz olur. Bu durumda kadınlar ve köleler koca ve efendilerinin izni ol­maksızın harbe çıkarlar.
284 – Müslümanların yiyecek ve harp malzemelerinin tedariki gayesiyle ihtiyaçları olduğu zaman gazada bulunmak için ücret alıp üc­ret vermelerinde bir beis yoktur.
285 - İslâm orduları düşmanı bir şehir veya bir kalede muhasaraya aldıkları zaman onları önce İslama davet ederler. Müslüman olurlarsa onlarla savaşmaktan vaz geçerler. Müslüman olmayı kabul etmedik­lerinde; şartları tutuyorsa cizye vermeğe çağırırlar. Kendilerine, cizyenin miktarı ve ödenme zamanları da açıklanır. Cizye vermeyi kabul ederlerse Müslümanların lehine ve aleyhine olan hü­kümler onların da lehine ve aleyhine olarak işlemeye başlar.
286 - Bir memleket halkına İslama davet emri ulaşmamışsa (sava­şa tutuşmadan önce) onları İslâm dinine davet etmek vacip olur. Eğer daha önceden ulaşmışsa yeniden davet etmek iyi bir hare­ket olur [29].
287 - Düşman İslâm dinine girmek veya cizye vermek şıklarından hiçbirini kabul etmeyince Allah’tan onlara karşı yardım istenerek har­be tutuşulur. Onlara karşı mancınık kullanılır. Ekinleri ve ağaçları yok edilebilir, (mal ve mülkleri) yakılır.
288 - Düşman kendi elinde bulunan Müslümanları kendisine kal­kan gibi kullanırsa mücahitler, onların arkasındaki düşmanı kastederek atış yaparlar.

289 - Harp Esnasında
Yapılmaması Gereken Şeyler

a) Müslümanlar antlaşmalarını bozmamalıdırlar,
b) Hıyanetten uzak durmaları ve ganimetten aşırmamaları gere­kir,
c) Başkalarına ibret olsun diye kimseye işkence edilmemelidir,
d) Mecnun, kadın, çocuk, kör, kötürüm, sağ eli kesik ve çok yaşlı kimseler öldürülmezler. Ancak bunlardan biri devlet reisi olur veya savaş etmeğe iktidarı bulunur yahut savaşa teşvik eder veya savaş hakkında görüşü olan kimse olur, malı ile savaşı destekleyenler bulunur veyahut da hile yapan bir yaşlı olursa bunlar da fiilî olarak savaşa katılanlar hükmünde olur.

Düşmanla Sulh Yapmak  


290 - Müslümanlar kuvvetli oldukları zaman, düşmanla sulh yap­maları gerekmez. Fakat Müslümanların zayıfsa düşmanla sulh yapmalarında bir mahzur yoktur.
291 - Düşmanla antlaşma yapıldıktan sonra savaşa devam etmenin daha uygun olduğu görülürse, antlaşma bozularak karşı tarafın devlet başkanına durum bildirilir.
292 - Sulh antlaşmasından sonra düşman hıyanete başlar ve dev­let başkanları da bu durumu biliyorsa antlaşmanın bozulduğu bildiril­meden savaşa karar verilir.
293 - Mal ve diğer şeyler karşılığında düşmanla sulh olmak caizdir.
294 – Düşmanı kuşatmadan önce düşmandan alınan mallar cizye, sonra alınanlar ise ganimet hükmündedir.
295 - Zaruret halinde düşmana mal vererek sulh olmak caizdir.
296 - Dinden dönenler bir şehre galip gelirler ve zimmîler ahdi bo­zarlarsa mütareke içinde yaşayan müşrikler hükmünde olurlar.
297 - Barıştan önce olsun sonra olsun düşmana silâh ve savaşta iş gören hayvanları satmak ve düşmanı donatmak mekruhtur.

Eman [30]. 

298 - Bir erkek veya bir kadının, toptan şehir halkına yahut bir top­luluğa veya tek bir gayri Müslime eman vermesi sahihtir. Eman vermekte bir zarar varsa eman veren kimse devlet başkanı tarafından ce­zalandırılır ve verilen eman da kaldırılıp sahiplerine bildirilir.

 299 -Zimmînin, esirin, düşman içerisinde kalan tüccarın, düşman safındayken İslâmı kabul edip, henüz onlar arasında bulunan müslümanın ve harbe katılmasına izin verilmeyen kölenin verdikleri eman geçerli değildir. Murahıkın (akil baliğ olmamış) da eman vermeğe hakkı yoktur.  


Bir Ülke Zorla Fethedildiği
Zaman Devlet Reisinin Yapabileceği Şey

300 - İslâm ordusu bir ülkeyi zor kullanarak fethettiği zaman dev­let reisi serbesttir;
1) İsterse o ülkeyi ganimet sahipleri arasında taksim eder,
2) İsterse de ahalisine bırakıp kendilerine cizye ve arazilerine de haraç vergisi koyar,
3) Aldığı esirleri de dilerse öldürür, dilerse köleleştirir veya onları Müslümanların zimmetinde olmak üzere hür ve serbest bırakır.
4) İhtiyaç olmadıkça düşman esirlerini fidye karşılığında veya Müslüman esirler karşılığında geri vermez (SM. [31].
5) Ordular geri dönerken yanlarında hayvan bulunur ve onları da beraberlerinde getiremezlerse keserler ve sonra da yakarlar. Silâhlar (ve diğer mallar) da aynı şekilde yakılıp imha edilir.

GANİMET VE TAKSİMİ [32]      


301 - Elde edilen ganimetler (İslâm memleketine taşınmadan) düş­man yurdunda iken taksim edilemezler (S).
302 - Ganimetlerin taksim edilmeden önce satılması caiz değildir.
303 - Ganimet ehlinden olan savaşçı düşman yurdunda (dâr-ı harpte) ölürse ganimetten hisse alamaz. Ganimet, İslâm ülkesine çıka­rıldıktan sonra ölen savaşçıların hissesi mirasçılarına kalır.
304 - Harpte, geri hizmetlerde çalışanlar ile önde vuruşanlar gani­metten eşit hisse alırlar. Orduya, düşman yurdunda iken sonradan katı­lanlar da öncekilere ortak olurlar.
Ticaretle meşgul olan kişilere, savaşa katılmadıkça, ganimet­ten hisse verilmez.
305 - Devlet reisinin ganimetleri taşımak için elinde vasıtaları yoksa onları İslâm ülkesine çıkarmaları için mücahitlere emanet olarak verir. Ganimetler yurda getirildikten sonra da taksim edilir.
306 - Asker, ihtiyaç olduğu zaman düşman ülkesindeki otlukları hayvanlarına otlatır. Gıda maddelerini yiyebilir, yağlardan faydalanır. Ele geçirdiği silâhlarla savaş yapar ve hayvanlara biner. Elde ettiği elbise­leri giyer. Ülkelerine döndükleri zaman ise bunların hiç birini yapamaz­lar. Ganimetler taksim edilmeden önce yanlarında bulunan fazla şeyle­rini de geri verirler. Taksimden sonra ise o eşyaları sadaka olarak verir­ler.



Düşman Yurduna Girildiği Zaman Devlet
Reisinin Yapacağı İş ve Ganimetlerin Taksimi

307 - Düşman ülkesine girildiğinde devlet reisi veya onun vekili süvari ile yaya olanları bilebilmesi için orduyu karşılayıp teftiş et­mesi gerekir.
308 - Düşman ülkesine girildikten sonra atı ölen asker, ganimet­lerden süvari hissesi alır. Ama atını satar, başkasına bağışlar, rehin olarak verir veya atı harbe gücü yetmeyecek kadar küçük, yaşlı yahut hasta olursa ganimetlerden piyade hissesi alır. Hududu piyade olarak geçip sonra bir at satın alan da, piyade hissesi alır.
309 - Ganimetler beşe ayrılır. Beşte dördü (4/5) harbe katılanların­dır.
310 -1) Piyadeler bir hisse, süvariler ise iki (SM) hisse alırlar. Yük develeri ve katırlar için ganimetten hisse ayrılmaz. Hisse sadece tek at için ayrılır (S).
2) Köleler, küçükler, mükâteb köleler harbe katıldıklarında paylaşımda daha az alırlar. Yaralıları tedavi eden kadınlar, Müslümanlara yardım eden veya düşmanın eksik taraflarını ve yolları göste­ren zimmîler de normal hissenin altında pay alırlar.
311 - Ganimetlerin geriye kalan beşte biri (1/5) de; yetimlere, fakir­lere ve yolculara olmak üzere üçe taksim edilir. Beni Haşim ile Beni Muttalibin fakirleri, yetimleri, yolda kalmışları diğerlerinden öne alı­nır.
312 - Kendilerinde kuvvet ve üstünlük bulunan bir topluluk, düş­man yurduna girer ve oradan ganimet elde ederlerse bu da beşe taksim olunur. Fakat kuvveti bulunmayan bir toplumun aldığı şey beşe taksim edilmez.
313–1) Ganimetler yurda çıkarılmadan ve daha henüz harp bitme­den, savaşçılara teşvik babında ganimet için söz vermek caizdir. Bu du­rumda devlet reisi askerlere:  "Kim ki bir düşman öldürürse, ölenin üzerinden çıkan malı kendisinin olacaktır." Yahut "Bir mala rastlayan onun dörtte birine sahip olacaktır" der.
2) Ganimetler yurda sokulduktan sonra fazla mal va'di ancak beş­te bir üzerinden yapılır.
314 - Öldürülen düşmanın selebi; ölen düşmanın silâhı, atı, âletleri, üzerinde bulunan şeyler, şahsî eşyalarından ve mallarından yanında bulunan şeyleridir. Bu eşyalar öldürene söz verilmediği zaman genel ganimete dâhil olurlar.

Düşmanın Eline Geçirip Kendi
Ülkesine Götürdüğü Mallarımızın Durumu

315 - Düşman, mallarımızı elde edip kendi ülkesine götürürse o mallar onundur.
316 - Eğer, bundan sonra düşmana üstün gelirsek ganimetlerin taksiminden önce kim ki malını bulursa, hiç bir karşılık ödemeden malı­nı alır. Ganimetler taksim edildikten sonra malını bulan isterse kıymeti karşılığında onu satın alır.
317 - Bu malı düşman ülkesine giren bir tüccar satın alırsa; sahibi, isterse onu alış ücreti karşılığında geri alır. İsterse de hakkından vaz ge­çer. Fakat tüccara hibe edilmişse kıymetini ödeyerek alması gerekir.
318 - Düşman devletlerden biri diğerini mağlup ederek malını alır­sa ona sahip olur. Fakat Müslümanlara ait mükâteb, müdebber, ümmü'l-veled ve hür insanları esir alırlarsa bunlara sahip olamazlar. Eğer bir köle onlara kaçarsa ona da sahip olamazlar (SM).
319 -Düşmanların köleleri, Müslümanların ülkesine müslüman olarak gelirlerse hür olurlar. Düşmanı mağlup ettiğimizde müslüman olmuşlarsa durum aynıdır.
320 - Müste'menin müslüman bir köle satın alıp onu dâr-ı harbe götürmesi ile köle hür olur (SM).
321 - Bir müslüman, emannâme olarak dâr-ı harbe giderse onların mal ve canlarına tecavüz edemez. Oradan bir şey alıp çıkarsa onu da fa­kirlere sadaka olarak verir.

Emannâme (pasaport) alıp
İslâm Ülkesine Gelen Harbîlere
Devlet Reisinin Yapacağı İş ve Cizye Konulması  

322 -Harbi[33], emannâme olarak İslâm ülkesine gelince devlet baş­kanı ona, bir sene kalacaksa cizye vergisi koyacağını bildirir. Eğer İslâm ülkesinde bir sene kalırsa zimmî olur. Bu durumda dâr-ı harbe dönmesi­ne müsaade edilmez. Devlet başkanı (cizye koymak için) bir seneden az bir vakit tayin eder ve müste'men (emannâme alan) de o kadar müddet ikamet ederse yine zimmî (azınlıklardan biri) olur. Haraç arazisini sa­tın alıp haracını ödeyince de durum yine aynı olur.
323 - Yabancı uyruklu müslüman olmayan kadın (Harbiye) zimmî ile evlenince, o da zimmî olur. Fakat harbî olan bir kimse, zimmî olan bir ka­dınla evlenirse zimmî olmaz.

324 - Cizye İki Kısımdır

1) Karşılıklı rıza ile konulan cizyedir ki, kararlaştırılan miktarın ötesine geçemez.
2) Düşmanın yenilişinden sonra kendi mülk ve toprakları üzerinde bırakıldıklarında devlet başkanı tarafından konulan cizyedir. Bu du­rumda zenginliği meydanda olana, her sene için 48 dirhem, orta halliye 24 dirhem, fakir olana da 12 dirhem cizye vergisi konulur. Bu cizye sene­nin başında tahakkuk eder ve her ay bir aya düşen miktarda taksitle alı­nır.
325- Cizye vergisi ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyan dinine men­sup olan) a, Mecusîlere, Arap olmayan putperestlere konulur. Arap put­perestlerine ve İslâm dininden dönen (mürtet)lere bu vergi konulmaz [34].
326 - Çocuklardan, kadınlardan, mecnun, köle, mükâteb köle, ya­talak, kör, kötürüm ve çok yaşlı olanlardan, inzivaya çekilmiş rahipler­den ve çalışmaya gücü olmayan fakirlerden cizye alınmaz.
327 - Cizye, zımnimin ölümü veya İslâmiyeti kabul etmesi ile dü­şer.
328 - İki senenin cizyesi toplanınca bir teki­nin verilmesi gerekir.  (SM).
329 - Cizyenin zillet vasfı ile alınması gerekirse: "Ey Allah düşmanı cizyeyi ver" denilir.
330 - Zimmîler, dâr-ı harbe katılmadıkları yahut bir bölgede üs­tünlük elde edip bizimle savaşmadıkları sürece onlarla yapılan ant­laşma bozulmaz. Antlaşmaları bozulan zimmîlerin hükmü, dinden dönenlerin hükmü gibi olur. Şu kadar var ki onlara karşı zafer elde edersek köleleştiririz ve onları İslama girmeleri için zorlamayız.
331 - Cizye ehli, giyim ve bineklerinde Müslümanlardan ayırt edi­lecekleri gibi davranırlar. Gerekmedikçe ata binemezler. Silâh kuşanamazlar.
332 -Zimmet ehli, İslâm ülkesinde Kilise ve Havra inşa edemezler. Ancak yıkıldığı zaman eskilerini tamir ederler.
333  - Tağlib kabilesi Hıristiyanlarından, Müslümanların verdiği zekâtın bir katı fazla cizye alınır. Onların kadınlarından da cizye alınır. Tağlib kabilesinden öşür de bir kat fazla alınır. Cizye ve haraç hususun­da bunların mevlâları Kureyş mevlâları gibidir.
334 - Cizye ve haraç vergileri, Tağlib kabilesinden ve ahalisi çıkar­tılan arazilerden elde edilen gelirler ve harb ehlinin devlet reisine verdi­ği hediyeler Müslümanların işlerine sarf edilir; Muharipleri, onların ço­cuk ve ailelerini doyurmak, açık mevzileri, gedikleri kapatmak, köprü­ler yapmak, hâkimlerin, müderrislerin, âlimlerin, müftülerin ve zekât memurlarının yetecek kadar maaşlarını vermek bu işler arasında­dır.

 

335 - Arap arazisi öşür arazisidir. O da; Uzeybden Yemen'de bulu­nan Mehredeki hacerin en nihayetine kadar devam eden yerler ile orada Şam beldesi hududuna kadar uzanan yerlerdir. Sevad, haraç arazisidir. Sevad; Uzeybden Akabe-i hulvana ve Alsden yahut Sa'lebiyyeden Abbadan’a kadar olan yerdir. Sevad arazisi, oradaki ahaliye mülk olarak bıra­kılmıştır ve orada tasarrufta bulunmaları caizdir.
336 – Üzerinde yaşayan halkı Müslüman olan her arazi yahut zorla fethe­dilip, savaşçılar (mücahitler)  arasında paylaştırılan bir yer öşür arazisi olur.
337 - Zorla fethedilip halkına bırakılan veya halkı ile antlaşma ya­pılan her arazi haraç arazisi olur. Allah’ın şeref verdiği Mekke bu hük­mün dışında kalır.
338 - Bir kimse, bir yeri ihya ederse o yerin bulunduğu mevkie (ora­sının Haraç ve Öşür arazilerinden birine olan yakınlığına) itibar edilir (M).
339 - Aynı araziden hem öşür ve hem de haraç alınamaz.
340 - Her mahsul alınışında haraç vergisi tahakkuk etmez. Fakat öşür her mahsul için yeniden tahakkuk eder.
341 - Arazi su baskınına uğrar veya su kesilirse yahut ekine bir afet gelirse haraç vergisi alınmaz. Fakat sahibi araziyi muattal bırakır; işletmezse haracını vermesi üzerine borç olur.

342 - Haraç İki Çeşittir


1) Harac-ı mukâseme: Ki - öşür gibi mahsulata bağlı olur [35].
2) Harac-ı vazife: Ki, bu Hz. Ömer (R.A) in koyduğu ölçülerden daha fazla olamaz. Bu da; su ulaşan her dönüm araziden bir sağ [36] (2920 gr.) mahsul ile bir dirhem paradır. Yoncanın her dönümü için beş dirhem, ağaçları birbirine bitişik hurma ve üzüm bahçelerinden on dirhem para,
343 - Hz. Ömer zamanında haraç mikdarı belli edilmeyen şeylerin haracı tâkata göredir. Takatin en sonu da mahsulün yarısına kadardır.
Konulan vergi yarıyı aşamaz. Acizlik hâlinde ise yarıdan aşağıya iner.
344 - Bir Müslüman, haraç arazisini satın alır veya Zımmî Müslüman olursa o yerden yine de haraç vergisi alınır.

DİNDEN DÖNMEK VE DÖNENLERE AİT HÜKÜMLER


345 - Bir Müslüman erkek -Allah korusun- dinden dönerse hapse­dilir ve kendisine İslâm arz edilir, şüpheleri varsa giderilir. Bundan son­ra Müslüman olursa olur, yoksa öldürülür.
346 - Mürted (dinden dönen) e İslâm arz olunmadan önce onu bi­risi öldürürse bir şey lâzım gelmez.
347 - Mürtedin yeniden Müslüman olması iki kere şehâdet getir­mesi ve İslâm dininden başka bütün dinlerden yahut girdiği dinden uzak olması ile olur.
348 - Dinden dönenin, malları üzerindeki mülkiyeti mevkuf olarak sona erer (SM). Eğer Müslümanlığa dönerse malları da yeniden mülki­yeti altına girer.
349 - Mürted, ölür yahut öldürülür veya dâr-ı harbe katılır ve katıl­dığına da hüküm verilirse müdebber kölesi ve ümmıü'l-veledi azâd olur. Üzerindeki borçları da acelelik kazanır. Bu durumda Müslüman iken kazandıkları, Müslüman olan varislerine intikal eder. Dinden döndükten sonra kazandıkları ganimet olur (SM).
350 - Mürtedin dinden dönmeden önce edindiği borçlan Müslüman iken kazandıklarından, irtidat (dinden dönme) halinde edindiği borç­ları da zamanında kazandığı mallardan ödenir (SM).
351 - Mürted, Müslüman olarak geri dönerse mallarından mirasçı­larının elinde bulduğunu alır.
352 - Temyiz kabiliyetindeki çocuğun Müslüman olması da (Z) din­den dönmesi de sahihtir (SZ). Böyle bir çocuk dinden dönünce Müslü­man olması için zor kullanılır, fakat öldürülmez.
353 – Mürtedde (dinden dönen kadın) öldürülmez, fakat hapsolur ve Müslümanlığa dönünceye kadar her gün dövülür. Bu kadını bir kimse öldürürse bir şey ödemesi gerekmez, fakat ta'zîr cezasını alır.
354 - Dinden dönen kadının malları üzerindeki tasarrufu caizdir. Dâr-ı harbe katılır yahut ölürse kazancı mirasçılarının olur.


Gayri Müslimin Müslüman Olması

 

355 - Bir gayri Müslim, cemaatle namaz kılar veya bir camide ezan okur yahut cemaatle kılınan namazın hak olduğuna inandığını söyler­se Müslüman olur.

HAVARİÇ VE BAĞÎLER [37]

 

356 - Müslümanlardan bir topluluk, devlet reisine itaatten çıkar ve bir beldeyi zorla ele geçirirlerse önce topluluk, kurallara uymaya davet edilirler ve şüpheleri de bertaraf edilir.
357 - Bâğîlere karşı silâh ilk önce devlet tarafından kullanılmaz. Fakat bunu onlar başlatırsa hepsi dağıtılıncaya kadar onlarla harb edi­lir, isyancılar yeniden toplanır ve ordu hazırlığına girişirlerse, bu sefer-savaşa devlet tarafından başlanır.
358 - İsyancılarla savaşılırken (kaçıp katılacakları) bir toplulukla­rı varsa yaralı olanları öldürülür ve kaçanları da takibe alınır.
359 - İsyancıların zurriyyeti (çocukları ve aileleri) esir alınarak köleleştirilemez, mallarına da ganimet olarak el konulamaz. Ancak töv­be edinceye kadar mallarına el konulur ve tövbe ederlerse malları ken­dilerine geri verilir. İhtiyaç duyulduğunda onlara ait silâh ve harp için kullanılan hayvanlar ile savaş yapılabilir.
360 - Adalet sahibi (yani isyancılardan olmayan) bir kimse bâğîyi öldürürse (akrabası ise) ona mirasçı olur. Bâğî de adalet ehlinden birini öldürür ve kendisinin hak üzere olduğunu iddia ederse âdil olana miras­çı olur (S). Fakat kendisinin haksız olduğunu söylerse mirasçı olamaz.

MEKRUH OLAN VE OLMIYAN İŞLER [38] 

(KERÂHHİYYET)

361 -İmam Muhammed'e göre mekruh olan şeyleri işlemek ha­ramdır. İmam Azam ile Ebû Yusuf’a göre ise harama yakındır.

Avret Yerlerine Bakma ve Dokunma


362 – Başkasının avret yerlerine bakmak haramdır. Ancak zaruret hâlinde; doktorun, sünnetçinin, kadınları sünnet eden kadın sünnetçinin ve ebe­nin bakması bu hükmün dışındadır. Avret bahsi namaz bölümünde an­latılmıştır.
363 - Bir erkek diğer erkeğin avret yerlerinden başka bütün bede­nine bakabilir.
364 - Bir kadın, erkeklerin birbirlerinin bakabildikleri yerlerine kadar, diğer kadının ve erkeğin yerlerine bakabilir.
365 - Bir erkek, karısının ve kendisine helâl olan cariyesinin bütün vücuduna bakabilir.
366 - Bir erkek, kendisine mahrem olan kadınların ve başkalarına ait cariyelerin yüzlerine, başlarına, göğüslerine, dizlere kadar bacakla­rına, omuzlara kadar kollarına ve saçlarına bakabilir. Şehvetten emin olduğu zaman bakmasında bir mahzur olmayan yerlere, dokunmasında da bir mahzur olmaz.
367 - Hür ve namahrem kadınların şehvete gelmekten korkulma­dığında ancak yüz ve el içlerine bakılır. Şehvete gelmek korkusu varsa onlara da bakmak caiz olmaz. Ancak hâkimlerin ve şahitlerin bakması caizdir. Bir erkeğin, şehvetinden emin olsa bile namahrem kadınların ellerini tutması ve yüzlerine dokunması caiz olmaz [39].
Köle, hanımefendisi (mevlâsı) olan kadına göre yabancı bir erkek gibidir.
368 - Hadım veya tenasül uzvu kesik olan bir erkek (kadınlara bakmak hususunda) sağlam erkek gibidir.
369 - Bir erkeğin diğer bir erkeğin ağzından veya diğer bir yerin­den öpmesi yahut boynuna sarılması mekruhtur [40]Musafaha (toka­laşma) yapmakta, âlimin ve âdil bir devlet başkanının elini öpmekte bir mahzur yoktur [41].

 

370 - Giyim ve Ziynette Erkeklere

Ve Kadınlara Helâl Olup Olmayanlar

1) Kadınların ipek elbise giyinmesi helâl, erkeklerin giyinmesi ise haramdır. Ancak erkekler bir işaret olarak dört parmak kadar bir par­çayı kullanabilirler.
2) İpekten yastık (SM) ve yatak yapmakta bir mahzur yoktur.
3) Uzatma iplikleri ipek ve dokuma iplikleri pamuk veya yünden olursa böyle bir kumaştan elbise giyinmekte bir sakınca yoktur.
371 - Kadınların altın ve gümüş ziynetler takınması helâldir. Er­keklere ise haramdır. Ancak erkeklerin gümüş yüzük ve kemer takma­ları, gümüşten kılıçlarına süs koymaları, altından veya gümüşten elbi­seye yazı koymaları, dikiş atmaları [42] ve dişlerini gümüşle bağlamaları, helâldir [43].
Çocuğun altın ziynetler takınması ve ipek giyinmesi ise mekruhtur.
372 - Altın ve gümüş kapların kullanımı caiz değildir. Bu konuda erkeklerle kadınlar arasında bir fark yoktur. Akîk taşından, billurdan, camdan, kalaydan yapılmış kaplar kullanmak ise helâldir.
Gümüş yerinden sakmıldığında, gümüşle yaldızlanmış bir kaptan su içmek ve gümüş yaldızlı divana oturmak caizdir (S).

İHTİKÂR [44

 

373 - Halkına zararı dokunan bir bölgede insan ve hayvanların gı­da maddelerinde ihtikâr yapmak mekruhtur.

374 - Bir kimsenin, kendi çıkardığı mahsulü ve uzak bir yerden ge­tirdiği malları depo etmesi ihtikâr olmaz [45].
375 - Muhtekirin durumu hâkime arz edildiği zaman hâkim ona, kendisinin ve ailesinin azığından fazlasını satışa arz etmesini emreder. Eğer satmaya yanaşmazsa hakim onun adına malları satışa arz eder.
376 - Devlet reisi insanlara karşı fiyatları sınırlamaz. Ancak yiye­cek maddelerini satanlar kıymet takdirinde aşırı giderler, haddi teca­vüz ederlerse devlet bu konuda fikir sahibi olanlarla istişarede bulunup fiyatları sınırlayabilir.
377 - Şarap yapacağı bilinen bir kimseye şıra satmak ta bir mahzur yoktur.
378 - Gayri Müslime ait şarabı taşıyan hamalın ücret al­ması helâldir (SM).
379 - Kuru hayvan gübresini satmak caizdir.
380 - Mekke'deki evlerin binasını satmak caizdir. Fakat arazisini satmak mekruh olur (SM).
381 – Alışverişte fâsık olan bir kimsenin de sözü kabul edilir. Di­yanet sahasında ise hür olsun, köle olsun, kadın olsun erkek olsun ancak âdil olanın sözü kabul edilir. İzin ve hediye mevzuunda çocuğun, kölenin ve cariyenin sözleri de kabul olunur. Hakkının ilişiği olmasından dolayı mekruh olur.

ÇEŞİTLİ MESELELER

 

382 - Cariyesinin iznini almadan efendisi azil yapabilir. Fakat ha­nımından izin almadan azil yapamaz [46]
383 - Husyeleri alınmış buruk kimselerin hizmetçi olarak kullanıl­ması mekruhtur.
384 - Satranç, tavla ve diğer bütün oyunları oynamak mekruh­tur [47].
385 - Saça insan saçı takmak (ister kendi saçı olsun, ister başkası­nın saçı olsun) haramdır.
386 – Allah’tan, başkaları hakkı için istekte bulunmak, duâ etmek mekruhtur. Bunun gibi duâ da: "Arşında izzetin makamı hakkı için senden istiyorum" demek mekruh olur. Allah’tan ancak, Allah hakkı için istenir.
387 - Selâmı işiten herkesin selâm alması farzdır. Topluluktan bi­ri selâm alınca diğerlerinden farz düşer. Selâm vermek ise sünnettir. Selâm verenin aldığı sevap ise alanınkinden daha çoktur. Gayri Müslimlere selâm vermek mekruhtur. Onlardan selâm almakta ise bir mah­zur yoktur.
388 - Bir kimseyi devlet reisi veya emir çağırır ve kendisinden bazı şeyleri sorarsa doğrudan başkasını söylemesi gerekli olmaz.
389 - Eğlence âletlerini dinlemek haramdır. [48].
390 - Mushaf’ın ayetlerini işaretlemek ve noktalamak mek­ruhtur. Onu yaldızlamakta ise bir mahzur yoktur. Camileri nakışlayıp süslemenin de bir mahzuru yoktur.
391 – Müslüman olmayanların Kebeye ve diğer mescitlere gir­melerinde beis yoktur.

Müslümanın Edebi

392 - Tırnakları kesmek, koltuk altlarını yolmak, kasıkları ve bıyı­ğı tıraş etmek sünnettir. Bıyıkları kısaltmak onları tıraş etmekten daha güzel olur.
393  - Erkeklerin ve kadınların peştamal giyerek, gözlerini başkalarının avret yerlerine bakmaktan sakındırarak ha­mama gitmelerinde bir mahzur yoktur.

 

Müsabaka ve Atışlar

394 -Yaya olarak yarış düzenlemek; at, katır, eşek, deve yarışları ve atıcılık müsabakaları tertip etmek helâldir.
395 - İki taraftan birinin (sen beni geçersen sana şu kadar şey ve­receğim. Ben seni geçersem senden bir şey almayacağım tarzında) müsa­bakaya ücret şartını koyması yahut hariçten üçüncü bir kimsenin mü­sabakayı kazanana para koyması da helâldir. Fakat müsabakaya katı­lan her iki taraftan da: “Ben kazanırsam şu kadar kuruş alırım, sen kaza­nırsan şu kadar kuruş veririm” diyerek ücret şartı konulması kumar olur. Ancak aralarında ikisinin atma denk ve ikisini de geçmesi umulan muhallil (helâl kılan yani müsabakayı kumar olmaktan çıkarıp karşı­lık alınmasını helâlleştiren) bir atın bulunması müstesnadır. Eğer bu at ikisini de geçerse, ikisinden de mükâfat alır. Fakat ikisi onu geçerse on­lara bir şey vermez. Bu arada o ikisinden hangisi diğerini geçerse geri kalandan mükâfat alır.
Yukarıdaki açıklama gibi iki yarışmacı bir konuda ayrılığa düşüp hadiseyi önde gelen bir bilene götürürler ve bunun için de (tek taraflı ödül vermek kaydı ile) para koyarlarsa caiz olur.

KAZANÇ [49]  

396 - En faziletli kazanç yolu cihattır. Sonra sıra ile ticaret, ziraat ve sanat gelir [50].

397 – Kazancın Dereceleri


a. İnsanın kendisine aile ve çocuklarına yetecek ve borçlarını öde­yecek kadar kazanç temin etmesi farzdır.
b. Fakirlerin ihtiyacını gidermek, yakınlara bağışta bulunmak de­recesinde farz olan miktara ilâvede bulunmak müstehaptır.
c.  Nimetlenmek ve güzelleşmek için müstehab olan miktara ilâvelerde bulunmak mubahtır.
d. Kazanç vardır ki mekruhtur, o da helâlinden olsa bile böbürlen­mek, çokluğu ile övünmek, şımarmak ve taşkınlık yapmak için mal yığmaktan ibarettir.


YEMEK
     


398 - Yemek İşine Gelince O da Çeşit Çeşittir
a. Ölüme gitmeyi önleyecek kadar yemek farzdır.
b. Orucu kolaylıkla tutmaya ve ayakta namaz kılmaya güç kazan­mak derecesinde farz olan miktara ilâve yapmak sevaptır [51].
c. Bedeni kuvvetlendirmek için doyuncaya kadar yemek yemek mubahtır.
d. Doygunluğun üstüne yemek yemek haramdır. Ancak ertesi gün­kü oruca dayanmak yahut misafiri utandırmamak kastı ile yemeğe de­vam etmek bu hükmün dışındadır.
399 - Farz olan vazifeleri yerine getirmekten aciz kalacak şekilde yemeyi azaltarak riyazat (nefsin arzularına karşı koymak)ta bulunmak caiz değildir.
400 - Zaruret halinde leş yemekten sakınan yahut oruçlu olup bir şey yemeyen ve bu açlık sebepleri yüzünden ölenler günahkâr olurlar. Fakat bir kimse tedavi olmaz ve ölürse (ilâcın kendisine şifa vereceği kesin olarak bilinmediğinden ve ilâç kullanmadan iyi olma ümidi de bulun­duğundan) günahkâr olmaz.
401 - Çeşitli meyvelerden tatmanın bir mahzuru yoktur. Fakat (hoşluğunu gidermemek, derecesini düşürmemek için bir defada) hep­sinden tatmamak daha iyi olur.
402 - Çeşit çeşit yemekler hazırlamak ve sofraya ekmek koymak israftır.
403 - Tuzluğu ekmek üzerine koymak, ekmekle parmakları ve bı­çağı silmek mekruhtur. Fakat tuzun kendisi ekmek üzerine konulabilir.

404 - Yemek Yerken Şunlara Uymak Sünnettir  

a.          Yemeğe besmele ile başlamak ve yemeğin sonunda Allah'a şükretmek,
b.          Yemeğe başlamadan önce ve yemekten sonra elleri yıkamak.
405 - Evlere su taşımak için kaplar edinmek müstehaptır. Bunun testi olması daha iyi olur.
406 - Bir erkek, kendisine ve aile fertlerine; israfa kaçmadan ve cim­rilik göstermeden harcamada bulunmalıdır.
407 - Açlığı şiddetleşen ve azık dilenmekten de âciz olan bir kimse­nin durumunu bilen herkese, onu doyurmak yahut doyuracak kimseye onu göstermek farz olur. Çalışmaya gücü olanın çalışıp kazanması gere­kir. Çalışıp kazanmaya gücü olmayanın da dilenmesi lâzım gelir. Dilen­meyi bırakıp ölürse günahkâr olur.
408 - Bir günlük yiyeceği olanın dilenmesi haramdır. Camilerde di­lenenlere bir şey vermek mekruhtur. Ancak insanları ezip çiğnemez ve namaz kılanların önlerinde gezip dolaşmazsa mekruh olmaz.
409 - Zalim devlet reisinin hediyesini kabul etmek caiz değildir. Ancak, malının çoğunun helâl olduğa bilinirse kabul edilebilir.
410 - Düğünde yemek vermek sünnettir. Düğüne davet edilenin bu davete uyması gerekir. Eğer düğüne gitmezse günahkâr olur. Düğün sa­hibinin izni olmadan düğün yemeklerinden bir şey alınıp götürülemez ve isteyene de verilemez.
411 - Bir düğüne davet edilen orada oyun, eğlence olduğunu biliyor­sa oraya gitmez. Haberi olmadan gidip orada bir oyun ile karşılaşmışsa gücü yettiğinde bu oyunlara mâni olur. Gücü yetmiyor ve oyun da sofra­ya karşı yapılıyorsa sofraya oturmaz. Davet edilen bu kimse; kendisine uyulan, önde gelen bir kimse ise oyun sofra yanında olmasa bile o sofra­ya oturmaz. Böyle birisi değilse bu durumda oturmasında bir mahzur yoktur [52]

GİYİM

412 - Giyinmek de Kısım Kısımdır

a.  Avret yerlerini örtecek, soğuk ve sıcağın zararını giderecek kadar giyinmek farzdır. Elbisenin pamuktan veya ketenden olması, en iyi ile en kötü arasında orta bir kıymette [53] bulunması gerekir.
b.  Avret yerlerini örttükten sonra ziynet temin eden elbise giyinmek müstehaptır.
c.   Toplantılarda, cumalarda ve bayramlarda güzel olmak için güzel elbiseler giyinmek mubahtır.
d.  Kibirlenmek ve kendini beğenmek düşüncesi ile elbise giyinmek mekruhtur.
413 - Beyaz elbise giymek müstehaptır. Nebatî ve kırmızı renkte el­bise giymek ise mekruhtur. Sarığın sargısının ucunu iki omuz arasında sarkıtmak sünnettir. Sarığını yeniden sarmak isteyen onu sardığı gibi açar.

 

SÖZ

414 - Söz de çeşit çeşittir   


a.     Allah’ı tespih etmek, Ona hamd etmek, Kur'an-ı Kerîm ve hadis okumak, fıkıh öğrenmek gibi sözler insana sevap kazandırır. Bir insan yapageldiği bir şeyi gidip de fâsıklar meclisinde de yaparsa bununla se­vap yerine günah kazanmış olur. Eğer o topluluğa Allah’ı tesbîh etmeğe itibar ettirmek, yaptıklarını yadırgamak, inkâr etmek ve bulundukları fısk durumundan ayrılmalarını sağlamak için böyle bir yerde Allah'ı tespîh ederse güzel olur.
Tüccarın mallarını açarken:”Lâ ilahe illâ-Allah, Sallallahu âlâ Muhammed” diyerek tespih ve zikirde bulunması mekruhtur(+).
Kur'an okurken, sesi yükseltip alçaltarak tegannide bulunmak ve böyle okunan Kuran’ı dinlemek mekruhtur [54].
b.     Bir kısım sözlerin ne sevabı ve ne de günahı vardır. Bunlar da; kalk, otur, yemek yedim, su içtim gibi sözlerdir.
c.      Söz vardır insan onunla günah kazanmış olur: Örneğin; sövmek, gıybet etmek, koğuculuk yapmak ve yalan söylemek bu cins sözlerdendir.

415 - Yalan söylemek yasaklanmıştır. Ancak dört yerde yalan söylemek caiz olur:
a)   Harpte hile yapmak için,
b)   İki kişi arasını düzeltmek için,
c)    Erkeğin karısını razı etmesi için,
d)   Zâlimi, zulmünden alıkoymak için.
İhtiyaç olmadan yalanla (meselâ; gel yemek ye denilen adamın dünkü yediğini kastederek yedim demesi gibi) ta'rizde bulunmak mek­ruhtur.
416 - İnsanlara sözleri ve yaptıkları ile eziyet eden bir zalimin gıy­betini etmek suç değildir. Böyle bir kimseyi, sakındırması için devlet başkanına şikâyet etmenin bir günahı yoktur. Ancak belli kimselerin gıybetini etmek gıybet olur. Bu bakımdan bir köy halkının gıybetini et­mek gıybet olmaz.
417 - Bir kimsenin farz olan vazifeleri yerine getirmesinden sonra güzel yüz ve güzel cariyelerden faydalanmak istemesinin bir mahzuru yoktur. Bu konuda az ile yetinmek ve geri kalan zamanda ahirete fayda verecek şeylere yönelmek daha iyidir.

-----------------
DİPNOTLAR
KELİMELER




[24]   Sirkat (hırsızlık): Lügâtta, az olsun çok olsun, mal sayılsın sayılmasın bir şeyi sahibinin izni olmadan gizlice aşırıp almaktır. Nitekim kulak hır­sızlığı da vardır. Kur'an'da: "Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan) vardır ki onun ardına da (bakanların) apaçık (gördüğü) bir ateş parçası düş­mektedir." (Hıcr, a:18) denilerek kulak hırsızlığı tabiri kullanılmaktadır. Şairin mânayı çalması, san'atı vs. şeyleri çalmak da vardır.
Sarık: Hırsız, başkasının malını gizlice alan kimsedir. Kadın olursa sarıka denilir.
Mesrûk: Çalınan şey
Mesrûkun Minh: Malı çalınan kimsedir.
Hırz: Bir malın âdete göre korunmasına mahsus olan yerdir ki, ikiye ayrılır:
1- Bizzat eşyanın korunması için hazırlanmıştır. Buna:  "Hırz binefsihi" denilir. Ev, dükkân, sandık, kasa vs.
2- Hırz bigayrihi: Eşyanın korunması için hazırlanmamıştır. Bu yerlere izinsiz girilir. Yollar, boş araziler vs. yerler gibi.
İnsanların mala karşı meyil ve arzuları fazladır. Bilhassa ihtiyaç ve za­ruret hallerinde bu hırs daha da artar, ihtiyaçlarını meşru yollardan elde etmeye uğraşmayan ahlâksız tembeller, başkalarının malını helâl olmayan yol­lardan ele geçirmek isterler, onların bu kötü emel ve hırslarının önüne ceza duvarı koymak gerekir. Kur'an böyle bir duvarı koymuştur:
 Hırsızlık yapan kadın ve hırsızlık yapan erkeğin suçları sabit odlumu Allah tarafından ibret olsun diye, yaptıklarının cezası olarak ellerini kesin. Çünkü Allah çok güçlüdür, hikmet sahibidir”. (Mâide, a: 38) (Mütercim)
[25]. Eğer malın bulunduğu yerden eşekten önce çıkar ve eşeği orada bırakıp o da arkasından çıkar ve kendi kendine sahibinin evine giderse el kesilmez. Bir kimse çaldığı eşyayı kendisine ait bir kuşa bağlar ve onu, eşyayı çaldığı evde kendi hâline bırakır, kuş da bundan sonra uçup evine giderse el kesilmez. Çünkü bu hayvanlar serbesttirler. Çalınan eşya evden geçen bir dereye atılır ve su onu alıp götürür de sonra çıkartılırsa el kesilmez. Su kendi kuvveti ile götüremez de hırsız onu hareket ettirirse el kesme cezasına çarptırılır.
 [26]. Hint çınarına Arapçada sâc denilir. Abanoza benzer çok kıymetli bir ağaçtır.
Kana: Çiçek cinsinden bir bitkidir. Asıl yeri Asya ve Amerika'dır. Sapı çok sert, yaprakları iri ve yumurtavâridir. Çiçekleri muhtelif renklerde olur. Bu bitkiden kırmızı bir boya çıkartırlar (Bak. El-Müncid).
 [27]. Yol kesicilik, insanlara karşı çok büyük bir olumsuzluktur.  Seyahat emniyetini tamamen ortadan kaldırır. İinsanlar bir yerden diğer bir yere gidemedikleri gibi mallarını da nakledemezler. Bir bölge ile diğer bölge arasındaki münase­betler tamamen kesilir ve dünyanın o kesimi felç olur. Bu balamdan yol kesici­lik Kur'an'da Allah ve peygamberine karşı açılmış bir harp olarak vasıflandı­rılır. Bölgeyi felce uğratanlar çok şiddetli cezaya çarptırılırlar (Mütercim).
“ Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır. * Ancak, siz kendilerini ele geçirmeden önce tevbe edenleri olursa, biliniz ki, Allah bağışlayan ve merhamet edendir."(Mâide:33-34).
Kâtı'ı-Tarîk (Yol Kesen): İnsanların mallanın zor kullanarak ellerinden almak için yol kesen kimsedir.
Muharip: Yol kesen, savaşın hile tekniklerini iyi bilen.  Yolu kesilene de: "maktu'un aleyh" denilir. 
Mübaşeret: Karışmak, yapmak, herhangi bir işe girişmek.
 [28].   Siyer: Sîret kelimesinin çoğuludur. Sîret; ister hayırlı olsun, ister şerli olsun  yol anlamındadır. Bu bölüme "Siyer" adının verilmesinin sebebi Hz. Peygamber (S.A.V.) in yolunu ve Hz. Peygamber ile ashabın harp hususunda takip ettikleri yolları ve bu alanda nakledilen sözleri içine aldığı içindir.
Cihad:  Muhkem (kuvvetli) bir farzdır, inkâr eden kâfir olur. Bunun farz oluşu; Kur'an, sünnet ve icma ile sabittir: Kur'an'da: “Kendilerine kitap ve­rilenlerden ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve pey­gamberinin haram ettiği şeyleri tanımayan, hak dinini din olarak ka­bul etmeyen kimselerle, zelîl ve hakîr kendi elleriyle cizye verecekle­ri zamana kadar savaşın." (Tövbe: 29) deniliyor. Kâfirlerle vu­ruşarak cihad etmek hususunda daha pek çok ayetler vardır.  Bir ayette de: " Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın. Aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara, a. 190) buyurulur.
Hz. Peygamber de: "Allah Tealanın beni peygamber olarak gönderdiği günden kıyamete kadar cihad devam edecek olan bir farzdır. Hatta ümmetim­den bir topluluk deccal ile harp eder." buyurdular.
Cihad hususunda ümmetin de icma'ı vardır. Hz. Peygamberimiz ordu veya küçük bir askerî birlik gönderdiği zaman onun komutanına Allah'tan korkmayı tavsiye eder ve: "Allah yolunda onun ismi ile savaşın. Allah'ı tanımayanlarla vuruşun. Taşkınlık yapmayın. Ahdinizi bozmayın. İbret  olsun diye kimseye işkence etmeyin. Çocukları öldürmeyin. Müşriklerden olan düşmanlarınızla karşılaştığınızda üç şeye davet edin: 1- Önce İslama çağırın. Müslüman olurlarsa kabul edin ve onları bırakın, 2- Müslüman olmayı ret eder­lerse cizye vermeğe çağırın. 3- Cizyeyi kabule yanaşmazlarsa harb açtığınızı bildirin. Onları, bir kalede veya şehirde muhasaraya aldı­ğınızda sizden Allah'ın hükmüne göre muameleye tâbi tutulmalarını isterlerse, onları bu hüküm karşısına getirmeyiniz. Çünkü siz Allah'ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu bilmezsiniz. Fakat onları kendi hükmünüze getirin. Sonra reyinize göre haklarında hü­küm verin. Sizden kendilerine Allah ve Resulünün zimmetinin verilmesini isterlerse bunu da onlara vermeyin. Fakat kendinizin ve ba­balarınızın zimmetini verin. Çünkü babalarınızın ve kendilerinizin zimmetlerini bozmanız Allah ve Resul zimmetini bozmanızdan daha hafiftir." buyururlar. (Davud,  Tirmizî).
İslâm düşüncesi içerisinde harp iyi bir şey olarak görülmez ve sulh için­de yaşamak mümkün oldukça bu yola başvurulmaz. Harp insanları öldür­mek, ülkeleri yakıp yıkmaktır. Harbin taşkınlıklarından korumak için kanunla bazı ted­birler getirilmişse de silâhlar patladığında bunlara uymak zor mümkün olur. Güzellikler sıralanırken harp esasında değil de dolayısıyla gü­zel olarak vasıflandırılır (Mütercim).
[29] Bir kısım hukukçular davet etmeden de harb etmek caizdir diyorlar. Çünkü İslâmiyet düşman ülkesinde de yayılmıştır. Islâmın yayılıp genişlemesi tebliğ yerine geçer. Eğer baskın yapmak gerekiyorsa davet yapılmaz.
 [30] Eman, korkusuzluk ve endişeden uzak olmaktır. İstilahta Eman; "Düşmana, hayatının korunacağına ait teminat vermektir." Eman alan düşmana, müste'min veya m üste'men denilir. Müste'menin malı, canı ve namusu her türlü tecavüzden korunur.
 [31] Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre esirler mübadele(değiştirilir) edilir. Çünkü Müslümanların bize dönmesi bize yardım olur. Sonra müslümanı kurtarmak kâfirleri öldürmekten daha üstündür.
[32] Ganimet: Muharebe esnasında düşmandan zorla alınan mallara gani­met denilir. Hediye olarak, çalmak sureti ile kaparak veya bağış yolu ile alı­nan şeyler ganimet değildir. Onlar hassaten alanlarındır.
Ganim: Harbe katılan ve ganimetten hisse almaya hak kazanan mücahit (savaşçı) demektir. Bunun çoğulu ganimin gelir,
Emanname: Düşmana verilen emniyette olduklarını bildiren kâğıt, belge, pasaport.
[33] Harbî: Müslümanlar ile aralarında antlaşma yapılmamış yan gayri müslim ülke halkından her birine denilir. Kadın olursa harbiye adını alır.
[34.] Bunlar ya islâm ya da kılıç ikisinden birini seçerler.
[35]. Yâni bir sene içinde aynı araziden birden fazla mahsul alınınca her mahsul için ayrı ayrı haraç lâzım gelir (Mütercim).
 [36]. Bir sağın = 2920 gram olduğu F. Yavuz'un İslâm Fıkhı (îst. 1970) adlı eserinden alınmıştır.
 [37] Bâğî: Haklı olan bir devlet reisine veya onun vekiline karşı kendisinin haklı olduğu düşüncesi ile isyan eden, bununla beraber Müslümanların öldürülmesini, mallarının alınmasını,  esir edilmesini helâl görmeyen kuvvet sahibi bir kimsedir. Bâğînin çoğulu buğât gelir.
Bağy: Eza ve zülüm gibi yapılması haram olan bir şeyi istemek ve fesada koşmak, adaletten yüz çevirmek ve taşkınlık yapmak manalarında kullanılır. Hukuk ıstılahında ise: Bir tevîle dayanarak haksız yere devlet reisine tâbi olmaktan çıkarak galebe etmeğe çalışmaktır.
Havâric (Haricîler): Bunlar kendilerince hak olan bir yoruma daya­narak devlet reisinin kâfir olduğuna ve ma'sıyetine inanarak onunla savaşmanın farz olduğunu iddia ederler. Kendilerine muhalefet eden Müslümanların öldürülmesi, zürriyetlerinin esir edilmesi ye mallarının alınması gerek­tiğini savunan kuvvet sahibi bir topluluktur. (Ö. N. B. islâm Hukuku).
 [38]. Bu bölümde mekruh olan ve olmayan işlerin açıklaması vardır. Bu bö­lüm kerâhiyyet olarak isimlendirilmiştir, çünkü mekruhu açıklamak, on­dan sakınmak gerektiğinden ehemmiyet kazanmıştır. Bu bölüm çeşitli eser­lerde muhtelif isimler altında incelenmiştir. Örneğin: Kudûrî’nin  muhtasar eserinde ve şerhinde incelenmiştir.  Burada dinin, yasak ettiği şeylerle mubah kıldığı şeyler açıklanır. Bazı fıkıhçılar da bu konuya:  "El-istihsan" başlığını koymuşlardır. Çünkü burada dinin iyi ve güzel gördüğü şeylerle çirkin bulduğu işler anlatı­lır. İstihsan adının verilişi daha güzeldir. Yahut bu konuya istihsan adının ve­rilişi buradaki meselelerin çoğunun "istihsan" deliline dayanmış olmasından ve kıyasa yer olmadığındandır. Bir kısım fıkıhçılar da:  Kitabu'z zühdi ve'l-vera'ı diye başlık koyarlar. Çünkü bu başlık altında anlatılan hususların ço­ğunu şeriat serbest bıraktı, insanların züht ve vera'ı ise onları terk etti.
[39]. Namahrem olan kadının ayaklarına gelince onların da mutlak olarak avret mahallinden olmadığı rivayet edildi.  Çünkü onlarla yürümeye ihtiyacı var­dır, böylece de görünürler. Yüz ve ele bakışın şehveti daha çoktur. Böyle olun­ca, ayağa bakmanın helâl olması daha üstünlük kazanır. Bir rivayette de aya­ğın namaza göre değil de bakmaya göre avret olduğu söylenir.
Muhtasar: Kısaltılmış, kısa, özet.
 [40]. Ebû Yusuf’ a göre bunların bir sakıncası yoktur. Bazı âlimler de nefsi uyarma olmayınca ve bunda bir ikram ve iyilik kast ediliyorsa mekruh değildir, der­ler. Rivayet edilen bir hadise göre; Ebû Tâlib'in oğlu Cafer Habeşistan'dan döndüğü zaman, Hz. Peygamber onun boynuna sarılmış ve iki gözü arasını öpmüştü. O gün, Hayber'in fethedildiği gündü ve dedi ki: "Cafer’in gelişine mi, yoksa Hayber'in fethine mi hangisine sevineyim? Bilmiyorum." Zahire bakılırsa Hz. Peygamberin boyna sarılmayı ve öpmeyi yasaklamış ol­masıdır.
[41]. Musafaha (tokalaşma); ilk zamanlardan bugüne kadar Müslümanlar arasında süregelen bir sünnettir. Sahabe Hz. Peygamberin ellerinden öperlerdi. Sufyan Ibni Uyeyne âlimlerin ve âdil bir devlet başkanının elini öp­mek sünnettir, der. Abdullah Ibni Mübarek de kalkıp onun başını öpmüştü. Hükümdara secde etmeğe zorlananın secde etmemesi daha üstün olur. Çün­kü bu kâfirliktir. Fakat hükümdara medhu sena için secde ederse kâfir olma­mış olur.
[42].  Metinde geçen "Kitâbetü's-sevb" dikişle elbiseye yazı yazmak manasına geldi­ği gibi, doğrudan doğruya elbiseye dikiş atmak, yâni dikmek mânasına da ge­lir. Tercümede her iki mana da ifade edilmiştir (Mütercim).
[43]. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre; altınla diş bağlamak da helâldir. Onlar bunu burna kıyas etmişlerdir. Rivayet edilir; Basra ile Küfe arasında bulunan Kül-âb denilen bir vadide yapılan savaşta burnunu kaybe­dip gümüşten takma burun edinen Arfece (R) ye, koku yapması üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) altından burun edinmesini emretmişti. Bu bir zaruretti, bu durumda da altın kullanmak caiz oldu.
[44]. İhtikâr: İnsanların muhtaç oldukları şeyleri, kıtlık olması ve fiyat yükselmesi zamanına kadar satmayıp bekletmektir.
[45].  Ebû Yusuf’a göre; bir kimsenin uzak yerden getirdiği mallarda da (gıda maddesi olsun olmasın) ihtikâr yapması mekruhtur. Çünkü yasak geneldir. Ebû Muhammed'e göre; mallar, şehre umumiyetle o yerden satın alınıp getiri­liyorsa, bu yerlerden getirilen mallarda ihtikâr yapmak, halkın o mallara hakkinin  taalluk etmesinden dolayı mekruh olur.
[46].  Azil, çocuk olmaması için meniyi dışarı akıtmaktır.
[47].  Eğer herhangi bir şey, para, mal karşılığında oynanırsa kumar olur ki bu haramdır. Karşılıksız olanı kumar olamayacağından sadece mekruhtur.
[48].  Hasan b. Zeyyad'dan nakledildiğine göre düğünü yaymak ve nikâhı ilân etmek için def çalmanın bir zararı yoktur.
Ebû Yusuf’a soruldu; "düğünlerin haricinde fişka saplanmadan kadının çocuğa def çalması mekruh mudur" denildi. O da;
"Hayır, fakat müzikten fazla bir coşkunluk gelirse mekruh görürüm" dedi.
 “Falan adamın veya meleklerinin yahut peygamberlerinin hakkı için" gibi Allah’a duâ etmek, Ondan İstemek mekruhtur. Çünkü hiçbir mahlûkun Yaratan üzerinde bir hakkı yoktur.
Husye: Er bezi, testis.
[49].  Muhammed b. Semaa der ki; Muhammed b. Hasan'dan işittim: Diyordu ki; "İlim peşinde koşmak gibi kazanç peşinde koşmak da farzdır. "İbni Mesud (R.A) ın Hz. Peygamber (S.A.V.) den rivayetine bakılırsa bu doğru bir sözdür. Hz. Muhammed (SAV): “Kazanç peşinde koşmak her Müslümana farzdır."  buyurdular. Yine Hz. Peygamber, farz namazdan sonra kazanca koşmak farizasının geldiğini bildirirler. Yani kazanca koşmak, farzdan sonra gelen yine bir farzdır. Çünkü insan kazanç olmadan namaz kılamayacağına göre, o da farz olmuş olur Zira insan ibadetlerini ancak bedenindeki kuvvet sa­yesinde yerine getirir. Bedenin kuvveti de ancak yaratılış ve adet itibarı ile azık sayesinde meydana gelir. Allah Teâlâ: "Biz insanları bir şey yemeyen cesetler olarak yaratmadık" (Enbiya / 8 - buyuruyorlar.
Azık elde etmek, çalışma ve kazançla olur.  Abdest almak için su kapları­na, namazda da avret yerlerini örtecek elbiselere ihtiyaç duyulur. Bütün bun­lar kendiliğinden gelmez. Yalnız çalışma ve kazançla elde edilir. Peygamber­ler(SAV’ in hepsi de bu yolu tutmuşlardır.
 [50]. Hz. Peygamber (S.A) "Sanat, fakirliğe karşı bir emniyettir" derler.
 [51]. Hz. Peygamber (S.A.V.):  "Kuvvetli mü'min Allah’a,  zayıf müminden daha sevimlidir" buyururlar. Çünkü Allah'a itaat etmek için kuvvet kazanma yo­lunda didinmek ve uğraşmak da bir itaattir. Ebû Zer el-Gıfarî (RA) ye; amelle­rin en üstününden soruldu. O da bu dediğimize işaret olarak: "Namaz kılmak ve ekmek yemek" dedi.
Riyazat: Zühd ve takva maksadıyla dünya zevklerinden kaçınma ve nefsin isteklerini yenmeye çalışma. Riyazet ve mücahede yolu tasfiye yoludur. Bu yolda olanlar gerek hak, gerekse halk ile olan muamelelerinde sadakat üzere olurlar. Çünkü bu yol iyilerin yoludur. İnsanın dünyaya bağlı bütün eğilimlerinden sıyrılması, kendini Allah'a adaması anlamına gelen riyazatın amacı, insan nefsini eğitmek, Allah sevgisi dışında kalan bütün istekleri yok etmektir. Allah'tan başka bir şey düşünmemek, daima zikir ve ibadetle meşgul olmaktır.
Mücahede: Çalışma, gayret. Allah yolunda savaşma.
Tasfiye Etmek: Arıtmak, temizlemek; işine son vermek
 [52].  Burada geçen oyun ve eğlence, gayrı meşru olan oyun ve eğlence olmalıdır (Mütercim).
[53]. Hz. Peygamber: “İki şöhretten nehyetti." O da;
1.      Nefasetin, güzelliğin en sonu ile
2.      Adîliğin, bayalığın en sonudur.
Her şeyin hayırlısı orta olanıdır. Her za­man temiz giyinmek gerekir
54].  İmam-ı Azama göre, mezarlara Kuran okumak mekruhtur. Ona göre bu ko­nuda Hz. Peygamber (S.A.V.) den rivayet edilen hiç bir sahih hadis yoktur.
İmam Muhammed'e göre ise mezarlara Kur'an okumak mekruh değildir.
İmam Muhammed ve aynı görüşte olanlar:  Kuranı Kerimin ilgili âyetine ve Hz. Muhammed (S.A.V.) in "İnsan öldüğü zaman ameli sona erer. Ancak dünyada iyi evlât bırakanların, ilmî eserler verenlerin ve sadaka-i cariye denilen hayır yapanların ameli müstes­na" hadisine tutunurlar. (Müslim, Ebû Davud).
Fısk:  Sözlük anlam:1. Doğru yoldan çıkma, günahkârlık, 2. Ahlâksızlık. 3. Belirli bir sınırı aşmak. Fısk işleyen kişiye, fâsık denir.
Fısk: Istılahta; isyan etmek, Allah’ın emirlerini terk etmek, Ona itaatten ve hak yoldan ayrılmak, zulüm, ahlaksızlık ve bozgunculuk yoluna girmek manalarında kullanılmaktadır.
Fasık, kısaca Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimseye denir.
Fasık, kâfir demek değildir. Tövbe edip bir daha günah işlemeyen kurtulur
(+). Zira tüccar, bu durumda kendi yararı için zikir ve tespihte bulunuyor. Yani, dini yükseltmek, saygı duymak, dinin şiarını izhar etmek gibi bir kast içinde değil, bunu para kazanmak için yapmaktadır - Mütercim.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder