İÇİNDEKİLER
DAVA
İkrarda İstisna Yapmak / Hariç Tutmak
Şahitlerde
Bulunması Gereken Vasıflar
Görülen ve
Duyulanlara Şahitlik Yapmak
AÇIKLAMALAR VE
KELİMELER
**
HACR / MANİ OLMAK [34]
253 – Hacr’ı gerektiren sebepler üçtür
1) Küçük
olmak,
2)
Mecnun (deli) olmak,
3)
Kölelik.
254 -
Mecnunun ve akıl erdiremeyen (mümeyyiz olmayan) [35]
çocuğun tasarrufu aslen caiz değildir. Aklı eren (mümeyyiz olan) çocuğun
tasarrufu, velisi geçerli sayarsa veya önceden izin vermişse caiz olur. Köle
tasarruf konusunda mümeyyiz olan çocuk gibidir.
Çocuğun ve delinin yaptıkları
akitler, ikrarları, boşamaları ve köle azad etmeleri sahih değildir.
255 -
Akıl-baliğ olmayan çocuk ve deli, başkasının malını telef ederse ödenmesi
gerekir.
256 -
Kölenin sözleri, kendi hakkında geçerlidir. Bir malı ikrar ederse azad olduktan
sonra onu ödemesi gerekir. Had yahut kısas cezasını gerektiren bir suçu işlediğini
veya ailesini boşadığını ikrar ederse, had veya kısas uygulanır.
257 -
Erkeğin bulûğa ermesi; uyurken ihtilâm olması, gebe bırakması ve meni
getirmesi ile olur. Bunlar yoksa 18 yaşına ulaşması ile bulûğa ermiş olduğu
kabul edilir (SM). Kızın bulûğa ermesi, uyurken ihtilam olması yahut âdet
görmesi veya gebe kalması ile gerçekleşir. Bu haller yoksa 17 yaşına girmesi
ile bulûğa ermiş sayılır (SM).
18 yaşına giren erkek ve 17 yaşına giren kız, yani mürahik ve mürahika
bulûğa erdiklerini söylerlerse sözleri kabul edilir.
258 - Akıl-baliğ olan hür bir kimse
malını menfaatine uygun olmayan şeylere harcayan bir sefih [36]
olsa da hacr edilemez (SM).
Reşit olmadan âkıl-bâliğ olan bir
çocuğa 25 yaşına basıncaya kadar malları teslim edilmez. Fakat 25 yaşına
girince reşit olduğu görülmese bile malları kendisine teslim edilir [37] (SM).
259 -
Sefihin, mahcur kılınmadan önce yapmış olduğu tasarrufları geçerli olur.
260 - Ne
fâsık ve ne de borçlu olanlar hacr edilmezler.
261-
Alacaklılar borçlunun (kudreti olduğu halde borcunu ödemeyi uzatmasından
dolayı) hapsedilmesini isterlerse; hâkim, malını satıp borcunu ödeyinceye kadar
borçluyu hapseder.
262 - Borçlunun nakit parası varsa ve borç da nakit para
cinsinden ise hâkim, borçlunun izni olmasa da bu para ile ödemede bulunur. Borçlunun
dirhem parası olup, borç dinar para olarak verilecekse veya durum bunun tersi
ise hâkim borç için değişik parasını satar. Bunun için eşyalarını ve akarını
satılığa çıkartmaz. İmam Muhammed ve
Ebû Yusuf a göre; bunlar da satılığa çıkartılır ki, fetva buna
göredir.
263 - Müflisin (iflâs eden) hiç malı çıkmazsa "Hâkimin edebi" bahsinde geçtiği gibi haps
edilmeyip serbest bırakılır.
İflâs eden borçlu hapisten
çıktıktan sonra, alacaklıların borçluyu devamlı takip etmelerine engel
olunamaz. Ancak bunlar onu tasarruflarından ve yolculuktan alıkoyamazlar.
Sadece fazla kazancını alıp aralarında hisselerine göre taksim yaparlar.
İZİN [38]
264 - Hacr altında bulunan bir kimseye izin verilmiş olduğu:
1) Açık
olarak,
2)
Delâlet (Z) yolu ile anlaşılır.
Tasarruftan men edilen kimseyi,
velisinin alış-verişte bulunurken görüp bir şey dememesi delâlet yolu ile izin
sayılır. Bu alış-verişin veli için veya bir başkası için yapılmış olması,
velinin emriyle yahut emri bulunmadan yapılması, alış-verişin sahih veya fasit
bir alış-veriş olması arasında fark yoktur.
265 - Mezuna verilen izin:
1) Genel
olur,
2) Özel
olur.
266 - Yemek için bir yiyecek ve giymek
için elbise satın almasına izin verilen bir mahcur, mezun olmuş sayılmaz [39].
267 - Kendisine izin verilen kimsenin:
1)
Alış-verişte bulunmaya,
2)
Kendine vekil tayin etmeye,
3)
Sermaye edinmeye,
4) Mudarebe
ortaklığı kurmaya,
5) Ödünç
vermeye,
6) Rehin
verip rehin almaya,
7)
Kiraya vermeye ve kiralamaya,
8)
Sipariş vermeye ve siparişleri kabul etmeye,
9)
Ziraat ortaklığı kurmaya,
10)
Yiyecek satın almaya,
11) Ekip
biçmeye,
12) İnan
ortaklığını kurmaya hakkı vardır
268 -
Kendisine izin verilen kimse, borcu olduğunu, bir malı gasp ettiğini veya yanındaki
malın emanet bulunduğunu ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur.
269 - Mezun:
1) Evlenemez,
2) Kölelerini evlendiremez (S),
3) Kölesi ile mükâtebe akdi yapamaz,
4) Kölesini azad edemez,
5) Borç veremez,
6) Bağışta bulunamaz,
7) Sadaka veremez,
8) Kefil olamaz,
9) Yiyeceklerden birazcık hediye
edebilir,
10)
Kendileri ile iş yaptığı kimselere ziyafet verebilir,
11) Kölesinin
ticaret yapmasına izin verebilir.
270 –
Kölenin, izin sebebi ile edindiği borçlar, kendi boynuna kalır. Efendisi, malı
ile kendisini kurtarmadıkça borçları için satılığa çıkartılır. Köle borçlarını
ödemeyip, efendisi ödeyince alacaklıların kölede bir hakları kalmaz. Aksi halde
köle satılır ve parası alacaklıları arasında hisselerine göre taksim edilir.
Bundan sonra yine borç kalırsa hürriyetine kavuşunca onlar da kendisinden
istenir.
271 -
Efendi, kölesini ticaretten men edince bulunduğu çarşı ehli veya onların çoğu,
bunu öğreninceye kadar mahcur
sayılmaz.
272 -
Ticaret yapmaya mezun olan cariyenin efendisinden çocuk doğurması ile (Z) ve
kölenin firar etmesi ile bu izin kalkar. Yine ticarete izinli olan kölenin
efendisi ölür yahut cinnet getirirse veya dinden dönüp dâr-ı harbe iltihak
ederse köle yeniden hacr altına alınmış olur.
273 -
Kölenin mahcur olduktan sonra elindeki mal hakkında yaptığı ikrarları sahih
olur (SM).
274 - Kölenin
borçları, elindeki malından ve kendi kıymetinden fazla olunca efendisi onun
malından hiçbir şey alamaz (SM).
275 - Efendi,
borçlu olan kölesini azad edince bu geçerli olur ve kölesinin kıymetince
parayı borçlularına öder. Kalan borçları ödemek köleye düşer.
276 - Efendinin köleye bir malı kıymetine veya daha az bir paraya
satması caizdir. Ticarete mezun kölenin de, efendisine bir malı kıymeti¬ne veya
kıymetinden daha fazla bir paraya satması caiz olur.
İKRAH / ZORLAMA [40]
277 - İcbar / (İkrâh)ın sabit olabilmesi için bir takım şartların bulunması gerekir:
1) Mücbir / (zorlayan)in tehdidini yerine
getirmeğe kudreti bulunması şarttır.
2) İcbar edilen / (zorlanan) kimsenin,
istenen şeyi yapmadığı takdirde tehdidin hemen gerçekleştirilmesinden korkması
gerekir.
3) İcbar
edilen kimsenin zorlanmadan önce yaptırılmak istenen işten kendi hakkı yahut başkasının
hakkı veya şer’i bir hak yüzünden sakınmış olması şarttır.
4) Tehdidin; öldürmek veya bir
azayı yok etmek yahut gamını gerektirip rızayı kaldıracak bir durumda
bulunması şarttır.
278 -
Bir kimse ölüm veya şiddetli dayak yahut haps olunmak tehdidi ile malını
satmaya, bir malı satın almaya, kiraya veya bir ikrara zorlanır da isteneni
yapar ve sonra da zorlama kalkarsa; dilerse yaptığı akdi kabul eder, dilerse de
fesh eder.
279 -
Alış-verişe icbar edilen, onun bedelini kendi isteği ile alırsa bu izin
sayılır. Eğer zorla aldırmışsa bu izin sayılmaz ve alınan mal duruyorsa geri
iade edilir.
280 -
Zorla alınan mal, el değiştirerek mücbir olmayan müşteri elinde helak olmuşsa
mal sahibi müşteriye malının kıymetini ödettirdiği gibi, zorlayana da ödettirmek
hakkına sahiptir.
281 -
Karısını boşamaya veya kölesini azad etmeğe zorlanan, bu istekleri yerine
getirirse, karısı boş ve kölesi azad olmuş olur. Bu durumda kölesinin kıymetini
zorlayana ödettirir ve kölenin velayeti de azad edene ait olur. Boşama, zifafa
girmeden önce olmuşsa, mehrin yarısını ve eğer, mehir tayin edilmemişse vermesi
lâzım gelen mut'ayı zorlayandan
alır.
282 - Hapis veya dayak tehdidi ile içki içmeğe, leş yemeye, dinden dönmeye,
bir Müslüman’ın yahut Zimmînin malını telef etmeğe zorlanan icbar edilmiş
sayılmaz. Ölümle tehdit edilirse yukarıdaki fiilleri işlemesine izin vardır.
Ancak işlemeyip sabır eder ve öldürülürse, sevaba nail olur.
283 - Birisini öldürmeğe zorlanan bu işi katiyen yapamaz, öldürülünceye
kadar sabretmek mecburiyetindedir. Öldürürse günahkâr olur. Bu durumda kısas
cezası zorlayana verilir (Z.S).
284 - Dinden dönmeğe zorlanan karısı baîn
talak ile ondan boş olmuş sayılmaz.
285 - Zinaya zorlanana da had cezası verilmez (Z).
DAVA [41]
286 -
Davacı (müddei) davasından vaz geçtiği zaman muhakemeye zorlanamaz. Davalı (müddei
aleyh) ise zorlanır.
287 - Dava
edilen hakların cins ve miktarının belli olması gerekir.
288 -
Alacak davasında, davacı, alacağını (cins ve miktarını belirterek) istediğini
bildirir.
289 - İddia
edilen hak, taşınabilen (menkul) bir mal ise, davalıya onu mahkemeye getirmesi
teklif edilir. Eğer bu eşya hazır
değilse davacı onun kıymetini bildirir.
290 -
Dava edilen akar ise, onun dört hududu belirtilir ve akarı ellerinde
bulunduranların isimleri, dedelerine kadar nesepleri kaydedilir. Akarın
bulunduğu mahalle ve belde bildirilir. Davacı; akarın, davalının elinde
olduğunu ve kendisinden bu akarı istediğini ifade eder.
291 - Dava, esas yönünden sahih olunca,
hâkim davalıya bu davayı sorar, itiraf ederse yahut davacı, davasını ispat eden
beyyine (delil) getirirse aleyhine hüküm verilir. Davacı
delil getirmeyip hasmına yemin verilmesini istediğinde yemin verilir. Yemin
ederse, delil getirilmediği müddetçe dava düşer. Yemin etmekten çekinirse,
çekingenliği sebebiyle aleyhine hüküm verilir. Bir yemine göre hüküm vermek
caizdir. Üç defa yemin vermek en iyisidir.
292 -
Yeminden çekinmek "yemin etmiyorum" demekle, sağır ve dilsiz
değilse susmakla sabit olur.
293 - Davacıya
yemin verilmez (F).
294 -
Davacı, "delilim şehirde hazırdır" deyip davalıdan yemin istese
yemin verilmez (SMF). Davalıdan, kendisine karşılık üç günlük bir kefil alınır.
Eğer orada yolcu olarak bulunuyorsa davacı, hâkimin meclisi miktarınca
davalının peşini bırakmaz.
295. NİKÂH
1)
Nikâh,
2) Ric'î
talaktan sonra rucû etmek (nikâhı devam ettirmek),
3)
Karıya yaklaşmamak için yapılan yeminden dönmek (ilâdan fey),
4)
Kölelik, .
5)
Cariyeyi ümmülveled kılmak,
6)
Neseb,
7)
Velayet,
8) Haddi gerektiren suç davalarında, davalıya
yemin verilmez (SM).
296 -
Kısas davalarında, inkâr eden davalıya yemin teklifi yapılır. Yeminden
çekinirse azalarında kısas uygulanır (SM). Ölümü gerektiren kısas davalarında
ise yeminden çekinene kısas uygulanmayıp yemin edinceye (SM) yahut suçunu
ikrar (kabullenme) edinceye kadar hapis cezası verilir.
297 -
Kadın, zifaftan önce kocasının kendisini boşadığını iddia ederse kocaya yemin
verilir. Yeminden çekinirse mehrin yarı parasını ödemesine hüküm verilir.
298 - Allah’tan
başka hiç bir şeye yemin edilmez. Hâkim isterse Allah'ın sıfatları ile yemini
daha da kuvvetlendirir. Yeminin tekrarlanmasında ihtiyat vardır. Zaman ve
mekân ile yemin kuvvetlendirilmez.
Yahudi’ye; "Musa (AS)'a Tevrat’ı
indiren Allah Telalaya yemin ederim" şeklinde yemin verdirilir.
Hıristiyanlara; "İsa
(AS)'a İncili indiren Allah Telalaya yemin ederim" dedirttirilir.
Mecusîlere; "Ateşi yaratan Allaha",
Putperestlere de sadece; “Allah'a
yemin…” ettirilir. Bu sınıflara tapındıkları mabetlerinde yemin verilmez.
299 - Alış-verişte; "söylenen malda
aramızda bir alış-verişin mevcut bulunmadığına Allah'a yemin ederim"
tarzında yemin verdirilip
Nikâhta; "O anda ikisi arasında nikahın mevcut
olmadığına" yemin ettirilir. Baîn
talak ile boşamada; "o saatte karısının kendisinden baîn talak ile
boş bulunmadığına" yemin verdirilir. Emanet davalarda; "Yanımda
emanet olarak bulunduğunu iddia ettiği malından hiç bir şeyin bulunmadığına ve
onun bende bir hakkı olmadığına Allah Telalaya yemin ederim" şeklinde
yemin teklif edilir. Eğer davalı; "O
malı bana burada olmayan, falan adam emanet bıraktı. Yahut onu yanımda rehin bıraktı
veya o malı ondan gasp ettim, yahut bana ödünç verdi veya kirava verdi"
der ve buna ait delil de getirirse, aldatmış olmadığı müddetçe dava düşer. Şahitler; "onu tanımadığımız bir adam emanet
bırakmıştı" derlerse dava düşmez.
Beyyinelerin (delillerin) Tercihi
300 - Mutlak mülk davasında hariç -
(malı elinde bulundurmayın) in delili, zilyed
(malı elinde bulunduran)’in delilinden daha üstün tutulur.
301 - Hariç bir tarih söyleyerek o tarihte
mala sahip bulunduğuna delil getirse, zilyed
de mülkiyetine ait daha eski tarihli bir delil getirse zilyedin delili tercih
edilir.
302 - Hayvan yavrusu ve dokunuşu bir
kere olan kumaş gibi, tekrarlanmayan bir sebeple kayıtlı bulunan, mülkiyet
davalarında; malı elinde bulunduranın delili üstün tutulur.
303 - Her ikisi de, tarih söylemeden
malı diğerinden satın almış olduğuna delil getirse, delilleri kabul edilmez.
304- İki kimse, köleyi mal sahibinden
satın almış olduğuna….
305 - İki kişi aynı kadın ile nikâhlı
olduklarını iddia edip delil getirseler, herhangi biri lehine hüküm verilmez.
Fakat nikâhlandıkları tarihleri belirtirlerse, kadın tarihi eski olanın olur.
306 - İki kişiden her biri başka bir
kimsenin elinde bulunan malın kendisine ait olduğunu iddia edip delil
getirseler, bu malın ikisine ait olduğuna hükmedilir.
307 - Biri, dava konusu olan malı satın
aldığını, öteki, kendisine bağışlandığını veya sadaka verildiğini iddia edip,
her iki durumda da malı kabz etmiş olsa, ikisi de tarih belirtmeseler satış
delili, sadaka ve bağış deliline tercih edilir.
308 - Erkek, malı satın almış olduğunu,
kadın da kendisini, o mal rehin olmak üzere nikâhlandığını iddia etse, her
ikisi de eşit tutulur.
309 - İki hariçten, her biri malın
mülkiyetinde olduğuna ait delil getirse ve tarih söylese yahut (zilyed olmayan)
bir veya iki kişiden satın aldıklarına delil getirseler, tarihi eski olanın
delili yeni olanınkinden üstün tutulur. Sadece birisi tarihini beyan ederse hak
onun olur.
310 - İki kişi bir hayvanda hak iddia
etseler; bunlardan hayvana binen veya üzerinde yükü olan daha haklı olur (F).
Biri semere öteki hayvanın terkisine binmişse, biri gömleği giyinmiş, öteki ise
tutunmuşsa, semere binen ve gömleği giymiş olanlar daha haklı görülürler.
311 - Kumaşı dokumuş olduğunu ve
yavruyu hayvanın yavruladığını iddia edenin delili mutlak mülk iddiasında
bulunanın (yani sadece bunların
kendisinin olduğunu iddia edenin) delilinden daha üstündür.
312 - İki şahit ile üç (F) ve daha çok
şahidi olanların delilleri arasında bir fark yoktur.
Tehalüf / Karşılıklı Yeminleşmek
313 -Bir alış-veriş davasında, satıcı
ile alıcı fiyat veya alış-veriş konusu olan malda anlaşmazlığa düşerlerse,
bunlardan delil getiren üstün tutulur. Her ikisi de delil getirse mal veya
paranın daha fazla olduğunu iddia edenin delili üstün olur.
314 - Eğer alıcı ve satıcıdan hiç
birinin delili yoksa, satana: "Ya müşterinin iddia ettiği malı teslim
eder veya satışı fesh ederiz" denilir. Müşteriye de "Satıcının
iddia ettiği parayı teslim et, yoksa satışı fesh ederiz" denilir. Bu
tekliflere razı olmazlarsa hâkim her ikisine de (diğerinin davası üzerine)
yemin verdirir ve alış-verişi bozar. Önce satıcı yemin eder.
Satış aynî bir mübadele [42] ise
hâkim, önce istediğine yemin verdirir. Biri yemin etmekten çekinirse diğerinin
iddiasını kabullenmek mecburiyetinde kalır.
315 - Müşteri ile satıcı; müddet yahut
muhayyerlik şartı veya paranın bir kısmının ödenip ödenmediğinde anlaşmazlığa
düşseler her ikisi yeminleşmez, söz inkâr edenin olur (yani sadece o yemin eder).
316 - Satılan mal helak olduktan
sonra ihtilâfa düşüldüğünde yine yeminleşmezler, söz müşterinin olur. Satılan
malın bir kısmı helak olduktan sonra anlaşmazlık başlarsa yine yeminleşmezler.
Ancak satıcı helak olan kısma düşen paradan vazgeçerse, yine her ikisine yemin
ettirilir.
317 - Menfaatten hiç bir şey
alınmadan önce kira parasında veya menfaatin miktarında anlaşmazlığa
düşüldüğünde her ikisi de yemin eder ve aldıklarını geri iade ederler.
318 - Menfaatin tamamı alındıktan sonra anlaşmazlık olursa her ikisine
birden yemin verilmez. Söz kiralayanındır. (Yani sadece kiralayan yemin eder). Menfaatin
bir kısmı alındıktan sonra anlaşmazlık olmuşsa her ikisi de yemin eder ve kalan
müddet hakkında kira feshedilir. Geçen müddet hakkında da söz kiracının olur.
319 - Alışverişi karşılıklı olarak
kaldırdıktan sonra (daha satıcı malını geri almadan önce) bir ihtilâf olursa
her ikisi de yemin eder ve alış-veriş geri döner.
320 - Mehir konusunda anlaşmazlık
olunca, karı-kocadan hangisi delil getirirse onun delili kabul edilir. Eğer her
ikisi de delil getirirse kadının delili makbul olur. Her ikisinin de delili
yoksa yeminleşirler. Hangisi yemin etmekten çekinirse onun aleyhine hüküm
verilir. Her ikisi de yemin ederse kadına emsallerine göre mehir takdir edilir.
Bu mehir kadının iddia etmiş olduğu mehir kadar veya ondan daha çok olursa
kadının sözüne göre hüküm verilir. Eğer kocanın iddia etmiş olduğu mehir kadar
veya ondan daha az tutarsa, kocanın iddiasına göre hüküm verilir. Emsale göre
takdir edilen mehir kadının dediğinden az ve kocanın dediğinden fazla çıkarsa,
doğrudan doğruya emsal mehre hüküm verilir.
321 - Karı-koca, ev eşyasında
anlaşmazlığa düşerlerse kadınlara elverişli olanlar kadının, erkeklere
elverişli olan eşyalar da erkeğin olur. Karı - kocadan biri ölür de mirasçıları
diğeri ile anlaşmazlığa düşerlerse, her ikisine de elverişli olan eşyalar,
hayatta kalan eşin olur.
322 - Efendi ile köle kitabet [43] bedelinin miktarında ihtilâf
ederlerse her ikisi de yemin etmezler.
Nesep Davası
323 - Satılan bir cariye, satıldıktan
sonra, altı ay geçmeden bir çocuk doğurur ve onu satan, bu çocuğun kendisinden
olduğunu dava ederse, çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. Cariye ümmü velet [44] olur. Alış-veriş bozulur ve cariye
için ödenen para da geri verilir (SM). Müşterinin bu durumda, köleyi satan
efendi ile olan davası kabul edilmez.
324 - Çocuk öldükten sonra, satan onun
kendisinden olduğunu iddia etse cariye, artık onun üram'ü veledi olmaz.
325 - Cariye öldükten sonra, altı aydan
önce doğmuş olan çocuğun kendisinden olduğunu iddia ederse, çocuk kendisine ait
olur. Cariyeyi kaça sattı ise, o parayı tamamen geri öder.
326 - Cariye, satıldıktan sonra altı ay
ile iki sene arasında çocuk doğurursa, müşteri satanın; çocuğun kendisinden
olduğu hakkındaki iddiasını tasdik ederse, çocuk satanın olur ve satış fesh
edilir. Tasdik etmezse çocuk kendisinin olur.
Satılışından iki sene geçtikten sonra artık satıcının davası dinlenmez.
Satış fesh olmaz, çocuk azad olmaz, cariye de kendisinin ümmü-ü veled (efendisinden
çocuk doğuran cariye) ‘i olmaz.
327 - İkiz çocuklardan birinin
nesebini iddia eden için ikisinin de ondan nesebi sabit olur.
İKRAR [45]
328 - İkrar,
ikrar eden (mukır) aleyhine bir
delildir.
329 - İkrar
edenin akil ve baliğ olması şarttır.
330 -
Lehine ikrar edilenin (mukarrun leh) yani hak sahibinin belli olması da
şarttır.
331 - Belli bir şeyi ikrar etmek
sahih olduğu gibi, belli olmayan bir şeyi ikrar etmek de sahihtir. Ve belli olmayan şey açıklanır. Bir kimse
"bende falan adamın bir malı var veya bir hakkı var" derse bu
adamın, kıymet taşıyan bir malı ve hakkı açıklaması gerekir. Hak sahibi, ikrarda
bulunanı bu açıklamasında yalanlarsa söz, yemini ile beraber ikrarda bulunanın
olur.
332 - Bir mal ikrarında malın
kıymetinin bir dirhemden daha az olmaması gerekir. Eğer "büyük bir mal"
denilmişse bu mal, söylediği malın nisap miktarı olur. Zekâta tâbi olmayan
malda nisap miktarının kıymeti olur. Eğer; "Onun bende çok malları var"
diye ikrarda bulunulmuşsa, üç nisap miktarını dolduran malın olduğu düşünülür.
"Onun bende dirhemleri var", ikrarı ile üç dirhemden aşağısı
kabul edilmez, ikrarında "çok dirhem alacağı var" derse, on
dirhemden aşağı açıklaması kabul edilmez. "Şöyle bir dirhem"
sözünden bir dirhem anlaşılır. "Onun bende şu kadar, şu kadar dirhemi
var" ikrarı ile on bir dirhemden aşağı sözü kabul edilmez. "Onun
bende şu kadar, şu kadar şu kadar dirhemi var" şeklinde üç tekrar
yapılmışsa bu da en azından on bir dirhemi gösterir: "Şu kadar ve şu
kadar" yani arada "ve"
bağı bulunan ifadeyle yirmi birden aşağısı, kabul edilmez. Eğer bu şekilde (ve) bağı ile üç tekrar yapılmışsa,
yirmi bire yüz ilâve edilir. Dört tekrar yapılmışsa bin ilâve edilir.
333 - Bütün ölçü ve tartı ile satılan
mallarda da yukarıdaki gibi hareket edilir.
334 - İkrar eden ikrarında "Yüz
ve bir dirhem demişse" bunun yüz bir dirhem olduğu anlaşılır. Tartı ve
ölçü ile satılan mallar için de durum aynıdır.
İkrarda "Yüz ve bir elbise" denilirse, bu sadece bir
elbise olduğunu gösterir ve "100"ün de ne olduğunun açıklanması
gerekir. "Yüz ve iki" sözü de böyledir. Fakat “Yüz ve üç
elbise" doğrudan doğruya, 103
elbiseyi ifade eder (F).
335 - İkrar eden, "Onun
üzerimde bir alacağı var" derse borcu olduğunu anlatmış olur. Fakat
böyle değil de; "yanımda beraberimde, evimde" demişse,
bunlarla bir emaneti ikrar etmiş olur.
336 - Alacaklı borçluya "benim
sende bin lira alacağım var" der, o da "Onu tart al”,
yahut “onu boz al veya onu tehir et”, “yahut onu sana ödedim veya ben onu sana
tecil ettirdim" derse, bu sözleri ile ikrarda bulunmuş olur. Fakat yukarıdaki
sözlerde zamir kullanmazsa ikrarda bulunmuş olur. Fakat yukarıdaki sözlerde
zamir kullanmazsa ikrarda bulunmuş olmaz.
337 -
Borçlu, tecil edilmiş bir borç ikrar eder, alacaklı da hemen ödenmesi
gerektiğini iddia ederse, alacaklıya tecilli olmadığına yemin ettirilir (F).
Sünnete gelince Hz. Peygamber
(S.A.V) Mâiz ile Gâmidiyye adlarında bir erkekle bir kadını; zina ettiklerini
huzurunda birkaç defa ikrar etmeleri üzerine recm etmiştir. Bu asîf diye tanınan hadiste anlatılır.
Sübülü's-Selâm adlı eser, bunu Ebû Hureyre (R,A)'den nakleder. (Buharî, Hudut, 30–33–46.
Tirmizî Hudut, 5–8).
İkrar hakkında icma da vardır;
ikrar töhmetsiz doğruluktan sadır olmuştur. İnsan yaradılış itibari ile malı
çok sevdiğine göre, o malın başkasına ait olduğunu ikrarda yalancı olamaz.
Mukır: ikrar eden.
Mukarrun leh: Hak sahibi, yani kendi lehine ikrar yapılan kimse, ikrar
sarih, açık sözlerle olduğu gibi, zımnî ve delâlet yolu ile de olur.
338 -
Yüzük borcu olduğunu ikrar eden kimsenin, hem halkasını ve hem de taşını
vermesi lâzım gelir. Kılıç borcu ikrarı içerisine kılıcın demir kısmı, kını ve
bağı dâhil olur. Mendile bağlı bir elbise ikrarına mendil de girer.
339 – “Benim
beşte beş lira borcum var" sözü ile çarpmayı irade etse bile beş lirayı
ikrar etmiş olur. "Onun bende birden on liraya kadar alacağı var"
yahut "bir lira ile on lira arasında alacağı var" ikrarına
göre dokuz lira vermek gerekir (S.M.F).
340 -
Anne karnındaki çocuk ile ikrarda bulunmak caizdir ve mülkü olmaya elverişli
(F) bir sebep söyleyince anne karnındaki çocuk için ikrarda bulunmak da caiz
olur.
İkrarda İstisna Yapmak / Hariç Tutmak
341 - İkrar
edilen bir hakkın tamamından, hemen bu ikrara bitişik olmak şartı ile bir kısmını
istisna etmek sahihtir. Geriye kalan kısmı ödemek gerekir. İkrar edilen
miktarın tümünü istisna etmek batıldır, (yani ikrar ettiği şeyin tümünü vermesi
gerekir).
342 -
Bir kimse ikrarına "İnşallah" diye başlarsa, bununla bir hakkı
ikrar etmiş olmaz. Melekler ve cinler gibi ne diledikleri belli olmayan
varlıkların dileklerine bağlı ikrarda bulunmak da yine böyledir.
343 -
Bir kimse, bir dinarı veya bir ölçek buğdayı müstesna olmak üzere, yüz dirhem
borcu olduğunu ikrar etse, yüz dirhem, bir- dinar (MZ) veya bir ölçek buğdayın
kıymetleri çıkartılarak ödenir. Bütün ölçülen ve tartılan (M) ve sayı (Z) ile
satılan mallarda da istisna edilenler ikrar edilen borçtan kıymetlerine göre
hariç tutulurlar.
Bir elbisenin, koyunun veya bir
konağın istisna edilmesi (ikrar edilen paradan hariç tutulması) ise sahih
değildir.
344 -
Bir kimse malı Zeyd'den gasp ettiğini söyleyip arkasından "hayır bilakis
Amr'den" derse, bu mal Zeyd'in olur ve ayrıca o malın kıymetini Amr'e
tazmin eder (F).
345 -
Eğer bir kimse iki şeyi ikrar edip, sonra onlardan birini ve ötekinin de bir
kısmını istisna etse (hariç tutsa) bu
ikrar bâtıl olur (SM). Onlardan birinin bir kısmını yahut her ikisinin bir
kısmını hariç tutmak ise sahihtir ve hariç tutulan şey kendi cinsine sarf
olunur.
346 Bir konaktan
binasının istisna edilmesi bâtıldır. "Konağın binası benim, arsası ise
falan adamındır" sözü ile bina kendisinin ve arsası da ikrar ettiği
adamın olur.
347 -
Bir kimse "satın alıp teslim almadığım kölenin parasından bin lira borcum
var" der ve köleyi de tayin etmezse bin lira vermesi gerekir (SM). Eğer
köleyi tayin eder ve sahibi de onu kendisine teslim ederse bin lirayı vermesi
borç olur, aksi halde olmaz.
348 -
Domuz veya içki parasından borcu olduğunu söyleyene bu borç lâzım gelir.
349 -
Eğer bir kimse "satın aldığım eşyanın parasından veya bana verdiği borçtan
dolayı falana borcum var" der, sonra da "O kalp veya düşük
bakır para idi" der, hak sahibi de; "O yeni, geçerli paradır"
diye iddiada bulunursa geçerli para olduğuna karar verilir. Fakat, "O parayı ondan gasp etmiştim"
veya "Yanımda emanet bırakmıştı" derse, paranın kalp veya
düşük bakır para olduğu hususundaki iddiası kabul edilir. Fakat kurşunî para
veya gümüş karışımı adi bir para olduğu iddiası bunların ikrarından hemen sonra
yapılmışsa kabul edilir. Aksi halde sonradan yapılan iddia kabul edilmez.
Sıhhatli
İken ve Ölüm
Hastalığında İkrar Edilen Borçlar
350 -
Bir kimsenin, sıhhatli iken edindiği borçları ve hasta iken bilinen bir
sebepten (bir şeyi satın almak, borç almak, başkasının malını telef etmek
v.s.'den) ileri gelen borçları, ölüm hastalığında iken ikrar etmiş olduğu
borçlarından (ödemedeki sıra yönünden) öne alınır. Ölüm hastalığında iken ikrar
edilen borçlar da mirastan önce alınır.
351 - Hastanın
mirasçılardan birine bir borç veya bir mal ikrar etmesi hükümsüzdür. Ancak
diğer mirasçılar bunu kabul ederlerse bu ikrar geçerli olur.
352 -
Bir kimse, hastalığında ailesini üç talak ile boşar ve sonra onun için bir
ikrarda bulunup ölürse, kadın mirasın ve ikrar edilen hakkın hangisi daha az
ise onu alır.
353 - Hasta,
mirasçı olmayan bir yabancı için ikrarda bulunur ve sonra onun kendisinin oğlu
olduğunu söylerse ikrarı hükümsüz kalır. Fakat bir kadın için böyle bir ikrarda
bulunup sonra onunla evlenirse, bu ikrarı geçerli olur.
354 -
Bir erkeğin "Bu benim çocuğumdur, ana ve babamdır, ailemdir, kölemdir",
tarzındaki ikrarını bu kimseler tasdik ederlerse sahih olur. Kadının da ikrarı
erkeğin ikrarı gibi sahih olur. Ancak bir çocuğun, kendisinin olduğunu ikrar
etmesi kocasının tasdikine veya ebenin tanıklığına bağlıdır.
Babası ölen kimse, birisinin
kardeşi olduğunu ikrar etse, bu kimse mirasta kendisine ortak olur. Fakat
nesebi babasından sabit olmaz.
ŞAHİTLİK
355 - Hâdiseye şahit olmasından dolayı
şahit tayin edilenin istenildiği zaman bundan çekinmeğe hakkı yoktur. Şahitlik
vazifesini üzerine aldıktan sonra, kendisinden şahitlik yapması istenildiği
zaman hak; başkası ile ispat edilemeyecekse, şahitlik yapması farz olur.
356 - Had cezasını gerektiren suçlarda
şahit, şahitliğini gizlemekle açıklamak arasında muhayyerdir. Şahitliğini
gizlemesi ise daha iyidir. Hırsızlığa şahit olunca (malı çalmanın-hakkını
korumak için) "Bu malı aldı" der. "Çaldı" demez.
357 – [46]Şahitliğin Nisabı
1) Zina suçu için, dört erkeğin
şahitlik yapması lâzımdır.
2) Zinadan başka had ve kısas
cezalarını gerekli kılan suçlar için, iki erkek şahit gerekir.
3) Yukarıdaki iki maddeden başka hukuk davalarında, iki erkek yahut iki erkekle bir kadının (P) şahitlikleri kabul olunur.????
3) Yukarıdaki iki maddeden başka hukuk davalarında, iki erkek yahut iki erkekle bir kadının (P) şahitlikleri kabul olunur.????
4) Doğum, bakirelik ve kadınlığa ait
kusurlar gibi erkeklerin bilemeyeceği hususlarda, tek bir kadının şahitliği
kabul edilir. Çocuğun cenaze namazının kılınması için, doğarken sesinin
çıktığına ait kadınların yapmış olduğu şahitlik makbuldür. Fakat bu şahitlik
miras için geçerli değildir (SM).
358 - Şahitlerde Bulunması Gereken
Özellikler
1) Âdil olmak,
2) Şahidin "Şahadet ederim"
sözünü kullanması şarttır,
3) Hür olmak,
4) Müslüman olmak.
359 - Kısas ve had cezaları ile ilgili
davalardan başka davalarda, Müslüman şahitlerin âdil oldukları düşünülür (S.M.F.).
Hasmı, şahitlerin durumuna ta'n (ayıplamak,
kınamak, kötülemek, suçlamak) ederse, o zaman bunların
tezkiyesi (âdil olup olmadıklarının araştırılması ” yapılır.
Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre; bütün hukuk davalarında hasım olan
taraf; ta'n etse de etmese de
gizli ve açık olarak şahitler tezkiye edilirler ki, fetva da buna göre
verilmiştir.
360 - Hâkimin sadece gizli tezkiye ile
yetinmesi caizdir. Tezkiyeyi yapan şahsın "O âdildir (F), şahitlik
yapması caizdir" demesi gerekir.
361 – Şahitleri, davalının tezkiye
etmesi kabul değildir (SM). Bir kişinin tezkiye etmesi yeterli olur (F).
Hukuk ve Akitlerde Şahitlik
362 -
Bir kimsenin şahit gösterilmeden; akitlere ve hukuka dair bütün duyduklarına ve
gördüklerine şahitlik yapması caizdir. Şahitlik üzerine şahitlik yapmak ise
böyle değildir. Çünkü şahit tutulmadan başkasının yaptığı şahitliğe şahitlik
etmek caiz olmaz.
363 -
Tam bir açıklıkla görmeden, bir şey hakkında şahitlik yapmak caiz değildir.
Ancak nesep, ölüm, bir kimsenin ailesi ile münasebeti, nikâh, hâkimin velayeti
ve vakfın aslı gibi davalarda (güvenilir kimseden duyarak şahitlik etmek) caiz
olur.
364 -
Köle ve cariyeden başka şeylerde mutlak mülk davasına şahitlik yapmak da
caizdir.
365 -
Şahit olan, bir hâdiseye dair kendi yazısını gördüğü zaman o hâdiseyi
hatırlamadıkça şahitlik edemez.
366 -
Yalancı şahitler halka teşhir edilirler, fakat cezalandırılmazlar(SM) [47]
367 -
Şahitliğin davaya uygunluğu şarttır.
368 –
1) Her iki şahidin sözde ve manada
bir olmalarına itibar edilir (SM). Meselâ, şahitlerden biri, borcun bin lira
diğeri de iki bin lira olduğuna şahitlik yaparsa bu şahitlik kabul edilmez
(SM).
2) Her
iki şahit de bir kimsenin bir inek çalmış olduğuna şahitlik yapsalar fakat
renginde ihtilâf etseler, hırsızlık sabit olup el kesme cezası verilir. Fakat
erkeklik ve dişiliğinde anlaşamazlarsa suç sabit görülmeyip el kesilmez.
3)
Şahitlerden ikisi; Zeyd'in, kurban bayramında Mekke'de öldürüldüğüne, diğer
ikisi de Kûfe'de öldürüldüğüne şahitlik yapsalar, hepsinin şahitlikleri ret
edilir. Şahitlerden ikisi diğer ikisinden daha önce gelip şahitlik yapsalar ve
hüküm bunlara göre verilse sonraki şahitlik hükümsüz kalır.
369
- Şahitlikleri Kabul Edilmeyenler
1)
Âmânın şahitliği kabul edilmez [48].
2) Bir
kimseye zina suçunu iftira etmiş olmasından dolayı had cezasına çarptırılmış
olanın şahitliği (SZ), kabul edilmez.
Bunlar tövbe etseler de şahitlikleri kabul edilmez. Fakat Müslüman
olmadan önce böyle bir cezaya çarptırılan, sonradan Müslüman olursa şahitliği
kabul edilir.
3)
Ana-babanın, çocukları ve aşağıya doğru torunları lehine; çocukların da,
ana-babaları ve yukarıya doğru dede ve nineleri lehine şahitlik yapmaları kabul
edilmez. Bir kimse, kölesine ve mükâteb kölesine de şahitlik yapamaz.
4) Karı
ve kocadan (F) biri diğeri için şahitlik yapamaz.
5)
Ortaklardan biri, ortaklıkları ile ilgili bir iş davasında diğer ortağı lehine
şahitlik yapamaz.
6) Bir
kimsenin özel işçisinin (Ecîri has)
, kendine şahitliği,
7)
Kendilerini kadınlara benzeterek adî işleri yapanların şahitliği,
8) Ölü
arkasından bağırıp çağırarak ağlayan, kadınların ve insanlara şarkı söyleyenlerin
şahitliği,
9)
Eğlenmek için devamlı şarap içenlerin şahitliği,
10)
Kuşlarla oynayıp eğlenenlerin şahitliği,
11) Had
cezasını gerektiren büyük günahlardan birini işleyenin şahitliği,
12) Faiz
yiyenlerin şahitliği,
13)
Satrançla kumar oynayanların şahitliği,
14)
Hamama peştamalsız çıplak girenlerin şahitliği,
15)
Sokakta giderken bir şey yemek ve yol üzerinde küçük abdest yapmak gibi hafif
işler yapanların şahitliği,
16)
Selefe (Sahabe-i kiram, tabiîn, müctehidler v.s. büyüklere) sövenlerin
şahitliği kabul değildir.
17)
Dünya menfaatleri yüzünden aralarına düşmanlık girenlerin birbirlerine
şahitliği kabul edilmez. Aralarındaki husumet, dinî sebepler yüzünden ise şahitlikleri
kabul edilir.
18)
Zimmet ehlinin birbirlerine şahitlik yapması (dinleri değişik olsa da) kabul
edilir. Fakat müste'men (yabancı uyruklu olup Müslümanlardan emniyet kâğıdı
alan) in zimmîye şahitlik yapması kabul edilmez. Zimmînin ise ona şahitlik
yapması kabul edilir (F).
19)
Sünnetsiz, buruk ve zinadan doğan çocuğun ve hünsa’nın (hem erkek ve hem de
kadın uzvu olan veya cinsiyeti belli olmayanın) şahitlikleri kabul olunur.
370 -
Şahitlik hususunda muteber olan, şahidin şahitlik yaptığı zamandaki durumudur.
Yoksa olayı gördüğü veya işittiği zamandaki durumu değildir.
371 - Bir
insanın iyilikleri kötülüklerinden çok olursa, onun şahitliği kabul edilir.
Şahitlik Üzerine Şahitlik Etmek
372 -
Şüphe ile düşmeyen (F) bütün davalarda şahitlik üzerine şahitlik yapmak
caizdir.
373 -
Bir sabide bir kişinin şahit olması caiz değildir. İki kişinin iki şahide şahit
olması ise caizdir.
374 - Şahitlik üzerine şahitlik şöyle olur:
Asıl şahit, 2. derecede şahit
tutacağı kimseye "Falanın benim yanımda şunu ikrar ettiğine benim
şahit olduğuma şahit ol" der.
2. derecedeki şahit hâkim
huzurunda şahitlik yaparken: "Ben falanın, kendi yanında falan
kimsenin şunu ikrarına şahit olduğuna beni şahit tuttuğuna ve bana "şuna
şahitliğime şahit ol" dediğine şahitlik ederim" der.
375 - İkinci
derecedeki şahitlerin şahitliği, asıl şahitler özürleri yüzünden mahkemeye
gelemedikleri zaman kabul edilir.
376 - İkinci
derecedeki şahitler asıl şahitleri tezkiye edebilirler. Onlar hakkında bu
konuda bir şey söylememeleri de caiz olur.
377 - Asıl
şahitler, kendi şahadetlerini inkâr ederlerse, ikinci derecedeki şahitlerin
şahitliği kabul edilmez.
378 - Bir
kimseyi tanıtmak için, dedesini veya soyunu, kabilesini söylemek gerekir. Bir
kimseyi bir şehre ve büyük bir mahalleye nispet etmek umumîlik ifade eder.
Küçük sokağa nispet etmek ise özellik ifade eder.
Şahitlikten Dönmek
379 - Şahitlikten
dönmek ancak hâkim önünde olursa sahih olur. Hüküm verilmeden önce şahitler,
şahitliklerinden dönerlerse şahitlik yapmamış gibi olurlar. Hâkim hüküm
verdikten sonra dönerlerse, verilen hüküm artık bozulmaz, şahitlikleri
yüzünden verdikleri zararı öderler.
380 - İki
şahit, bir mal için şahitlik yaparlar ve hâkim de bu mal hakkında hüküm verip
davacı bu malı aldıktan sonra şahitler sözlerinden dönerlerse aleyhine
şahitlik yaptıkları kimseye o malı öderler. Eğer şahitlerden biri dönerse
yarısını tazmin eder.
381 –
1)
Şahitlikten dönmek konusunda; dönen şahide değil dönmeyen şahide itibar edilir.
2) Eğer
şahitler üç kişi olur da bunlardan yalnız biri dönerse, dönenin bir şey
ödemesi gerekmez. Şahitlerden biri daha dönerse dönen bu iki şahit, malın
yarısını öderler.
3) Eğer
bir erkek ile iki kadın şahitlik yapar da, kadınlardan biri dönerse onun
üzerine malın dörtte birini ödemek düşer. Kadınların ikisi de dönerse bu iki
kadın malın yarısını öderler.
4) Eğer
bir erkekle on kadın şahitlik yapar da sonra hepsi şahitliklerinden dönerlerse
erkek 1/6'ini, kadınlar da geriye kalan 5/6'ini öder (SM).
5) Bir
mal için, iki erkek ve bir kadın şahitlik yapar ve sonra hepsi dönerse; sadece
erkekler tazmin eder, kadın bir şey ödemez.
382 -
Bir nikâhın, emsal mehirden daha az bir paraya kıyıldığına şahitlik yapanlar,
sonra bundan dönerlerse bir şey ödemeleri gerekmez. Fakat emsal mehirden daha
çok parayla kıyıldığına şahitlik yapıp dönerlerse fazla olan miktarı kocaya
öderler.
383 -
Zifafa girmeden önce bir kimsenin karısını boşadığına şahitlik yapıp, sonra bu
şahadetten dönenler mehrin yarısını (F) öderler. Fakat zifaftan sonra yapılan
boşamaya şahitlik yapıp dönenler bir şey ödemezler (F).
384 - Kısası
gerektiren bir suça şahitlik yapanlar (hüküm verilip kısas tatbik edildikten
sonra) bundan dönerlerse, ölenin diyetini öderler. Asıl şahitlere şahitlik
edenler dönerlerse bu sefer diyeti bunlar öderler. Asıl şahitler
şahitliklerinden dönerler de "Biz şahitliğimize 2. derecede şahit
tutmadık" derlerse artık 2. derecedeki şahitler bir şey tazmin
etmezler.
385 - İhsan' [49]’a
şahitlik yapıp sonra dönenlere tazmin gerekmez.
386 - Bir
kimsenin yemin ettiğine şahitlik edenlerle şart ettiğine (ailesini boşamak ve
kölesini azad etmek gibi hususlarda) şahitlik edenler şahitliklerinden
dönerlerse tazmin, yemine şahitlikten dönenlere düşer.
387 -
Şahitleri tezkiye edenler (müzekkîler)
tezkiyelerinden dönerlerse sebep oldukları zararı öderler.
388 - Vekâletin
sahih olabilmesi için müvekkil
(kendi yerine vekil tayin eden)’in tasarruf etmeye malik olması ve
tasarruflarından doğan hükümlerin kendisine lâzım gelmesi gerekir.
389 - Vekilin
de salahiyetli kılındığı işe aklı ermesi ve o işi benimsemesi şarttır.
390 - Müvekkilin
bizzat kendi başına yaptığı akitlerde bir başkasını vekil tayin etmesi
caizdir.
391 - Her
çeşit hukuk davalarının ve haklarının alınması, verilmesi için vekil tayin
etmek caizdir. Ancak had (S) ve kısas cezasını gerektiren davalarda vekil
tayin etmek caiz olmaz. Çünkü müvekkil olmadan had ve kısas cezalarına ait
hakkın istenmesi caiz olmaz[51].
392 -
Müvekkilin, hasta veya yolcu olması müstesna, hasmın rızası olmadan bir davaya
vekil tayin etmek caiz değildir.
393 –
Vekil; alış-veriş, kira ve yapılan
ikrardan sulh olmak gibi yaptığı akitleri kendisine izafe ederse bu işlerden
doğan bütün haklar kendisine taalluk eder; satılan malı teslim etmek, para
almak, bir kusurdan dolayı malı geri vermek ve diğer işler gibi. Ancak hacr
altına alınmış olan çocuk ve köle böyle değildir. Bunların yaptığı akitler caiz
olur ve bu akitlerle ilgili haklar müvekkillerine taalluk eder.
394 -
Vekil satın aldığı malı müvekkiline teslim ederse, müvekkilin izni olmadan
maldaki kusur yüzünden onu geriye iade edemez.
395 – Müşteri,
satın aldığı malın bedelini müvekkile vermemek hakkına sahiptir. Fakat
müvekkile ödemesi de caiz olur.
396 -
Vekilin, müvekkili adına yaptığı her akitten doğan haklar müvekkile ait olur.
Nikâh, mal karşılığında boşanmak, kasden adam öldürme cezasından sulh olmak,
mal karşılığında köleyi azad etmek, kitabet, inkâr edilen bir haktan sulh
olmak, hibe, sadaka, ödünç vermek, emanet bırakmak, rehin, borç vermek, şirket
kurmak, mudarabe ortaklığı kurmak
gibi.
Satmaya ve Satın Almaya Vekâlet
397 -
Bir malı satın almaya vekil tayin eden kimsenin; o malın vasfını, cinsini veya
ödenecek bedelin miktarını söylemesi gerekir. Ancak vekile "uygun
gördüğünü al" denilirse, bir açıklamada bulunmak gerekmez.
398 -
Belirli bir malı satın almaya vekil edilen kimsenin, o malı kendisine almaya
hakkı yoktur.
399 -
(Para cinsi belirtilmeden) bir malı satın almaya vekil olan kimse onu dinar ve
dirhem paradan başka para ile alırsa veyahut da müvekkil tarafından cinsi
bildirilen paradan başka çeşit para ile satın alırsa yahut vekil kendi yerine
başka bir vekil tayin ederse alış-veriş kendi adına yapılmış olur.
400 –
Eğer, satın alınacak mal belirtilmemişse, vekil bunu kendi adına satın almış
olur. Ancak parasını müvekkilin malından öderse veya müvekkil için satın almaya
niyet etmişse, mal müvekkil için satın alınmış olur.
401 -Sarf
ve selem akitlerinde vekilin ayrılmasına itibar edilir, müvekkilin ayrılmasına
itibar edilmez.
402 -
Bir kimse diğerine yiyecek alması için para verirse bu buğday ve ununu almaya
vekâlet sayılır. Bir görüşe göre de, para çoksa; buğday almaya, az ise; ekmek
almaya, orta ise; un almaya vekil kılınmış olur.
403 - Vekil,
aldığı malın bedelini kendi parası ile öderse müvekkilden parasını alıncaya
kadar malı yanında alıkoymak hakkına sahip olur. Mal hapsedildikten sonra zayi
olursa, parasını vekilin vermesi gerekir. (SZ).
404 -
Bir dirheme on kilo et almaya vekil tayin edilen kimse, bir dirheme on kilo
satın alınan etten 20 kilo alırsa müvekkilin yarım dirhem karşılığında on kilo
et alması gerekir.
405 - Bir
malı (fiyatı tespit edilmeden) satmaya vekil olan kimse, o malı noksan fiyata
(SM), va'de ile (SM) ve yine bir mal karşılığında (SM) satabilir. Veresiye
sattığı malın bedeli karşılığında rehin (SM) ve kefil de alabilir.
406 -
Müvekkilin, malın parasını müşteriden almaya hakkı yoktur.
407 - Bir
mal satın almaya vekil edilen kimse, o malı ancak emsallerinin kıymeti ve
herkesin aldanabileceği bir fazlalıkla (yani az bir aldanma ile) satın
alabilir. Bu az aldanma; ticaret malları için, 10 dirhemde yarım dirhem,
hayvanlarda bir dirhem, akarlarda ise, iki dirhem fazlasına almaktır.
408 -
Bir köleyi satmaya vekil tayin edilen, o kölenin yarısını (SM) satarsa caiz
olur (Z). Satın alma işinde ise müvekkilin iznine bağlı olur. Fakat husumetten
önce diğer yarısını da satın alırsa caiz olur.
409 - Vekil,
lehlerine şahitlik yapamayacağı (babası, anası gibi) kimselerle alış-veriş
akdinde bulunamaz. Ancak malı, onlara kıymetinden daha çok para karşılığında
satarsa o zaman caiz olur.
410 - Bir
iş için tayin edilen iki vekilden biri, diğeri olmadan (S) borcu ödemek,
emaneti geri vermek, karşılıksız köle azad etmek, boşama ve husumet (Z)
davasına bakmak hariç, tek başına hareket edemez.
411 - Vekil,
müvekkilin izni olmadan yahut, "görüşünle hareket et" demeden
başkasını vekil tayin edemez. Müvekkilin emri olmadan bir başkasını vekil tayin
eder de, bu ikinci vekil birincinin huzurunda bir akit yaparsa geçerli olur.
412 -Müvekkil
vekilini azletmek hakkına sahiptir. Vekilin, azle-dildiğini öğreninceye kadar
yaptığı tasarrufları geçerli olur.
413 - Vekil
ve müvekkilden birinin ölümü, devamlı delirmesi ve dinden dönmüş olarak düşman
yurduna katılması ile vekâlet ortadan kalkar.
414 - Mükâteb
köle borcunu ödemekten aciz kalırsa, alış-verişe mezun olan tasarruftan men edilirse
yahut ortaklar ortaklığı kaldırırlarsa vekilin haberi olmasa dahi vekâlet
kalkar.
415 - Müvekkil
vekil tayin ettiği bir işte tasarrufta bulunursa vekâlet kalkar.
416 - Bir
borcu almaya vekil olan, o konuda dava açmaya da vekildir (SM).
417 - Dava
açmaya vekil olan, İmam Züfer'in hilâfına olarak davalıdan malı kabz etmeğe de
vekildir. Fetva ise; İmam Züfer'in görüşüne göre verilmiştir.
418 - Bir
husumet davasında, vekilin hâkim huzurunda müvekkili aleyhine ikrarda bulunması
geçerli olur. Hâkim huzurunda olmazsa geçerli olmaz (SF).
419 - Bir
kimse gaip olan birisinin alacağını tahsil etmeğe vekili olduğunu iddia edip,
borçlu da tasdik etse borcunu ona vermesi (F) için emredilir. Alacaklı gelir
de vekilin, vekilliğini kabul ederse hal böyledir. Kabul etmezse, ikinci defa
ona ödemede bulunur ve vekile verdiğini eğer elinde mevcut ise ondan geri alır.
Zayi olmuşsa artık onu geri alamaz. Ancak vekili tasdik etmediği halde borcunu
ona vermişse bu durumda yine verdiğinin bedelini vekilden alır.
420 -
Bir kimse, emanet bırakılan malı almaya sahibi tarafından vekil edildiğini
iddia etse, kendisine emanet edilen tasdik etse bile yine emaneti ona vermekle emr
olunmaz. Eğer emanet bırakanın öldüğünü ve kendisine o malı miras bıraktığını
söyler de o da tasdik ederse, emaneti ona vermesi için emredilir. Fakat emanet
bırakandan, o malı satın aldığını iddia eder ve emanetçi de tasdik ederse yine
malı ona vermez.
421 - Kefalet:
Bir şeyin istenmesi hususunda kefilin
zimmetini asîlin (borçlu) zimmetine katmaktır.
422 -
Ancak bağışlamak hakkına sahip olan kimseler kefil olabilir.
423 - Kefalet iki kısımdır ve bunlara kefil
olmak caizdir:
1) Nefse
kefalet,
2) Mala
kefalet.
Nefse kefalet akdi: Kefil olacak kimsenin "onun kendisine veya
onun boynuna kefil oldum" sözleri ile meydana geldiği gibi, bedenin tamamını
ifade eden her hangi bir uzva ve beşte bir (1/5), onda bir (1/10) gibi orantılı
bir cüzüne kefil olmakla da meydana gelir.
Mala kefalet akdi: "Onu tazmin ederim, şu borç benim üzerimdedir, ödemek bana
aittir, ben borca kefilim, ben onun borcunu ödemeyi kabul ettim", gibi
sözlerle meydana gelir.
424 -
Nefse kefil olanın, o kimseyi muhakeme edilebileceği yerde hazır bulundurması
ve teslim etmesi gerekir. Bunu yaptığı zaman kefilliği sona erer. Eğer başka
bir şehirde teslim etmiş olsa yine kefaletten uzak olur.
Eğer belli bir zamanda teslimi
şart koşulmuşsa, kendisinden istendiğinde, o zaman içinde orada hazır
bulundurması lâzım gelir. Hazır bulundurmazsa, hâkim kendisini haps eder. Zaman
geçip kefili bulunduğu kimseyi de hazır bulunduramamışsa hâkim yine haps eder.
425 -
Hâkim, kefili haps ettikten sonra, asîli hazır bulundurmaktan âciz bulunduğunu
anlarsa serbest bırakır.
426 -
Kefil, asilin yerini bilmiyorsa onu getirmesi kendisinden istenemez.
427 -
Kefalet, kefilin ve hazır bulundurulması istenen kimsenin ölümü ile ortadan
kalkar. Fakat alacaklının ölümü ile kefalet kalkmaz.
428 -
Kefil, tayin edilen aydan önce, istenen kimse veya şeyi teslim ederse
kefaletten beri olur.
429 -
Kefil, alacaklıya "eğer onu sana teslim etmezsem onun üzerinde olan
bin lira borç benim üzerimdedir" der ve onu da teslim edemezse bin
lira borcu yüklenmiş olduğu gibi ayrıca kefalet de devam eder.
430 -
Sahih bir borç olunca mala kefil olmak caizdir. Şu kadar var ki, kitabet (kölenin efendisinden hürriyetini para
karşılığında satın alması), kölenin kazanç sahasına atılması, emanet, had
cezaları ve kısas bedellerine, kefil olmak sahih değildir.
431 – Kefalet,
sahih olunca alacaklı alacağını dilerse kefilden dilerse de asıl (esas borçlu)’dan
ister. Nasıl ki havalede alacağı muhil (borçlu)’den de istemek şartı koşulunca
bu, kefalet oluyorsa, burada da eğer asilden istememek şartı koşulursa bu
kefalet, havale olur.
432 – Kefalet, asilin emri ile caiz
olduğu gibi emri olmaksızın da caiz olur. Şu kadar var ki emri ile kefil
olmuşsa ödediğini asilden ister. Asilin isteği olmadan kendiliğinden kefil
olmuşsa ödediğini dönüp asilden alır.
433 -
Borç kefilden istenir ve sıkıştırılırsa, kefil de borçludan ister ve ödemesi
için onu sıkıştırır.
434 -
Borçlu borcunu öderse veya alacaklı onu borçtan ibra ederse kefil kurtulur.
435 -
Kefilin kefaletten kurtulması, borçlunun borçtan kurtulmasını gerektirmez.
436 - Borç asilden tehir edilince
kefilden de tehir olur. Fakat kefilden tehir edilince esas borçludan tehir edilmiş olmaz.
437 -
Alacaklı (alacağını almış olmasından dolayı) kefile: "Sen bu maldan
bana karşı beri oldun"
derse, kefil, ödediği borcu almak için asıla döner. Fakat "seni beri kıldım" derse esas
borçluya dönemez.
438 -
Kefaletten kurtulmayı bir şarta bağlamak sahih olmaz.
439 -
Bizzat kendileri ile ödenmesi gereken mallara kefil olmak sahihtir. Sevm-i şirâ (bir malın fiyatını koyup satılığa arz etme)
yolu ile satılıp kabz edilmiş mallara, gasp edilen mallara ve fasid olarak
satılan mallara kefil olmak gibi.
Kendilerinden başkaları ile ödenmesi
lâzım gelen malların bizzat kendilerine kefil olmak sahih değildir. Satılıp
daha henüz teslim edilmeyen mallara ve rehin verilen mallara kefil olmak gibi.
440 -
Kefalet ancak söz konusu olan mecliste (S) alacaklının (F) kabullenmesi ile
sahih olur. Ancak istisna olarak hasta kimse vârisine "benim
borçlarıma kefil ol" der ve o da buna kefil olursa, alacaklı orada
bulunmasa da kefalet yine sahih olur. Eğer hasta, vâris olmayan bir kimseye
bunu söylerse, onun kabul etmesi ile kefalet sahih olur mu, olmaz mı diye
hukukçular ihtilâf etmişlerdir.
441 - İflâs
etmiş (F) bir ölüye kefil olmak sahih olmaz.
442 -
Bir hakkın tahakkuk etmesi şartı gibi kefaleti, kefalete elverişli bir şarta
bağlamak caiz olur: "Falana satacağın malın parasına kefilim"
yahut "falanda sabit olacak olan alacağın benim üzerimdedir"
veya "falanın senden gasp edeceği şeyi ben ödeyeceğim",
ifadeleri ile olan kefaletler gibi.
443 -
Kefaleti, (satılan malın bir sahibi çıkıp) alma imkânı şartına bağlamak da
caizdir. “Hak sahibi olarak falan kimse ortaya çıkarsa parasını öderim"
sözü ile kefil olmak gibi.
444 -
Kefaleti, hakkı ele geçirmenin gecikmesi ve güçleşmesi şartına bağlamak da
caiz olur. "Eğer o adam ortadan kaybolursa, borcunu ben öderim"
sözü ile yapılan kefalet gibi.
445 - Kefaleti mücerret bir şarta
bağlamak caiz olmaz. "Eğer rüzgâr eserse veya yağmur yağarsa ben
kefilim" gibi. "Yağmurun yağacağı zamana veya rüzgârın esmesi
zamanına kadar kefilim", diye bir müddet konulursa (kefalet sahih
olmakla beraber) müddet sahih olmaz ve borcu hemen ödemek gerekir.
446 -
Bir kimse: "Senin onda olan
alacağına ben kefilim", der ve alacaklı fazla alacağı olduğuna şahit
getirirse, kefilin ödemesi gerekir. Şahidi yoksa söz kefilin olur ve asıl
borçlunun aleyhine olan ikrarı dinlenmez.
447 -
Muayyen bir hayvan ile yük taşıma işine kefil olmak sahih olmaz. Fakat muayyen
bir hayvan olmayıp herhangi bir hayvanla olursa sahih olur.
448 -
İki kişi üzerinde ortak borç olup bunlar birbirlerinin kefili olsalar
bunlardan biri tüm borcun yarısından fazlasını ödemedikçe diğerinden ödediği
parayı isteyemez. Yarısından fazla ödeyince o fazla miktarı arkadaşından alır.
449 -
İki kişi, bir kimsenin borcuna kefil olsalar, bunların her biri diğerinin kefili
olur. Biri borçtan ne kadar ödemişse, onun yarısını diğer kefilden alır.
450 -
Bir kimsenin diğerinin haraç vergisine, felaketten hissesine düşeni tazmine ve
haklı bir sebebe dayanan felaketlerin doğurduğu ihtiyaçları karşılamasına
kefil olması caizdir: Suyollarının ıslahı, bekçi ücreti, ordunun teçhizi ve
esir alınanların fidyesi gibi. Haklı bir sebebe dayanmadan yükletilen
külfetlere gelince, fıkıhçılar; bunun için kefil olmak da zamanımızda sahih
olur derler.
DİPNOTLAR
KELİMELER
VE AÇIKLAMALAR
[34]. Hacr: Lügatte mani olmak demektir. Harama da
hacr denilir; çünkü onda tasarruf etmek yasaklanmıştır.
İslâm
hukukunda hacr: Muayyen
bir kimseyi sözle olan tasarruflarından men etmektir.
Hacr altına alınan yani sözle olan
tasarruflarından men edilen kimseye mahcur denilir.
[35]. Bulûğa
ermeyen çocuk iki kısımdır:
1-
Mümeyyiz olmayan:
Alış-verişin ne olduğunu bilmeyen, kâr ve zararı ayırt edemeyen çocuktur.
2-
Mümeyyiz olan:
Alış-verişi, kar ve zararı bilen çocuktur.
[36]. Sefih: Malını boş yere sarf eden ve
masraflarında israf ve Tebzire:
(uygun olmayan yerlere harcamak) giderek malını telef ve zayi eden kimsedir.
(Bak. Mecelle, mad. 946)
Reşit: Malını korumak hususunda itina
göstererek sefahatten ve israftan kaçan kimsedir.
[37]. İmam Ebû Yusuf ve imam Muhammed'e göre: Reşît oluncaya kadar
malları kendisine teslim edilmez. Mecellede de bu görüşe yer verilmiştir
[38].
İzin:
Lügatte, bildirmek anlamındadır. Namaz vaktini bildirdiği için "ezan" kelimesi de
buradan gelmektedir. Hukukî ıstılah olarak izin, "hacri kaldırmak ve hukuk bakımından tasarruftan men edilmiş
olan kimseye bu hakkını vermek" demektir.
İzin sebebiyle tüccar, mezun ile
muamelede, akitlerde bulunabileceğini öğrenir, izin ile çocuk ve köle
tasarruflarda bulunmak, mal kazanmak ve kâr sağlamak yollarını elde eder. Allah
Teâlâ: “Yetimleri nikâh (çağına) erdikleri
zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz
mü mallarını onlara teslim edin..." (Nisa, a: 6) ayeti ile izin
vermeğe davette bulunuyor.
Mezun:
Kendisine izin verilen, hacri kaldırılan kimsedir.
[39]. Bu ona hizmet ettirmektir, ticaret değildir. Çünkü ticarette kâr
istenir.
[40]. İkrah: Yaradılış itibarı ile ve dinî ve hukukî bakımdan insanın çekindiği şeye karşı zorlanması demektir. Mecelle, ikrahı şöyle tarif eder: "Bir kimseyi korkutarak rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere haksız yere icbar etmektir."
Mükrih: Mücbir; zorlayan.
İkrah iki kısımdır:
1-
İkrâh-ı Mülcî: insan
öldürmek veya bir a'zayı kesmek, yahut bu ikisinden birine sebep olan şiddetli
dövmek ile yapılan ikrâh"tır.
2- îkrâh-ı
Gayr-ı Mülcî: "Yalnız keder ve elemi gerektirir.
Dövmek ve haps etmek gibi şeylerle olan ikrâh"tır. (Bak. Mecelle Mad.
949).
[41]. Dâva: Duâ kelimesinden gelir ki, istek demektir.
Istılah
da dâva:
"Bir sözdür ki, insan onunla başkası üzerinde olup inkâr edilen hakkını
ispat etmek ister."
Beyyine: (delil) Beyan kelimesinden türemiştir. Beyan: Açmak, açıklamak ve izhar
etmek dernektir.
Hukuk
dilinde beyan: "Davacının
iddiasının doğruluğunu gösteren ve hakkını
ortaya koyan delil" manasınadır.
Dava konusunda kaide, Hz. Muhammed
(S.A.V)'in şu sözüdür: "Eğer insanlara mücerred
davalarından dolayı istedikleri verilse, onlardan bir toplum, diğer toplumun
kan ve malını ister. Lâkin davacıya beyyine getirmek, davalıya da yemin etmek
düşer." Diğer bir rivayette:
" inkâr edene yemin düşer” denilir. (Buharî, Rehin, 6- İbni Mâce
Ahkâm, 7).
Hariç: Bir malı elinde bulundurmayan ve onda tasarrufta bulunmaktan uzak
olan kimsedir.
Mutlak mülk: Veraset veya bir kimseden satın almak gibi mülk edinmek sebeplerinden
biri ile kayıtlı bulunmayan mülktür. Böyle sebeplerle kayıtlı olan mülkiyete
mukayyet mülk denilir. "Bu ev benimdir", denilince mutlak mülk
iddiasında bulunulmuş olur. Fakat "bana bağışlandı", "satın
aldım" ifadeleri mukayyet mülkü ifade eder. Ayrı delil getirse her
biri dilerse köleyi yarı fiyatı ile alır, dilerlerse de haklarından vazgeçerler.
Birisi hakkından vaz geçince, öteki tamamına sahip olamaz. Bu durumda ikisi de
satın almış olduğu vakti bildirse, hak;
tarihi eski olanındır. Satın aldığı tarihi bildiren yahut malı kabz (sahip olma) etmiş olanın delili ötekinden daha üstündür.
[42].
Malı para karşılığında değil de
yine bir mal karşılığında satmaya aynî mübadele denilir. Paranın diğer cins
para karşılığındaki satışının hükmü de aynıdır.
[43]. Kitabet: Kölenin para veya
muayyen bir hizmet karşılığında hürriyetini efendisinden satın almasıdır.
[44]. Efendisinden
çocuk yapan cariyeye "Ümm-ü velet" denilir. Bu cariye artık
satılamaz. Bağışlanamaz, her hangi bir yere vakfedilemez. Efendisi ölünce hür
olur
[45]. İkrar:
Lügatte, hareket halinde olan bir şeyi durdurmak ve sabit kılmak mânalarına
gelir. Karar, sükûn ve sebat demektir. Bir duada da: "Allah onun gözünü ikrar etsin"
denilir. Yâni Allah ona yetecek şeyi versin de nefsi sakin olsun, başka şeye
tamah etmesin, anlamına söylenir.
Hukuk tabiri olarak ikrar: Başkasının kendi üzerinde bulunan hakkını haber vermek ve itirafta
bulunmaktır.
İkrar, hukukî bir delildir.
Kitap, sünnet, icma buna delâlet eder ve akıl bunu gerekli kılar. Allah
Kur'an'da: "Ey
iman edenler! Hak üzere olup, adaleti yerine getirmeye uğraşan hâkimler! Zengin
olsun, fakir olsun, kendinizin veya ana ve babalarınızın ve yakın
hısımlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yapınız. Çünkü Allah,
ikisinden de yakındır. Onun için gerçekten dönüp te nefsinizin arzusuna
uymayın! Eğer dilinizi eğip büker ve ya çekinirseniz, şüphesiz ki Allah, bütün
yaptıklarınızdan haberdardır."Nisa:135).
Bir insanın kendi aleyhine
şahadeti ikrar demektir, ikrar bir delil olmasaydı emredilir miydi? Diğer bir ayette
de: "Üzerinde
hak olan (borçlu)da yazdırsın (borcunu ikrar etsin) Rabbi olan Allah’tan
korksun. Borcundan hiç bir şeyi eksik bırakmasın..." (Bakara: 282) buyruluyor. Bu bir insanın kendi aleyhine ikrarıdır.
[46]. Şahadet: (Şahitlik yapmak): Asıl mânası bir yerde
hazır olmaktır. Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle demişti: "Ganimet
vak'aya şahit olanındır"
yani harpte hazır olanın demektir. Bir kimse harbe katılınca; "falan
harbe şâhid oldu"
denilir. Davaya şahit olmak da onda hazır bulunmaktır.
Şehit: Savaşta, kendisine ölüm gelen kimsedir.
Hatta muharebede yaralandıktan sonra oradan alınıp üzerinden bir namaz vakti
geçinceye kadar yaşasa şehit adını alamaz. Çünkü ölüm muharebede gelmemiş olur.
Hukukta Şahitlik: Şahitlerin hazır bulunup gördükleri bir
olayı haber vermeleri demektir. Bu şahitlik zina ve adam öldürme gibi fiillerde
olduğu üzere; ya görerek olur veya akit ve ikrarlardaki gibi işiterek olur.
Ta'n-ı Şuhut: Bir davaya şahitlik yapanların bu şahitliklerinde yalana olduklarına
dair davacı tarafından yapılan iddiadır.
Tezkiye: Temize çıkarma, aklama. Bir kimsenin iyi bir insan olduğunu kendisini tanıyanlardan
soruşturarak ortaya çıkarma.
Tezkiye-i Şuhut: Bir hadise hakkında şahitlik
yapan kimselerin, bu şahadete ehil olduklarının, başkalarından gizli veya açık
sorularak tespit edilmesidir.
Müzekki:
Tezkiyeyi yapan kimse.
[47]. İmam Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre bunlar
hapse atılır ve dövülürler de.
Rivayete
göre Hz. Ömer yalancı şahide 40 sopa atar ve yüzünü de siyaha boyattırır. Ebû
Hanife'ye göre; onu teşhir etmekle azarlama işi meydana gelmiş olur. Dövmek de
daha fazla azarlama vardır. Fakat bu onun yapmış olduğu yalancı şahitlikten
dönmesine mani olur. Hz. Ömer'in (R.A) işi ise siyasî idi. Teşhir işi şöyle olur: Hâkim ailesine veya herkesi toplayan
çarşısına onu gönderir ve onlara selâmını ilettikten sonra "Biz
bunu yalancı şahit olarak bulduk. Bundan sakının" der, halk da ondan sakınır.
[48]. İmam
Züfer'e göre; duyduğuna şahitlik yapmanın geçerli olduğu davalar da kabul
edilir, imam Ebû Yusuf’a göre hâdiseye şahit olduğu zaman görüyorsa sonradan
amâ olması şahitliğine zarar vermez.
[49]. İhsan kelimesi, Müslüman olmak, hür olmak ve sahih
bir nikâhla evli bulunmak manalarına gelir. İslâm hukukunda ihsan "had
cezasını yerine getirebilmek için hukuk yönünden bulunması gereken bir takım
sıfatların bir insanda toplanması"dır. Ö. N. Bilmen İslâm Hukuku.
[50]. Vekâlet: Bir işi başkasına havale etmek, dayanmak ve
itimat etmek demektir. Allah Teâlâ: “Kim Allaha güvenip dayanırsa O,
kendisine yetişir." (Talak, a: 3) buyurur.
Vekâlet
korumak manasına da gelir. Kur'an'da: "Allah
bize yeter. O, ne güzel bir vekildir." (Âl-i İmran, a: .173) denilir. Burada "vekîl" koruyucu manasınadır.
İstilahta
vekâlet: Bir
kimsenin kendisinin yapabileceği bir işini muhtelif sebeplerle başkasına
yaptırmasıdır.
Vekâlet,
kitap ile meşru kılınmıştır: Kur'an'da:
“Şimdi siz bu paranızla birinizi şehre gönderin de
baksın, hangi yiyecek daha temiz ise ondan
size bir rızık getirsin."
(Kehf, a: 19) buyurulur.
[51]. İmam
Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre vekil tayin etmek için hasmın rızası şart değildir.
[52]. Kefalet: Lügâtte, birleştirmek ve ilâve etmek
demektir.
Ayette: “Zekariyya’yı da ona (bakmaya) memur etti" (Al-i Imran a: 375 denilir. Ayette geçen "keffele" kendisine kattı, himayesine verdi demektir. Bir
hadiste de: Hz. Muhammed (S.A.V.): “Ben ve yetime kefîl olan cennette
beraberiz.” der. Burada kefilden
maksat onun terbiyesini, yetiştirilmesini üzerine alan kimsedir.
Kefil: Kendi zimmetini başkasının zimmetine katan,
yani başkasının üzerine alması gereken ve gerekmeyen bir isteği kendi üzerine
alan kimsedir.
Mekfûlün anh: Asıl borçlu.
Mekfûlün leh: Alacaklı.
Zilyed: Bir malı bilfiil elinde bulunduran yahut bir mala sahip olan
kimselerin tasarrufu gibi tasarrufta bulunan kimsedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder